29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Taşlaşan umutsuzluk  

Ferdi Tanhan

Ferdi Tanhan

Site Yazarı

A+ A-

Taşlaşan umutsuzluk   - Resim : 1

“Sanki göğsünde kalp yerine bir taş parçası vardı, duyguları da sonsuza dek sönmüştü.” 
(Budala, Fyodor Dostoyevski)  
 
 Geçtiğimiz seneydi. TRT 2 sosyal medya hesabından Tayvanlı sanatçı Hsieh Tong-liang’ın “Cannot Let Go” adlı heykelinin fotoğrafını paylaşmış. En altta da bir soru: “Sende hangi duyguları uyandırdı?” Bu cevabı hep birlikte arayalım. Sonuçta sanat bize görünmeyenleri gösterecektir. 
 
Yunan panteonun tanrılarını resmeden heykellerle ilgisi yok. Fransız İhtilali’nin gravürlerine hiç benzemiyor. Cumhuriyetimizin anıtlarına, Sovyetlerin ve Çin’in insanlığa güven veren o heybetli eserlerine akraba değil bu heykel.  O zamanlarda da taş kalpliler vardı elbet. Ancak bazı kalplerin durması insanlığın kalbini durdurmamıştı. Yüreği milyon yıldır çarpan insanlığın kalbini taşlaştırması bakımından bu heykel bir ilk.  Atlantik sisteminin insanlığa verecek tek şeyi bu taş kalptir artık. Ve de kof çınarlar gibi sallanmaktır ayakta. 
 
İnsanlığın dünyayı yok ettiği o Amerikan filmlerinden sonra döküntülerin arasında kalmış bir kalıntıdan başka bir şey değil sanki sahnedeki.  
 

ÖNCE HANGİSİ TAŞLAŞTI? 

Duyguları sönmüş, göğsünde kalp yerine taş kalmış, baş eğmiş insan. En ufak bir umut kırıntısı yok. Taş kalp, kara bulutların ardından bir yol bulmak isteyen güneşi bile kapatmış. Taş kalplerin güneşi kapatması, realizmin böylesi dedirtiyor. Taş kalpli heykelin ciğeri yok, yüreği yok, nefes borusu yok. Taşlaşan kalp, çarpmayan kalp insanın içini eritmiş. Bundan eminiz. Ama en önemlisi elleri yok. Acaba önce kalbi mi taşlaştı bu heykelin yoksa elleri mi?  
 
Tarih boyunca umudu ayaklandıran eller olmuştur. Tohumları atan elleri, ekinleri yeşerten, ocakları yakan, çiçekleri toplayan, bayrak tutan, el uzatan, seven elleri olsaydı eğer kararır mıydı kalbi? Kesin ellerini kaybetmiştir önce. O eller doğayı onarmıştı, o eller üretmişti. Ellerin kaybı sadece kalbi karartmamış, atmosferi de karartmış, doğayı da karartıyor. Resme bakan insanın bile yüreğini daraltıyor. Darağacın da assalardı insanı, çarmıha gerselerdi veya İsa gibi, şüphesiz etkilenmezdik bu kadar. Her zorlukta -katmerli de olsa zorluklar- insan ellerine güveni de görürüz bir yerde, insan yüreğinin teslim olmayacağını düşünürüz en büyük acılarda bile. Elleri erimiş insan üretmeyen, çalışmayan insandır ve o insanın kalbinin taşlaşması kaçınılmazdır. Bu elsiz ve kalpsiz insanı heykelleştiren usta karamsarlığın karamsarlığını taşlaştırmıştır.  

EĞİLEN BAŞ, ERİYEN YÜREK 

Bu heykel hayatın içinde de karşımıza çıkıyor. Hepimiz görmüşüzdür. Bu heykel bana onları hatırlatıyor. Ellerini kaybedenlerin, kalplerini kaybetmesini. Mecazi anlamda tabi ki. Söz verenlerin, sözünden dönmesini. Hayalleri olanların hayallerini satmasını. İşleyen el, emek veren, sevgi veren, bilgi veren elin kendini inkar etmesini ve taşlaşmasını… 

Elleri yerinden koparılsa elini kaybetmeyecek insan dediğin. Gözleriyle işleyecek, ayaklarıyla çalışacak, aklıyla ve diliyle sadık olacak yeminine. İş veya mekan değişebilir ama ellerinden utanmayacak insan. Vazgeçmeyecek davasından. Çünkü elinizi kaybettiniz mi bir kez kalbin taşlaşması kaçınılmaz hale gelir. Ellerin kaybolmasını, kalbin taşlaşması, taşlaşmayı da için tamamen boşalması izler. Yüreksizleşme dediğimiz olay hani. Başın eğilmesi ise bunlardan sonra olur. Başın dik tutulması kasların marifeti değil, ellerimizle yarattığımız emeğin, umudun marifetidir. 

Ellerin günahkarlığından bahsedenler olmuştur. İnsan elleri kötülüklerin, cinayetlerin de sorumlusudur çünkü. Genelde insanlık için davranmamanın bahanesidir bunlar. Oysa eylemi şekillendiren ellerin değil ellere biçim veren eylemin insanı olmaları gerektiğini çok iyi bilmektedirler.  

Zamanla tohum ekmeyen elin, ekin yeşertmeyen elin çürümesi… Bu heykele hayat üfleyen gerçeklik budur. Kimse çürütmesin ellerini. Nerede olursa olsun, ne yaparsa yapsan ellere yetişen elleri olmalı insanların. Şu heykele dönüşmeyen herkes görecektir bunu. Sahi şu resimdeki taş kalplinin gözlerini gören var mı? 
Kararmasın istiyorsa sol memenin altındaki cevahir, ellerine bakmalı insan. Ellerinden vazgeçen kendisinden vazgeçer çünkü. “Ellerimiz güzel işlerin karıncası”dır ve Nazım Hikmet’in dediği gibi:  
 
“Bütün taşlar gibi vakarlı, 
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli, 
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır 
ve aç çocukların dargın yüzlerine benzeyen elleriniz. 
Arılar gibi hünerli, hafif, 
sütlü memeler gibi yüklü, 
tabiat gibi cesur 
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz. 
Bu dünya öküzün boynuzunda değil, 
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.” 
 
Ellerimizi kullanarak çalışmak hayatın ilk ve en büyük gerçeğidir. Canla başla ulus için, insanlık için çalışmak vefalı ellerin kadim tarihten beri en yüce işidir. Ne varsa dünyada hep o vefalı ellerin sayesindedir. Ne varsa insan mutluluğuna dair onların gözlerinde ve gülümsemesindedir. Taş kalpli insan heykeller bakamaz ve gülemez çünkü…