19 Mayıs 2024 Pazar
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yaşamın sıradanlığını öykülerle zenginleştiren yazar Alice Munro

Damla Yazıcı

Damla Yazıcı

Eski Yazar

A+ A-
Yaşamın sıradanlığını öykülerle zenginleştiren yazar Alice Munro - Resim : 1

İsveç Akademisi 2013'te Nobel edebiyat ödülünü kazandığı haberini vermek için Alice Munro'ya telefonla ulaşamadı ve mesajla durumu bildirmek zorunda kaldı. Sade bir yaşam süren Kanada'nın ilk Nobel'ine sahip olan bu ak saçlı kadın, ödülü aldığına en çok Kanada edebiyatı bundan sonra daha çok ilgi görecek umuduyla sevinmişti. Edebiyat eleştirmenlerince Kanada'nın Çehov'u olarak adlandırılan ve kısa öykünün usta bir kalemi olarak anılan Munro için Çehov benzetmesi fazlasıyla yerinde olmasına karşın yazdığı 40-50 sayfalık öykülere bakıldığında pek de kısa öykü ustası olduğu söylenemez. Munro'nun öyküleri zaman zaman romanı andıracak kadar çok karakterli, olaylı ve güçlüdür. "Castle Rock Manzarası" kitabında her biri başlı başına ele alınabilecek öyküler varsa da bütünlüklü akış nedeniyle bazı eleştirmenler kitabı roman olarak değerlendirir. Bütün bu tartışmaların çok uzağında ise 82 yaşına kadar yazmaktan hiç vazgeçmemiş, yazdığı kadarından daha fazlasını çöpe atmış bir kadın yazar durur. İlk öyküsünü yazdıktan 37 yıl sonra yayımlamış olan Munro, yazısındaki mütevaziliği yaşamında da koruyacaktır. Kanada'da bir çiftlikten çıkacak, üniversite eğitimini yarıda bırakıp evlenip çocuklarına bakarken Victoria'da küçük bir kitapçı işletecektir. Bugün herkesin sadeliğiyle büyülendiği öykülerin temeli de bu çiftlikte ve bu orta halli yaşamda atılacaktır.

ZENGİN KURGU DERİN KARAKTERLER

Alice Munro hayatın içinde gündelik yaşamda farkına varmadığımız temel duyguları öykülerinin merkezine yerleştirir ve bu karmaşadan kesitler sunarak duyguların gizemli tarafını ilmek ilmek örer. Bunu zaman zaman "Issız Bir Mahal"de olduğu gibi bir cinayetle, "Gençlik Arkadaşım"da olduğu gibi bir aşk ve merhamet hikayesiyle, ya da "Corrie"deki gibi bir emek hikayesiyle okura sunar. Bir öyküsünde ölümle karşılaşan okur, başka bir öyküde umut bulacaktır, ve bir öyküden birden fazla öykü çıkaracaktır. Buna ek olarak, öykü içinde öyküyü yaratırken Munro, sayfalarca yazılabilecek yepyeni bir öyküyü tek cümleye dolu dolu sığdırarak diğer öykünün içine atıverir. Başka yazarların yeni eserler çıkarmak için değerlendireceği bu cümleleri kolayca öykülerinin içinde bir cümle veya bir kısım olarak kullanabilir. Metnini en son noktaya kadar sadeleştirmeyi başarması yazarın en belirgin özelliklerinden biri. Öyle ki onun öykülerinde fazladan tek kelime bulmak bile zordur. Munro öykülerinde, zamanda hızlı geçişler, geçmişe dönüşler ve bilinçli olarak flulaştırılmış bölümlerle modern öykü anlayışına sahip olsa da betimlemedeki yoğunluk, metnin doğayla bütünleşmiş yapısı ve karakterlerin derinleşmesi yönlerinden klasik üslubu da kullanır.

