19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ramazan gelmiş, hoş gelmiş!

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

“Geldi Ramazan-ı Şerif, ehl-i diller gayet zarif.

İftarı size söyleyem, olmaz mı sultanım latif.”

Küresel kültür saldırısının altında gelenek göreneklerin göz göre göre ortadan silindiği bugünlerde, küreselleşmeye şöyle ya da böyle direnen bir Ramazan ayına daha başlıyoruz. Elbette, Ramazan bile kendine düşen payı almış bulunuyor bu zalim küresel saldırı altında. İftarda yenen yemeklerin artık satın alınamaz olması ya da özellikle de genç nesil açısından, oruç tutmanın artık fazla bir anlam bile taşımaz hale gelmiş olmasını unutmuş değiliz. Yine de halkın en sahip çıktığı geleneklerimizden biri olarak, her sene “hoşgeldin Ramazan” diye belli bir heyecanla karşıladığı bir zaman bu.

Ramazan ayı, sosyal hayatımızdaki yansımaları ile, diğer İslam ülkelerinden çok daha farklı bir anlam taşır ve günlük hayata da daha farklı yansır. Türk milletinin Ramazan’ı kendine özgü gelenek ve tavırlarla yaşıyor olmasına bakarak, rahmetli tarihçimiz Süheyl Ünver “Ramazan Medeniyeti” kavramını ortaya atmıştı.

İFTAR TOPUNUN GETİRDİĞİ TOKAT

Biz de, daha hâlâ iftar toplarının patladığı zamanların çocuğu olduğumuz için, iftardan kaçıp topçunun yanında seyirci olmanın faturasını, rahmetli babamızın o yanağımızda patlayan tokatı ile hatırlar dururuz. Ama Ramazan ayı, oruç tutmanın da verdiği bitkinliklerle dolu ve karamsar bir ay olmanın ötesinde, paylaşımın ve göreceli eşitliğin toplumun her katında uygulanabildiği hemen hemen tek kurum olarak, dünyada biriciktir. İftarda yediğiniz yemeğin zenginliği veya fakirliği ne olursa olsun, oruç tutmak toplumun en zengini ile en fakirini eşitleme görevi görür bir bakıma.

Ramazan ayı, diğer 11 aydan farklı olduğu için ona “On bir ayın sultanı” denmiştir ki, bu boşuna değildir. Çünkü, Ramazan ayı kendine özgü bir edebiyat, folklor, şiir, müzik, tiyatro ve hatta bir mizah geleneği de oluşturmuştur yüzlerce yıl içinde. Gelin doğal felaketler, depremler, seller dönemini yaşadığımız bu yılın Ramazan’ına, biraz mizah ile girelim ve atalarımızın bize bıraktığı unutulmaz mizahi gülmecelerden bizler de pay almaya çalışalım. Çünkü bugünlerde gerçekten de çok ihtiyacımız var hepimizin.

Ramazan mizahının ve fıkralarının en önemli şahsiyetleri genellikle Bektaşi dervişleri olmuştur. Şimdi bu korkusuz, biraz delice biraz bilgece dervişlerimizden günümüze miras kalan birkaç fıkrayı dinleyelim ki, hayata biraz daha olumlu bakabilmenin de mümkün olduğunu anlayalım.

RAMAZAN AYININ EN FAVORİ İSYANKARLARI

Bektaşiye sormuşlar: Ramazan ile aran nasıl erenler?

Cevap vermiş: Pek iyiyiz erenler, ne bu fakir o mübareği incitiyor, ne de o mübarek bu fakire dokunuyor!

Bu fıkrayı okurken bizim 53 sene öncesindeki hatıralarımız arasından süzülüp gelen kişisel tecrübemiz, Bektaşi babasınınkinden farklı olduğunu hatırlatıyor elbette. İlkokul öğretmeniyiz ve Konya’da Ramazan ayında dağ başındaki köyümüze gitmek üzere beklemekteyiz. Açlık başımıza vurmuş ve “seferiyiz.” Bir köşede sıcak bir simiti çay ile yemeye çalışmaktayız. Konya’ya talihsiz meşhuriyetini veren şahıslardan biri üzerimize gelip elimizden simiti ve çayı kapıp, bizi itip kalkmıştı oruç yediğimizden dolayı. Yani fıkradaki Bektaşimiz belki de İstanbul’un kozmopolit ortamının farklı olmasında dolayı, bir şaka ile kaçabilmişti dayak yemekten. Yine de 53 sene sonra, güzel bir hatıra diye gülümseyebilmek bile güzel, bir yeni Ramazan ayında.

‘SENİN KAÇIRDIĞIN O TEK ORUCU BEN TUTTUM!’

Oruç tutamamak ya da kaçırmak da, kahve sohbetlerinin en önemli konularından olurdu. Herkes tam oruçlu bir Ramazan ayı hedefi ile başlasa da, yol kazası olarak, orucu kaçırdıkları da mümkündü. Böyle bir Ramazan ayından sonraki bir mecliste, bayram sohbetinde olan hocanın biri: “Ah, ah, nasılsa bu mübarek Ramazanda bir günü kaçırdım.” demiş. Sohbeti köşeden dinleyen Bektaşi hemen atılmış: “Aman hocam, hiç dert etmeyin, o kaçırdığın gün hiç de boşa gitmedi, çünkü senin kaçırdığın o bir günü ben tuttum!”

Yaz sıcağındaki bir Ramazan günüymüş. Derviş Ahmet de, oruçlu ve tekkenin duvarını bu sıcakta tamir etmesi gerek. Çaresiz, çalışmış saatlerce. Tam öğle güneşinde takatı kesilip bayılacak gibi olunca, yandaki kovanın içindeki soğuk suya bardağını daldırıp afiyetle içmiş. O anda bir ses: “Ne yaptın be erenler, Ramazan ayındayız!” Derviş Ahmet, yüreğindeki yangını soğuk su ile söndürmüş olmanın zevki ile cevaplamış: “Evet erenler, Ramazandayız biliyorum. Fakat, bu mübarek her sene gelir nasıl olsa. Lakin Derviş Ahmet ise ancak bir kere!”

HARABİ: RAMAZAN AYININ ABARTILARINA TEPKİ

Ama bugün olduğu gibi, Ramazan’daki aşırılıkları ve sahtekarlıkları eleştirenler de varmış o eski zamanlarda da. Bektaşi Babası Edip Harabi de, 1910’ların İstanbul’undaki Ramazan aylarının çok yakın ve eleştirel bir portresini verir bize aşağıdaki şiiriyle. Ne dersiniz bir bakıma 2023 İstanbul’unu hatırlatmıyor mu Harabi Baba’nın gözlemleri?

Almış sazını eline, bakalım ne soylamış Edip Harabi üstadımız:

“Oruç ayı değil şehr-i ramazan,/Dürlü dürlü yemek yemek ayıdır

İbadet etmeye olmuyor imkan,/Zira bir eğlenmek gülmek ayıdır.

Bu ayda gör nefse edilen hizmet,/Başka ayda böyle edilmez gayret

Her dürlü yiyeceğe olunur rağbet,/Kaymaklı baklava börek ayıdır.”