19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Tanrı’ya giden bir yol haritası olarak müzik!’

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Hindistanlı Sufi Hazret İnayat Khan’ın unutulmaz bir sözü vardır müzik sanatı hakkında. Ve kendisi de çok ünlü bir “vina” enstrümanı üstadı olduğu için, onun bu sözü kendi müzisyenliğimizi ve müzik yolculuğumuzu çok etkilemiştir, seneler içinde:

“Sanatın tüm dallarında biz kesinlikle Tanrıyı görebiliriz. Fakat sadece ve sadece müzik ile, Tanrıyı tüm formlardan ve düşüncelerden bağımsız olarak görmek mümkün olur.”

Hazret İnayat Khan, müzik sanatını “kutsallığın bir aracı olduğu için Tanrı’ya giden bir yol” olarak görür. Her düşünce ve her kelimenin bir formu vardır. Ama sadece “ses” tüm formlardan özgürdür. O nedenle de, müzik biçimin ve formun zalimliğini aşarak, tam özgürlüğü sunar dinleyiciye.

Gerçekten de müzik, yaratıldığı andan itibaren, yaratıcısından bağımsızlaşıp dinleyiciyi etkisi altına almak gibi biraz da mistik bir karaktere sahiptir. Bir müzik eserinin ne anlattığını, sözleri bile olmadan bilebilirsiniz. Müziğin mesajını, onu yaratan müzisyene  sorarak anlamak zorunda değilsinizdir. O, kendi varlığının gereği olarak, sizin kulaklarınızdan girer, sizin kişiliğinize ve karakterinize göre de bambaşka etkiler yaratır.

DOĞU’NUN BATI’DAN TEMEL FARKI

Ama burada bahsettiğimiz müzik sanatı, hayatınızda başka bir şeyler yaparken, kulağınıza eşlik etsin diye dinlenen müzik değildir. Bizim bahsettiğimiz müzik sanatı, tüm varlığınızı ortaya koyarak, kulağınızı ve gönlünüzü verdiğiniz müzik sanatıdır. Hayatın boşluklarını doldurmak görevi de olabilir müziğin elbette. Ama bu, müzik sanatının kesinlikle esas görevi değildir. Özellikle de Doğu’nun müzik kültürü, tam da böyle bir esaslı görev görmek üzere ortaya çıkmıştır zaten.

Batı medeniyeti, tüm sanat dallarında olduğu gibi müzikte de “fonksiyonluğu” esas aldığı için, müziğin bu amaca uygun olarak düzenlenmesini teşvik eder. Bu nedenle de makamsal değil, fonksiyoneldir. Türk, İran, Arap kültürleri, müzikteki makamsal yaklaşımlarını, ortaya çıktıkları ilk günden beri hiç terketmediler ve hatta karşılıklı etkileşim içinde çok daha da zenginleştirdiler.

Yaşam ile iç içe gelişen ve onu doğrudan dile getiren Doğu müzikleri, yaşadığımız günü, müzikalite yönünden de değerlendirir. Ve günün her bölümünde, zamana daha uygun makamlar önererek müzik sanatının hayatımızla ilgili fonksiyonunu daha da zenginleştirir.

GÜNÜN HER SAATİNE UYGUN BİRER MÜZİKAL HAVA

Sabahın şafak vaktinde okunan sabah ezanının “Saba” makamında, yatmadan önceki son yatsı ezanının Rast makamında olması gerektiği yüzyılların süzgecinden geçerek ve sınanarak tespit edilmiştir. Ama ancak, bu sanata sahip müezzinler bunu becerebilirler elbette.

Müzik sanatının gerçek etkisini ve derinliğini, eserleri aceleye getirmeden, sadece saygı ve arzu ile dinleyerek elde etmek mümkündür. Günümüzün ticari sanat dünyasında, CD’lerdeki en uzun şarkının 3 dakikadan bile kısa olması istenir. Bunun gerekçesi olarak da, “dinleyicinin dikkat etme süresi ancak bu kadardır” diye bir safsata uydurmuşlardır. Halbuki müzik sanatının gerçekten yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğu günlerde, dinleyicinin dikkat süresi diye bir kavram bile bulunmazdı.

Bu konuda bir deney yapmak isterseniz, size çok kolay bir yol önerebiliriz: Youtube’dan veya CD’lerinizden bir “fasıl” seçin, müziğin karşısına geçin, çayınızı veya kahvenizi içerek, bir yarım saat veya daha uzunca bir süre dinleyin çalan fasılı.

Seçtiğiniz makamın niteliğine ve karakterine göre, duygu dünyanızda ve psikolojik modunuzda köklü değişiklikler olduğunu göreceksiniz. Hicaz makamını dinleyip parlak duygulara sahip olmamak mümkün değildir. Hüseyni makamını dinleyip bir garip hüzünlü duyguya düşmemek de öyledir. Rast makamı, dinleyiciyi dipdiri hale getirecektir. Bunları, müziğin gerçek tonunun ve mesajının tam da içine girebilmek için, aceleye getirmeden ve hakkını vererek dinlemek ön şartı vardır. Hint müziğinde de İran müziğinde de, günümüzde bile bu makamsal özelliklere saygı duyulup, konserlerde çalınacak eserleri bile günün saatine göre seçmek geleneği hala takip edilir.

KÜRESEL KÜLTÜRÜN MÜZİKAL KURBANLARI MIYIZ?

Bir başka yöntem de, aynı eseri “tekrar” düğmesine basıp onlarca kez dinlemektir. Biz, özellikle de Transatlantik uçak yolculuklarımızda çok sık şekilde bunu uygularız. Böylece aynı şarkının duygusal ve psikolojik etkisini kırmadan, sürekli aynı duygu seli altında kalarak , müziğin size en mükemmel şekilde etki etmesine izin vermiş olursunuz. Bu tür müzik yapma ve dinleme kültürü Türklerde, İranlılarda, Hintlilerde ve Araplarda binlerce sene çok başarılı şekilde insanların hayatlarını zenginleştirmişti.

Ama küresel kapitalizmin vahşi tüketim kültürü, müzik kültürünü de kurbanları arasına katınca, özellikle de Türkler bu geleneği büyük ölçüde kaybettiler. İranlılar ve Hintliler, en azından belirli ölçüde bu kültürel unsurları hala devam ettirmektedirler. Bizler için ise, bu güzel geleneği bireyler olarak bari geri getirip, müzik kültürümüzden çok daha fazla zevk elde etme olanağı hala vardır. Aynen yemek için niyetlenip sofraya oturmak gibi, müzik dinlemek için de aynı şekilde niyetlenerek, müzik ile başbaşa kalmak yeterli olacaktır.