KASABA YAŞANTISINA TUTULAN AYNA

Yazarın hemen hemen bütün öyküleri kasaba ve çiftlik yaşantısı içinde yahut kent sınırı ile taşra sınırı arasında sıkışıp kalan alandaki yaşamların içinden çıkar. Munro'nun öykülerini özgün kılan en temel nitelik Kuzey'in içe kapanık kasaba yaşamlarında bireylerin varoluş mücadelesini titiz bir naiflikle aktarabilmesidir. Bu kasabalar öylesine güçlü tasvirlerle anlatılır. Nasıl ki Dublin yıkılsa James Joyce'un Dublinliler romanına bakılarak kent aynen inşa edilebilirse, Alice Munro öyküleri de Kanada'nın doğanın içine gömülmüş soğuk kasabalarını yeniden inşa ettirecek kadar ayrıntılıdır: “... Kanada Kalkanı’nın bu bölgesinde sıradan haritalarda adı geçemeyecek kadar küçük, çok sayıda göl vardır. Grace, Little Sabot Gölü’nü bulmuştu ya da bulduğunu sanıyordu ama görünüşe bakılırsa il yolundan göle bağlanan çok fazla yol vardı; bunlardan birini seçtiğinde yolu kesen çok sayıda asfaltın adlarını hatırlamadığını fark etti. Aslında kendisi kırk yıl önce buralara geldiğinde sokakların adları yoktu. Asfalt da yoktu; bir tek göle giden toprak yol vardı, gölün kenarını oldukça gelişigüzel biçimde dolaşan toprak yolda tekti. Şimdi burada bir köy vardı. Belki de banliyö demek gerekirdi çünkü Grace ne postane görebildi ne de ufacık bir dükkan. Yerleşim göle paralel dört beş sokaktan oluşuyordu, evler küçük arsalar üzerine, birbirine yakın inşa edilmişti. Bazıları yazlık evdi kuşkusuz -pencereler kış mevsiminden önce hep yapıldığı gibi tahtalarla örtülmüştü şimdiden. ...” (Firar, Can Yayınları, s.173)

Duyguların karanlık karmaşasını açığa çıkaran Munro, bunu yaparken yargılayıcı bir anlatıcıdan ziyade anlamaya, hatta zaman zaman tedavi etmeye çalışan bir anlatıcıdır. Kışkırtıcılıktan uzak ve şüpheci yaklaşımıyla karakterlerle okurun kurduğu empatiyi körükler. Açımlamaya çalıştığı duyguları ise genellikle kadın karakterler üzerinden yapar. Bu nedenledir ki Munro öykülerine kasaba yaşantısından sonra güç katan ikinci unsur kadınlar olmuştur. Öyle ki bir kitabının adı bile bunu anlatmaya başlı başına yeter: "Bazı Kadınlar"

Kimdir bu kadınlar? Eğitimli, eğitimsiz, neşeli, içe kapanık, aşık, mutlu ve mutsuz kadınlar... Öykülerde kadın unsuru öyle baskındır ki Munro'nun bir "kadın yazarı" olduğu söylenir. Mutlaka kadının ruhuna değebilen yahut onun dehlizlerine giren bir yazardır Munro ancak erkeği öykünün kenarına attığı da söylenemez. Çatışmaları ve bu çatışmaların yarattığı trajik olay ve durumları gözler önüne sererek okurun zaman içinde boşluğu kendisinin dolduracağı, cevabını kendisinin vereceği tek bir son cümle satırı bırakır gibidir. Burada erkeğe düşen pay da kadına düşen paydan az değildir. Duyguların nedenlerini ince bir kurguyla okurun karşısına çıkaran Munro, sonuçlar konusunda o kadar keskin değildir. Tıpkı okur gibi o da düşünüyor gibidir.

KAPİTALİZMİN KESİK DAMARLARI

Bugüne kadar Alice Munro öykülerine hep edebi yönden bakıldı. Onu zarif ve sessiz bir kısa öykü yazarı olarak görmek isteyen pek çok eleştirmenin yanında bir de onu "kadın yazarı" olarak görmek isteyen feminist anlayış da vardı. Bazıları Munro'yu "fazla feminist" olmamakla eleştirirken bazıları ise kadın konusunun dışına sıkça taşmadığı için eleştiriyordu. Bu kısır tartışmanın içinde Munro öykülerini gerçekliği üzerinden ele alıp üst düzey bir değerlendirmeye kimse girmiyordu. Oysa bu öykülerde gösterişsiz bir politik duruş vardı. Bu politik duruş salt kadın sorununda ele alınacak bir duruş da değildi. Keskin sınıflar, sınıflar arası bloklar, sınıflar arası geçişkenlik Munro'nun öykülerinde az rastlanan şeyler değildir, metnin temelinde gözden kaçırılmayacak kadar da belirgindir. "Açık Sırlar"daki “Kapılıp Gitti” öyküsü, içinde birkaç bölüm barındırır ve bu bölümler süreklilik arz eder. Kütüphaneci kadınla mektuplaşmaları yoluyla kişiliğine ve yaşamına tanık olduğumuz Patrick Agnew’e kendini anlattırırken kasabanın sınıfsal yapısını sürekli gözler önüne serer Munro. “Adım Jac Agnew, üyelik kartım kütüphanedeki çekmecede. Son aldığım kitap çok iyiydi –H.G. Wells, Mankind in the Making (İnsanoğlu Yapım Aşamasında). Eğitimimi lise ikinci sınıfa kadar sürdürdüm, sonra çoğunun yaptığı gibi Doud’ların fabrikasında çalışmaya başladım... Oldum olası kafasının dikine giden biri oldum. Carstairs’teki, daha doğrusu herhangi bir yerdeki tek akrabam babam Patrick Agnew. O da Doud ailesi için çalışıyor, ama fabrikada değil, evlerinde bahçıvan olarak.” Doud ailesi kasabanın en varlıklı ailesidir ve kasabada bir piano fabrikaları vardır. Öykü boyunca herkesin yolu bir şekilde Doud’larla kesişir. Munro bu sermaye sahibi aileyi kasabanın her yerinde karşımıza çıkarır. Örneğin kütüphaneye giden Arthur Doud iki pencere arasında asılı duran babasının resmini görür ve altında yazanı okur: “A.V. Doud, Doud Org Fabrikası’nın kurucusu ve bu Kütüphane’nin hamisi. Gelişim’in, Kültür’ün ve Eğitim’in savunucusu. Castairs kasabasının ve çalışan insanın gerçek dostu.” Yazar bu sahneyle tipik bir “hayırsever” fabrikatör aile portresini okurun karşısına çıkarır. Bu aile adeta kasabayı kendinin yarattığını düşünmektedir. Onlar insanlara iş sahası açan, çalışkanlık abidesi, yardımsever bir ailedir. Ama Alice Munro Doud fabrikasında vardiya saatinin yanında, camın altına asılmış kuralları büyük puntolarla verir: “BİR DAKİKALIK GECİKME ON BEŞ DAKİKALIK KESİNTİ DEMEKTİR. DAKİK OLUN. GÜVENLİĞİ İHMAL ETMEYİN. KENDİNİZE VE YANINIZDAKİNE DİKKAT EDİN.” Kapitalist düzenin işçi üzerindeki “sevecen” ve “iyi niyetli” elini gösterirken bir süre sonra Jack Agnew’in ölümünü patron Arthur Doud üzerinden okuruz. “Yerdeki testere talaşları kıpkırmızıydı. Islak, parlaktı. Kan buradaki kereste yığınına neşeyle sıçramıştı, testerelere de öyle. Bıçkı tozlarının içinde kana batmış, kabarık bir işçi tulumu yatıyordu, Arthur bunun söz konusu beden olduğunu anladı; kolları ve bacakları duran gövde. Öyle çok kan akmıştı ki, bedenin şekli ilk bakışta anlaşılmıyordu – kan, bedeni bir muhallebi gibi yumuşatmıştı. Arthur’un düşündüğü ilk şey, ört şunu, oldu. Ceketini çıkardı, üzerine örttü... Bunu daha önce bir başkasının yapmamış olmasının nedeni basitti, başka kimsede ceket yoktu.” İşçi tulumları arasındaki bu ceketli patronun, kafası makinede kopan bir işçinin üzerini tiksine tiksine ceketiyle örttüğü sahne unutulmaz bir film karesi gibi belleklere kazınırken ayrıca Munro’nun öykü boyunca kasaba halkı ve Doud’lar üzerinden işlediği ironik politik aktarımını ortaya koyar. Öykünün bütününe bakıldığında bu an sadece bir trajik ölümün ötesinde eleştirel bir noktada belirir. İşçinin ölümünün karakterler üzerindeki etkisi sade bir biçimde fakat çarpıcı bir gerçeklikle verilir.

