19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Siyasette bilim ve teori

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Teori sözcüğü Antik Yunanca’daki “theoria”dan geliyor. Görmek anlamında ancak alelade bakarak değil, belli bir biçimde görmek… Teori bir görme biçimidir. Düşünce tarihi boyunca insanoğlunun en temel meselesi problemlerini çözmek olmuş. Problem çözmek için düşünüyoruz. Bu amaçla sistemli düşüncelerimizi belirli metot ilkelerine bağlıyor ve bilime dönüştürüyoruz. Bilim, olguyu ön yargı ve spekülasyonlardan kurtararak kendi nesnelliği içinde görme ihtiyacımızın sonucu. Ancak başlangıçta teori olmadan yani belli bir biçimde görmeden bilim yapılamıyor. Nesnelin bilgisine giden yol, bir teorik çerçeveden hareket edip, nesnel bilgi üretmek için gereken metot ilkelerini uygulayarak, deneme-yanılmalar ve yanlışlamalarla tartışarak açılabiliyor.

Her toplum bilime ihtiyaç duymuyor. Çünkü ön yargı ve duygularımızın bize çevremizde olan biteni bütün çıplaklığıyla açıkladığına inanma eğilimindeyiz. Toplumların sosyoekonomik ve politik sistemlerinde, hayata dair öznel ön kabuller büyük bir sorun yaratmadan işlediği müddetçe, nesnel olanı bilme kaygısı kendisini dayatmıyor. Bilim, ancak ön yargı ve duyguların işe yaramadığı, doğru bilinenlerin yanlış çıktığı, ezberlerin bozulduğu, dünyanın nesnel bilgisini öğrenmek dışında bir yolun kalmadığı dönemlerde toplumlar ve bireyler tarafından keşfediliyor. Sümerlerin Fırat ve Dicle nehirlerinin taşkın zamanlarını hesaplamak dışında bir şansları yoktu. Tanrılara ne kadar adak adarsanız adayın, sorunun çözümü gelip bilimsel hesap yapmaya dayanıyordu. Doğa ile ancak doğanın hareket yasalarının dilinden anladıklarında başa çıkabileceklerdi. Bilim kendisini dayatınca keşfedildi.

Türk toplumu arkada kalan on yıllarda Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü pek ciddiye almamıştı. Batı sistemi içinde her şey otomatik pilota bağlanmış ve “istikrar” kurulmuştu. Dış politikadan güvenliğe, kalkınma stratejisinden kültür politikalarına kadar her şey sistemin hiyerarşisi içinde kendiliğinden hallolacaktı. Bu yol bizi “Küçük Amerika” olmaya götüren yoldu. Gelecek öngörülebilir durumdaydı. Oysa geldiğimiz noktada temel sorunumuz öngörülemezlik ve geleceğe dair bilinemezliktir. Şu sıralar vatandaşların dolara, altına vb. sarılarak gelirlerini güvenceye almaya çalışmalarının altında yatan temel güdü tam da bu.

Asya merkezli yeni bir dünya kurulurken, Türkiye’de sadece Batı sisteminin gücüne iman etmeye dayalı ezberler bozulmakla kalmadı. Aynı zamanda arkada kalan on yılların “kalkınma stratejisi” diye yutturulan sermaye birikim modeli iflas etti. Böyle durumlarda kadim tarihte olduğu gibi toplumlar yine nesnel olanın bilgisine ihtiyaç duymaya başlarlar. Birileri çıkıp bize ne olduğunu, neden böyle olduğunu anlatmakla kalmamalı, bu badireden nasıl kurtulacağımızı da açıklamalıdır. Bu kez işimiz masallarla değil, gerçeklerledir. Peki, ama kim veya kimler söyleyebilir toplumun ihtiyaç duyduğu nesnelin bilgisini?

Hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğu gerçeği dillerdeki bir klişe olarak değil, bir görme ve davranma biçimi olarak hangi siyasal güç tarafından sahiplenildiyse o söyleyecektir. Bu kez cevabı aranan soru, bilimin önemli bir şey olduğu klişesini kimin daha çok tekrarladığı değildir. Kim siyaseti bilimin emrine veriyor, kim teori ile bakıyor, kim programını bilimsel verilere ve analizlere yaslayıp onu pratikte sınaya sınaya hayata ilerletiyor sorularının cevabıdır.

Ali Babacan’ı elinde Teori Dergisi’ni tutarken gösteren görüntüler üzerine aklıma geldi bunlar. Eleştirmek için tutuyordu dergiyi elinde ama bir sembolik anlam vardı o karede. Bugün Türkiye’deki hangi parti yaklaşık 40 yıldır teorik yayın yapmakta, teori ile görmekte, Türkiye’nin nesnel gerçeğini anlamak için siyaseti bilime tabi kılmaktadır. Sorunun Vatan Partisi dışında bir cevabı yoktur. Bu yüzden ezberlerin bozulduğu koşullarda sistem içi aktörlerin belirsizlik karşısında şaşkına döndüğü koşullarda, Vatan Partisi hem süreci öngörebilmiş olmasının hazırlığını yansıtmakta hem de somut ve uygulanabilir adımlar önerebilmektedir. Üstelik tam da bu hazır olma halinin yarattığı özgül ağırlık, siyasete gündelik ön yargı ve inanç kalıpları ile bakan insancıkları şaşkına çevirmektedir.

Bugünlerde Batıcı “muhalefet” çevrelerinin tekrarlamaktan pek hoşlandığı “geliyor gelmekte olan” diye bir söz var. Bununla kastettikleri hükümet değişikliğinden ibaret bir ufuksuzluk. Bir şeyin geldiği kesin ama onun ne olduğunu anlamak için teori ile “görmek” gerekiyor. Ve o zannettikleri şey olmayabilir.