28 Nisan 2024 Pazar
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Partiler ve oylar

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Genel seçimlere üç ay kadar bir zaman kaldı. Seçim kendine özgü kuralları ve mantığı olan bir olay. Çünkü seçimlere kitleler yani sıradan bilinç damga vuruyor. Bir şey ne kadar demokratikse, yani toplumun alt tabakalarına ne ölçüde açıksa o kadar sıradanlığın damgasını taşır. Elitistlerle bilimsel sosyalistlerin karşı karşıya geldiği bir noktadır burası: Sıradan olanı kendi haline bırakıp yönetme işini seçkin bir azınlığın doğal hakkı mı kabul edeceğiz yoksa aydınla halk arasındaki sınırların ortadan kalktığı bir toplumsal örgütlenme mi yapacağız? Neyse, bu ayrı bir tartışma.

Demokratik rejimlerde siyasal katılma, partilere üye olma, seçme ve seçilme hakkını kullanma anayasal hak olmasına rağmen, herkes haklarını kullanmakta eşit ölçüde istekli olmuyor. Bunun farklı siyasal bilinç düzeylerine sahip olmamızın yanı sıra, ekonomik, sosyal ve kültürel koşullarla ilişkisi var. Siyasal katılmanın farklı dereceleri var. Siyaset bilimci Robert A. Dahl’a göre, yurttaş kitlesinin en geniş kesimini “ilgi” kategorisi içinde toplananlar oluşturuyor. Bunlar apolitik olmayan fakat sadece oy vermekle yetinen kimseler. Giderek azalan bir eğilim içinde siyaseti önemseyenler, bilgi sahibi olanlar ve siyasal eylemde bulunanlar sıralanıyorlar. Her toplumda en küçük azınlığı siyasal eylemde bulunan yani aktif siyaset yapanlar oluşturuyor.

Seçimlerin kendine özgü yapısını belirleyen en önemli faktörün seçime kalabalıkların damga vurması olduğunu söylemiştik. Yani siyasal bilinç, örgütlülük, kararlılık vb. gibi faktörler tek başlarına seçmen davranışlarını açıklamakta yetersiz. Şüphesiz onların siyasal davranışlarına örgütlü ve bilinçli öncüler yani parti liderleri, yönetici ve örgütleri etki ediyorlar. Ama yine de sıradan seçmenin oy verme davranışı siyaset dışı pek çok faktörden etkilenmeye devam ediyor. Kişisel tutumlar, akrabalık, arkadaşlık, din, kültürel değerler, ekonomik çıkar, vaatler, beklentiler, sempati-antipati gibi duygular ve daha pek çok faktör işin içine giriyor. İnsanlar seçimlerden çok öncesinde oy vermelerini etkileyecek faktörlere maruz olduklarından, seçim sonuçları sadece seçim sath-ı mailindeki propaganda ve tanıtım çalışmalarıyla tayin edilmiyor. Bir partiye oy verebilecek seçmen profili, seçim öncesinde aşağı yukarı hazır halde oluyor zaten.

Şu durumda akla seçim döneminin bütün propaganda çalışmaları ne işe yarıyor diye bir soru gelebilir. Seçim propagandasının birincil işlevi, partilerin doğal oy tabanlarını konsolide etmek. En önemli siyasal faaliyeti oy vermekten ibaret olan ve seçmen kategorisinin en kalabalık kesimini oluşturanlar, eğer oy verebileceğini düşündüğü partiyi ortalıkta görmez, varlığını açıkça algılamazsa unutuyor. Kişisel tutumlarına en yakın bulduğu diğer partiye yönleniyor. Nitekim anketlerin güdümleme işlevi burada devreye giriyor. Mesela bazı partiler anketlerde hiç olmuyorlar. Çünkü seçmene hatırlatılmamaları gerekiyor! Görmek hatırlamanın çok önemli bir unsuru. Özellikle multi-medya çağında görsellik oy verme davranışını tarihte emsali görülmemiş düzeyde etkilemeye başladı. Giovanni Sartori’nin “görmenin iktidarı” dediği bir durumla karşı karşıyayız. Görülüyorsun o halde varsın ya da tersi seni TV kanallarında, internet sitelerinde, sosyal medyada görmüyorum. O halde yoksun!

Görülme seçim sonuçlarını açıklayacak sihirli bir anahtar değil. Ama ne ölçüde belirleyici olabildiğini gösteren tipik bir örnek 2002 genel seçimlerinde Genç Parti’nin durumu. Bu partinin ne bir programı ne doğru dürüst örgütü ve kadrosu vardı. Yani aslında ortada sosyolojik anlamda bir “parti” yoktu! Ama büyük bir ekonomik güç eşliğinde, profesyonel bir reklam-pazarlama stratejisi ve medya görselliği odaklı kampanya yürütüldü. Genç Parti sucuk pazarlar gibi pazarlandı ve üç ayda % 7’lik bir seçmen kitlesini kendisine oy vermeye ikna etti. Şüphesiz oy verenler, kendilerince “rasyonel” bir dizi gerekçe ileri sürdüler. Ama bunlar, o gerekçelerle oy veren 2 milyon 285 bin seçmenin üç ay öncesine kadar böyle bir partinin varlığından bile haberdar olmadıkları gerçeğini değiştirmiyordu.

Bu parti birden bire neden ortaya çıktı, hangi işlevi yerine getirdi sorularını ya da görselliğin siyaset kurumu üzerindeki dönüştürücü etkilerini ayrıca tartışırız. Burada şimdilik önemli olan, seçim sonuçları üzerinde siyasal bilinç haricindeki faktörlerin etkisine dikkat çekmek. Bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz.