27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Zamanımızın ruhu

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Edebiyat dergilerine adım attığım yıllarda beni sevgiyle karşılayan Tarık Dursun K.’nın ilk öğütlerinden biri şuydu: Bu camiada çok üretirsen, iyi şeyler yaparsan, yaptığına sadakat gösterirsen çok düşman kazanırsın. Bunları göze alabileceksen, o zaman aramıza hoş geldin “taşralı çocuk”!

Ustam bildiğim Tarık Dursun K.’nın yüzünü kara çıkarıp çıkarmadığımı ona sormadım hiç. Dostluğumuz boyunca beni karşılayan sözlerini burada anacak değilim. İyi duygular iyi insanlar gibi bazen saklınızda kalmalı. Yaşama enerjinizdir, hayata olan inancınızı pekiştiren yanları vardır. Ama onun söylediklerindeki haklılık payını yaşayarak öğrenecektim.

Kitaplar, ödüller, yayınlar, hiçbir zaman anıp gündeme getirmediğim daha birçok şey; derken yayıncılık… Hiçbirini ikbal olarak görmedim. Tümüyle bunlardan uzaklaşıp kendimi okumaya/yazmaya ve öğrencilerime verirken; arkamda bıraktıklarımı ara ara hatırlar, şimdilerde karşıma çıkanlara bakarken gördüm ki; evet, bu arenada çok “düşman” kazanmışım! Hadi gelin buna “hasetlik” diyelim!

Geçenlerde konuştuğumuz yayıncılarımdan biri bunu dile getirirken; artık dayanamadım şunları söyledim ona: O sözlerini dinlediğiniz kişinin ne söylediği umurumda değil. “Seviyorum” deyip göklere çıkarsaydı kaygı duyardım. Bu nedenle içim rahat. Beni siz kendiniz tanımaya çalışın, yazıp ettiklerim bakın ötenizde duruyor, bırakın başkalarının dedikodularını…

Bu haset bakışların aşinası olduğumdan, onların çarşılarından geçmem hiçbir zaman. Bakışlarımı kirletmeme değmez, yaptığım işe bakarım.

Önyargı Duvarları

Bu ülkede önyargı duvarları düşünce bağnazlığından, fikir zaptiyeliğinden kaynaklanır çoğunlukla. İnsanlar hemen etiketlenir. Farklı düşüncelere/bakışlara tahammül edilemez.

“Benim gibi düşün!” /“Onay verebileceğim şeylerden söz et!” / “Bizim mahallenin insanı olmalısın!”

Peki “sen kimsin?”

Muhafazakar bir gazetede yazan şair dostumun başına gelenlerin en yakın tanığıyımdır. Orada yazıyor olmak onu değiştirmedi, neyse o. Yazdıkları da ortada üstelik. Ama hasetlik bu ya; “döndü”, şu oldu bu oldu sözlerinin bini bir para…

Onun kitaplarını da yayımlayan bir yayıncıdan kitaplarım için teklif gelince duralamış, dostuma da sormuştum:

“Ne dersin?”

“Vallahi, benim gibi damgalı eşek olmayı göze alırsan, evet de; yoksa dur durduğun yerde,” diye yanıtlamıştı beni.

“Kimse kimseyi sevmiyordu!”

Sanırım Kemal Tahir’in bir romanında da geçiyordu bu tümce. Yazarlığım bir yana; yayıncılık dönemimde ve sonrasında tanık olduklarımı dile getirsem, çoğu kişinin bu ortamda bakacak yüzü olmaz. Doğan Hızlan’ın deyimiyle; “onlar benimle mezara gidecek!”

Ulus Karakteri

Kuru deriden bal çıkarmak istemem doğrusu. Çünkü çevremizde bunlardan öyle çok var ki! Bunun her alanda olduğu, yaşandığını düşünürüm. Ülkelerin, ulusların karakter özelliklerine inanırım. Bulundukları yer veya yaşadıkları coğrafyanın, edindikleri eğitim, ülkelerinin tarihsel birikimi, sosyo-ekonomik yapısının, vb. tüm bunlarda belirleyici olduğunu yadsıyabilir miyiz?

“Hasetlik” insana özgü bir durum olsa da; bir ulusun/halkın karakter özelliğine dönüşmesini ilkel ve tehlikeli bulurum. Gelin görün ki, bunun ilk belirtilerini insan-insan ilişkilerimizde görürüz. Başarılarımız ya da başarısızlıklarımızda; sevgilerimiz ve sevgisizliklerimizde…

Sanırım işin asıl kilit noktası da bu: giderek sevgisiz, aşksız, yaratıcılıktan yoksun bir toplum olmaya yöneldik. Tatilden dönerken tartıştığı sevgilisinin üzerine benzin döküp onu yakan bir “insan”ı var eden ortamdan/ kültür(süzlük)den/ eğitim(sizlik)den söz ediyorum.

Sosyologlarımız, psikologlarımız, toplum analistlerimiz, politikacılarımız, hukukçularımız, bilim insanlarımız, edebiyatçılarımız, sokaktaki vatandaşımız dönüp bu olayı irdelemeyi düşünür müsünüz? O küçük küçük biriken öfkelerin, yaban düşüncelerin, hasetliklerin, bilisiz bırakışların, sevgisiz büyümelerin, nefretin, çözülmenin, aidiyetsizliğin, korkunun ve bırakılmışlığın toplumda açtığı derin yarılmalara ve bu tür olaylara neden oluş yanlarına bakmaya ne dersiniz peki?

Evet, belki de her birimizin her gün içimizde büyüttüğümüz, sonra da haset çarşılarına saldığımız yabanıl sevginin aslında tam bir sevgisizlik ikliminin alevi olduğunu da ancak yanarak/yakarak öğrenen bir toplum olmaya doğru gidiyoruz da farkında değiliz!

Siz, belâgat yapıp, halen; “okumuşlar ama bilmiyorlar” deyin; bu sevgisizlik iklimini görmezden gelin… Bunun değirmenine su taşıyın… Hasetlikler, yabanlıklar, çürüyüp yozlaşmalar bakın başımıza neler neler açıyor sevgili okurum.

Gergedanlaşma sürüyor!

Bunu da bir sonraki zamanda anlatırım elbette.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları