18 Mayıs 2024 Cumartesi
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Putları yıkalım

Nadir Temeloğlu

Nadir Temeloğlu

Site Yazarı

A+ A-

Gazetemizin başlattığı Yaşar Kemal tartışması yerinde oldu. Edebiyatımızda ciddi bir eleştiri eksikliği var. Önemli sayıda yazar, şair bugün “dokunulmaz” sayılıyor. Buna, “yaratılan putlar” neden oluyor. Genel kanılarla yazarlar ve eserler sıfatlandırılıyor, herkese kabul ettiriliyor.

Çürüyen emperyalizmin insanı bireyciliğin doruklarına ulaştırması; eleştirinin önündeki en büyük engel. Motto haline getirilen “Zevkler ve renkler tartışılmaz!” palavrası, eleştiriye her konuda kapıyı kapatıyor. Böylece nitelik tartışması tıkanmış oluyor. Çok satanlar listeleri de, insanları yönlendirmenin ve genelleştirmenin en büyük araçlardan biri.

Başta “intihal” olmak üzere, edebiyatımızda dokunulacak çok alan bulunuyor. Fakat cesaret eksikliğinden olsa gerek, buralarda pek kalem oynatılmıyor. Bugün sınıfsız, insansız edebiyatın ağırlık kazanması, eleştirinin ve hesaplaşmanın azlığından kaynaklanıyor. Türk edebiyatının ciddi, nesnel bir eleştiri süzgecinden geçirilmesi, aslında bir anlamda geleceğin edebiyatına dair bir tartışmadır.

ESERE BAKIŞTAKİ ÖZNELLİK VE NESNELLİK

Pozitif bilimlerde nesnel sonuçlara nasıl ulaşılabiliyorsa, edebiyat eleştirisinin de nesnel sonuçları vardır. Edebiyat da bir sosyal bilimdir. “Beğeni-beğenmeme” özneldir. Fakat bir eserin, yazarın “iyi” veya “kötü” olduğundan bahsetmek için, onu belli ölçülerle değerlendirmeniz gerekir. “Yaşar Kemal'i beğeniyorum.” önermesi özneldir, tartışmaya kapalıdır. Ama “Yaşar Kemal iyi bir yazardır”, “Yaşar Kemal Türkçenin ustasıdır.”, “Yaşar Kemal ilerici bir yazardır.” önermelerine girdiğinizde durum değişir. O halde bunları, nesnel olarak kanıtlamanız gerekmektedir.

Bugün üniversitelerde, Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde bir eserin nasıl inceleneceği anlatılmaktadır. Bir romanı incelerken şu yollar izlenir: 1-Yazarın hayatı. (Romana etkilerini anlamak için.) 2-Roman karakterlerinin teker teker analizi. 3-Karakterlerin birbirleri arasındaki ilişkiler. 4-Romanın olay örgüsü. 5-Romanın toplumsal, siyasi ve felsefi arka planı.

Tabiî Yaşar Kemal'in eserlerini tek tek incelemek, burada mümkün değil. Fakat tartışmaya katkıları bu bağlamda okumadan, sağlıklı bir tartışma yürütmek imkânsız.

Şimdiye kadar Aydınlık'ta çıkan yazılarda karakterler üzerinden ve arka plan üzerinden inceleme yapan tek yazı -sınırlı da olsa- Cemil Gözel'e ait. Teori Dergisi'nin Eylül 2021 sayısında Bayram Yurtçiçek'in “Yaşar Kemal'in Tarih ve Toplum Tezleri” yazısı, bu anlamda eserler ve karakterler üzerine kapsamlı bir bilgi veriyor. Zaten diğer yazarlar da, yazılarının Yaşar Kemal incelemesi değil; yanlışlığı düzeltme çabası olduğunu vurguluyor.

Putları yıkalım - Resim : 1
Nâmık Kemal ve Ziya Paşa'nın Cumhuriyet sistemini anlattığı “Rüya”ları, 1920'de gerçek oldu. Onlar Cumhuriyet'in geleceğini duyumsuyorlardı. Öngörüde de bulundular.

YAZAR İDEOLOG DEĞİLDİR AMA İDEOLOJİ YAYAR

Sayın Dr. Cüneyt Akalın, yazısında yazarın ideolog olmadığını vurguluyor. Şöyle diyor; “Yazar gözlemlediklerini, duyumsadıklarını yazar. Geleceğe ilişkin tahmin yürütmek, öngörülerde bulunmak ona düşmez.”

Elbette bir yazar gözlemlerini yazar. Fakat burada iki eksik var: Bir; Dr. Akalın, geleceğe dair öngörülerde bulunmak yazara düşmez diyerek ütopya ve bilimkurgu edebiyatını yok sayıyor. Nâmık Kemal ve Ziya Paşa'nın Cumhuriyet sistemini anlattığı “Rüya”ları, 1920'de gerçek oldu. Onlar Cumhuriyet'in geleceğini duyumsuyorlardı. Öngörüde de bulundular. Jules Verne'in Aya Yolculuk'u, Denizler Altında 20 Bin Fersah'ı gelişen teknoloji ile gerçek oldu. Demek ki yazar öngörüde bulunabilirmiş.

İki; Dr. Akalın, yazarın bir ideolojisinin olduğunu ve bunu yaydığının üstünden atlıyor. Yazar, ideoloji üstü bir konuma yükseltiliyor ve metafizik hale getiriliyor. Akalın, yazar/ideolog farkını ortaya koyarak aslında eleştirinin penceresini kapıyor. O halde her yazar, “Ben gözlemimi yazdım, duyumsadığımı” yazdım diyerek; eleştirilemez bir gökselliğe kavuşur. Oysa bugün edebiyat, ideolojinin insanlara yayılmasında en önemli işlevi görüyor. Edebiyat fakültelerinde “Romanın toplumsal, siyasi, felsefi” arka planının incelenmesinin sebebi de bu. Yazarın ideolojisini ve onun esere etkisini incelemek.

Örneğin Akalın'dan yola çıkarak, Elif Şafak, “Ben Ermeni Soykırımını duyumsadım.” diyerek kitaplarını savunabilir ve bizim buna eleştirimiz olamaz. Oysa biz Şafak'ın edebiyatını emperyalist merkezlere bağlı neoliberal ideolojisi ile kurduğunu söyleyerek eleştiriyoruz. Yani ideolojisini esere yansıtıyor, eseri üzerinden kitlelere ideoloji yayıyor. Aynısı Orhan Pamuk için de geçerlidir. Veya bugün Yeraltı Edebiyatı başta olmak üzere postmodernizmle gelişen antihümanist edebiyatı eleştirme olanağı bulamayız. Çünkü yazar da onu görüp duyumsamaktadır!

KUBBEDE KALAN HOŞ SEDALAR

Dr. Cüneyt Akalın, “Köroğlu, 'Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu!' derken Ortaçağ'ı mı yükseltiyor? Dadaloğlu, 'Ferman padişahın dağlar bizimdir!' derken uygarlıktan kaçıp dağlara sığınmayı mı öneriyor!” diye soruyor. Hoşuna gitmeyecek belki ama cevap “Evet”tir. Dadaloğlu'nun savunduğu konar-göçer üretim tarzı ilişkisi tasfiye olmaktadır. Dağlara gidişinin sebebi, vergiden kaçma, eski üretim ilişkisini sürdürmektir. Ulaşılmaz yerdeki kalesinden terör ihraç eden Hasan Sabbah mı ilericidir, yoksa kervansaraylar kurarak, ticaret yollarının güvenliğini sağlayarak Anadolu'yu bayındır hale getiren Nizamülmülk mü? Aynı soru burada da geçerlidir.

Köroğlu, “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” derken gözlemini yazıyordu. Ama yaydığı ideoloji ileri değil geriydi. Çünkü Köroğlu'nun tüfeği eleştirdiği dönemde, Osmanlı ateşli silahları geliştirerek İstanbul'u fethediyor, yeni bir çağ açıyordu. Kaldı ki Yaşar Kemal, Köroğlu gibi bu eleştiriyi çağın içinden yapmıyor. 21. yüzyılda yapıyor. Dr. Akalın, “Baki gibi, Nedim gibi vb. saray çevresine sıkışıp kalan şairlerimize neler demezler kim bilir?” sözüne cevabı da şairlerin kendi versin: “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş!” Zevkle okuduğumuz Bâkî ve Nedimler artık hoş bir sedadırlar.

Konumuza dönersek, Köroğlu'nun mertliği göğsümüzü kabartabilir. Fakat onun mertliği kaybedilen kültürün mertliğidir. Eskinin mertliğidir. Ve folklorik olmaktan öte değildir. Aynı Ege'deki efe kültürü gibi. Bilindiği gibi efeler, Osmanlı'nın çözülüş döneminde otoritenin olmadığı dönemde ortaya çıktı. Kurtuluş Savaşı'nda yararlılıkları görüldü fakat devlet otoritesi tekrar sağlanınca işleri bitti. Kimi afla, kimi zorla dağdan indirildi. Aynı İnce Memed'deki gibi Cumhuriyet'e başkaldıranlar tasfiye edildi. Bugün efe folkloriktir. Sadece halkın yiğitlik, isyan özlemlerini kucaklamaktadır.

Biri; insanın incir yaprağıyla örtünmesini, mağara duvarına çizelen resmi beğenebilir. Ama bunu savunmak gericiliktir. İnsanlığın birikimi bugün çok daha ileridir.

