19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tekkeye su taşıyan eşekten derviş olur mu?

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Bugünün yazısı acı olacak ve ağır da olacak. İki haftadır deprem bölgesine yakın olduğumuz mekanımızda, gözümüz sürekli, ev yapımı bir deprem ölçer olarak abajura astığımız ağırlıkta, zaman geçirmekteyiz. Sallanmaya başlar başlamaz, tekerlekli sandalyedeki annemizi aşağıya taşımak için, kocaman sandalyeyi kucaklayıp 20 merdiveni indirmemiz gerek çünkü.  Bunu yapmak için de sadece birkaç saniyemiz var. Bu arada dış kapının hemen içindeki rafa koyduğumuz deprem çantasını da bir elle kapıp yarışa katılmak zorundayız. Bu yarış hem zamana karşı hem de fizik yasalarına karşı. Tanrıya şükür yirmi gündür, hemen iki üç günde bir yaptığımız bu kaçma hareketinden fiziki bir yara almamış bulunmaktayız. İnşallah bundan sonraki günler de böyle olur. Doksan yaşındaki annemizin bu dünyadaki son günlerinde, 750 günlük Covid macerasından sonra, şimdi de bu bitme tarihi belli bile olmayan sallanmaların nasip olmasından memnuniyetsizliğimizi de ifade etmek isteriz, ama yapacak bir şey olmadığını da bilmekteyiz. Kader deyip, yola devam edeceğiz çaresiz.

‘ATEŞTEN GÖMLEK’ İLE SINAV GÜNLERİNDEYİZ

6 Şubat depremimiz bir bakıma, Türk milleti için bir mihenk taşı olacağa da benzemekte.   Ülkenin en yukarı katlarından en aşağı katlarına kadar, bir “ateşten gömlek” günlerindeyiz besbelli. Herkesin eteğindeki taşları acele ile döktüğü zamanlar bunlar.  Çoğu zaman da aklın süzgecinden geçirmeye bile gerek duymadan, özellikle de aydın diye üzerlerine titrediğimiz ve memleketin geri kalanının örnek almasını beklediğimiz kesimimiz, rastgele bir psikolojik tepki ile hayatlarını yaşamaya karar vermiş durumda. Her kriz döneminde bir testten geçirilen “aydınımsı” tayfamız, bu deprem testi döneminde de yine sınıfta kaldı bize göre. Aslında, hemen her önemli dönemeçte sınıfta kalan, sıradan bir lise öğrencisi olsa derhal “okuldan atılır.” Ama bizler hâlâ, biraz da umutsuzca, Türk aydını ile ne kadar yol alacağımızı ve nereye kadar gidebileceğimizi tartıp biçmekle meşgulüz.

Senelerdir derin sohbetler yaptığımız, ülke meselelerini saatlerce derinlemesine incelediğimiz, yaşadığımız şehrin sanatçı-aydın kesiminin hemen tüm üyeleri, her karışıklıkta olduğu gibi, bu deprem döneminde de “zihinsel tembelliklerini” devam ettirip, dedikodu seviyesinde kalan uzmanlıklara soyundular. Emperyalizm, sebep-sonuç ilişkisi, diyalektik türünden kavramlar, bunların yarım-yamalak analizlerinde hiçbir yer bulamadılar. Çocukluklarındaki gibi, mahallelerimizdeki “duvar gazeteleri”ne yazı yazdıklarını farz edip, “Ali Ayşe’yi seviyor” sığlığında sloganımsı fikirler, gece ve gündüz emirlerinde olan Facebook türünden haber-bataklıklarını dolduruyor şimdilerde. Kes ve yapıştır cinsinden fotoğraflar, mesajlar siber dünyanın bir ucundan diğerine memleketin havasını kirletip durmakta.

Tekkeye su taşıyan eşekten derviş olur mu? - Resim : 1

NAZIM HİKMET’İ MEZARINDA TERS DÖNDÜRENLER

Emekli öğretmen olanı da emekli tapu memuru olanı da birdenbire en kalitelisinden jeofizik profesörü kesilip deprem analistliğine soyunuyorlar. Gece gündüz seyrettikleri Fox TV’nin, hayran oldukları Fatih Portakal türünden gazetecilerin Amerikan bağlantılarını bilmeye bile teşebbüs etmeden, benim yazdığım gazeteye “besleme” diyebilme cesaretini gösterenler bile oluyor bu hengamede. Akıllarında “memleket meselesi” veya “vatan, millet, Sakarya” diye bir kavram kalmadığı için ve hemen her konuda New York Times’in Türkiye temsilciliğini yapanların kuyruğuna takılmanın sonucunda, sürekli şiirlerinden alıntı yaptıkları Nazım Hikmet’i de mezarında ters döndüren bir “aydınımsı” kalabalık bunlar.

Her biri başlı başına sosyolojik inceleme konusu olması gereken, “enkazdan her yaralı çıkarmada Allahuekber diye  atılan slogana takılanlar”, “ Kızılay’ın çadır satmasına kafa yoranlar” ve hemen her konuda zehirli bir olumsuzluk yayanların başında işte bu “aydınımsı” ve milliliğini isteyerek ya da dolduruşa gelerek yitiren kesimler geliyor. Savunduklarını zannettikleri depremzedeler ve halk, bunların kilometrelerce ilerisinde devrimcilik veya solculuk açısından. Çünkü aklın yolu birdir ve Türk milleti bu tür saçmalıklara prim veren bir millet değildir. Ama onlar, Amerika’dan aldıkları işaretle, sözde muhalif olmanın ve hele de “solcu muhalif” olmanın vitesini, hemen her şeye bağırarak, hiçbir şeyi beğenmeyerek, her fırsatta devleti hedef alıp “devletsizliğe” davetiye çıkararak yükseltmekteler. ABD açısından sizin kendinize “Kızıl Komünist” filan demenizin hiçbir etkisi yoktur ki. Hatırlayınız, George Bush Irak’ta Saddam Hüseyin’i on binlerce Iraklıyı öldürüp devirdikten sonra kurduğu Irak hükümetine, iki adet de “kızıl komünist” bakan tayin etmişti.  Ve onların ortalıkta “biz komünistiz bize bakın” diye dolaşmalarında da hiçbir sakınca görmemişti.

AMERİKA VE AVRUPA İZİNLİ ‘KIZIL KOMÜNİSTLER’

Türkiye’de de yeter ki ABD ve Avrupa’nın işine yarayın, elinizdeki “orak-çekiçli” bayrağın basım parasını bile size verirler, merak etmeyin. Zaten de vermekteler STK’leri destekleme kisvesi altında.   Günün her saatinde Kabe’niz olarak taptığınız Fox TV, Halk TV, Flash TV ve şimdi de Sözcü TV’lerin, o muhteşem binalarında ve muazzam stüdyolarında, halktan toplanan bağışlarla mı batı borazanlığı yaptığını zannetmektesiniz?  Ya o kutsal kitap gibi elinizden düşürmediğiniz Amerikan ve Avrupa parasıyla Türkiye devletine düşmanlığın başını çeken gazetelere ne demeli? Onlar, Aydınlık’ın ve Ulusal Kanal’ın yaptığı gibi bağış kampanyaları ile mi kurulup ayakta kalmaktalar sanmaktasınız? Öyle ise neden hiç düşünmüyorsunuz, kendinizin bile beş kuruş bağış yapmadığı bu medya organları, nasıl oluyor da yayınlarını sürdürüp, kendilerine verilen görevleri yerine getirmeye devam edebilmekteler?

Sevgili atalarımız, bu durumlar ile çokça karşılaştıklarından, onlarca atasözü yaratmışlardı sizleri ve bizleri aydınlatmak için. Ama atalarımız ile de hiçbir ilginiz kalmadığı için, bu atasözlerini hatırlamak bile istememektesiniz besbelli. Yine de biz birkaç tanesini buraya dizelim de en azından o güzel atalarımıza olan inancımızı ifade edelim. Çünkü onlar yüzyıllarca önceden sizin hallerinizi görebilmekteydiler:

  • Parayı veren düdüğü çalar!
  • Davul birinin elinde, tokmak başka birinin elinde!
  • Deve hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, Eşek derviş olmaz şu taşımakla tekkeye!