SAVRULUŞUN SEBEBİ ESERLERİNDEKİ DÜŞÜNCELER

Dr. Akalın, Yaşar Kemal'i zaman zaman kimlik siyasetlerine savrulmakla eleştiriyor ve ona yönelik eleştirinin buradan yapılması gerektiğini ifade ediyor. Bir başka anlamda söylersek, “Eserlerini bırakalım siyasetini eleştirelim...” diyor. Oysa Yaşar Kemal'in eserleri, ideolojisini ve savunduğu siyasetleri de barındırıyor. Yaşar Kemal'in kimlik siyasetine savrulma sonucu eserler yazdığını söyleyemeyiz. Ama etnik ve kimlik temelli eserlerinin sonucu, Yaşar Kemal o savrulmayı yaşamıştır. Başka çaresi de yoktur. Çünkü Yaşar Kemal'in eserlerinin birçoğu etnik ve kimlikler üzerine kuruludur.

Yurtçiçek'in yazısından yola çıkarak, özetle söylersek Yaşar Kemal eserlerinde ne var: Ağalık, eşkıyalık, asker kaçaklığı övgüsü; haklı ve haksız savaşlara gözünü kapatarak yapılan savaş karşıtlığı; İttihat ve Terakki düşmanlığı; yeni kurulan Cumhuriyet'e ve yöneticilere nefret; Türkiye'yi soykırımla suçlamak... Yaşar Kemal; eserleriyle kimlik siyaseti yapıyordu, sonunda o noktayı siyaseten de dillendirir oldu. Durum bundan ibarettir.

Yaşar Kemal'in eserleriyle güncel siyasi mücadelede anlatabileceğiniz bir ilericilik yoktur. Aksine gericilik vardır. Olsa olsa vatan savaşına düşmanlık, teröre destek, Şeyh Sait ve Seyyit Rıza heykellerine özgürlük isteyebilirsiniz. Dr. Akalın, “Asalak hacıağaların feodal beylerden bile daha geri, daha yoz olduğunu anlatmak büyük bir ulusal bilinç sorunudur.” diyor. Şeyh Sait, Seyyit Rıza gibileri, “asalak hacıağalardan” daha geri görmüyor. Öncelikli mücadele meselesi yapımıyor.

Bugün kendine “işçi partisi” diyen PKK'nın Seyyit Rıza ve Şeyh Sait siyasetleri gütmesi, feodal sosyalizmin bir yansımasıdır. Yaşar Kemal'in feodal sosyalizm övgüsüyle mücadele, güncel olarak bununla mücadeledir. Önemi de buradadır.

Teori Dergisi, iki sayı çıkardığı Türk Romanında Tarih ve Toplum konusuyla, hem putların yıkılmasında hem de güncel siyasi mücadelede önemli bir görev yapıyor. Bu sayıların devamını diliyoruz. Edebiyat ve sanatta eleştiriyi derinleştirmek, geleceğin sanatını biçimlendirmekte önemli bir işlev görecektir. Aydınlık'taki tartışma da buna hizmet ediyor. Kültür sanat sayfamızın yöneticilerine teşekkür ediyoruz.

AYDINLIK’IN NOTU

Aydınlık Kitap sayfasında, Cemil Gözel’in kaleme aldığı; “Yaşar Kemal’de toplumsal çerçeve” başlıklı yazısını ile başlayan Yaşar Kemal tartışması okuyucumuzdan büyük ilgi gördü. Gözel yazısında; “Kemal, romanların hem başlangıcında hem kapanışında 'iyi insanlar'ı güzel atlara bindirecektir ve o 'iyi insanlar', güzel atlarla birlikte, bir daha dönmemek üzere çekip gideceklerdir.” dedikten sonra, “Giden o ‘iyi insanlar’, iki düşman aşiretin reisleridir.” saptamasında bulunuyordu.
Yine aynı gün, Şefik Çakmak; “İnce Memed ve topraksız köylü” başlıklı konuyla yazısını da Kinyas Kartal’ın anlatımından yola çıkarak, ağalardan köylüyü kurtarmak için Köy Enstitülerinin kuruluşunu, köylülerin toprak mücadelesini ve bunun Yaşar Kemal’in romanlarına yansımasını kaleme aldı.
Tartışma, Cüneyt Akalın’ın, “Yaşar Kemal Türkiye’dir!” başlıklı; “Yaşar Kemal’in o unutulmaz ‘O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler’ sözcüklerinden; ‘Ağalara gittiler’ sonucunu çıkarıyor. Oysa o sözlerden; ‘O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık!’ gibi bir sonucu aklına bile getirmiyor.” eleştiri yazısıyla devam etmişti.
Bugün de Kuntay Gücüm ve Nadir Temeloğlu'nun yazılarını yayımlıyoruz. Tartışma bundan böyle gelen yazıları geciktirmeden yayımlamak için gazetemizin 2. sayfasında devam edecek. Bu konuda görüşlerini paylaşmak isteyenlere sayfamız açık. Okurlarımızdan gelecek her yazının özenle değerlendirileceğinin bilinmesini isteriz.