POLİTİK DURUŞ

20. yüzyılın başında Amerika’nın arka bahçesinde, küçük bir kasabada sürmekte olan kapitalist üretimin toplumsal yapıdaki izdüşümünü işçinin ve patronun yaşamından ve kişiliklerinden ilerleyerek ele alan Munro, öyküsünün bir yerinde, Doud ailesinin yaptırdığı kütüphanenin memurunu, Doud fabrikasında can veren işçiyi ve Doud’ların varisi Arthur’u akıllıca bir kurguyla kesiştirir. Ölen işçinin kütüphaneden aldığı kitapların teslim süresi dolmaktadır ve Arthur bu kitapları kütüphaneye götürecektir. Arabada giderken arka koltukta oturan kızı bu kitaplar da ne böyle derken bir yandan kitapların adlarını okumaya başlar: G.B. Smith’ten “Sir John Franklin ve Kuzeybatı Geçidi’ndeki Aşk”. Chesterton’dan “Dünyanın Nesi Var?” ve Russell’dan “Quebec’in Fethi, Bolşevizm: Teori ve Pratik”.

Munro'nun "Ekmek Parası İçin Çalışmak", "İşçi Kız", "Taşocağı" öykülerinde de "Kapılıp Gitti"de görüldüğü gibi bağırmayan ve vaaz vermeyen politik bir aktarım vardır. Polemiğe yönelik değil tasvire ve anlamlandırmaya yönelik bu duru tarz Munro'yu siyasi olmayan bir yazar yapmayacağı gibi öykülerini de güçsüz kılmaz. Alice Munro'nun tutkulara, aşklara ve ihtiraslara gömülü öykücülükten farkı da burada yatar. Öykülerdeki bu politik ve ironik yan en önde yürümez ancak bütünü oluşturan parçalardan biri olduğunu da gizlemez.

OTOBİYOGRAFİK ÖGELER

Çoğu zaman öykülerinde otobiyografik unsurları kurguyla harmanlayan yazarın "Sevgili Hayat" öyküsünde kendi aile yaşamını anlattığı kısımlar bulunur. Munro'nun taşra yaşamı, doğayla ilişki kurma ve kadın sorunu üzerine eğildiği edebiyatını asıl güçlü kılansa "Amerikan refahı"nın kuzeye kaymış çirkin yüzünün insanlar ve yaşamları üzerindeki etkisini gerçekçi biçimde aktarabilme çabasıdır. "Sevgili Hayat" öyküsü buna somut örnek oluşturur. Bu öyküden anlıyoruz ki Munro'nun babası Kanada'da kıt kanaat biriktirdiği parasıyla bir çiftlik satın alıp, orada kürkleri için tilki, vizon gibi hayvanlar yetiştiriyor. Kürk ticaretinden para kazanmaya çalışırken Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla işleri kötüye gidiyor ve bir soba döküm fabrikasında önce bekçilik, ek olarak da dökümcülük yapıyor. Ticaretle sınıf atlayamayan bir ailenin işçi sınıfında konaklaması satırlara şöyle dökülüyor: "Babama gelince onun gücü kuvveti yerindeydi ve daha uzun bir süre de öyle kalacaktı. Dökümhanede birlikte çalıştığı ve kendisi gibi işleri bozulmuş ya da yaşamlarına yeni bir yük binmiş adamları seviyordu. Akşam vardiyasında bekçilik yapmanın yanı sıra yaptığı zorlu ek işi de seviyordu. O iş eritilmiş metali kalıplara dökmekti. Dökümhanede bütün dünyaya satılan eski moda sobalar yapılıyordu. Tehlikeli bir işti ama babamın dediği gibi kendini kollayacaktın. Üstelik iyi bir ücret de veriliyordu -bu da babam için alışılmadık bir şeydi."

Munro'nun büyüdüğü evde kenarda duran bir golf çantası üzerinden büyük bir incelikle işlediği pasaj ise sınıfsal ayrımlara fırlatılan gösterişsiz bir ok niteliği taşıyor: "Annem bir zamanlar başka şeyler düşünmüş olmalıydı. Babamla kendisinin başka türlü insanlara, belirli eğlencelerden hoşlanan kişilere dönüşebileceklerini hayal etmişti. Çorak Kanada Kalkanı'ndaki bir çiftlikten -babamın geldiği çiftlikten de daha umutsuz bir yerden- kendini kurtarıp öğretmen olmuştu ve akrabalarını rahatsız eden bir konuşma biçimi tutturmuştu. O kadar çaba sarf ettikten sonra nereye gitse kabul göreceği gibi bir hayale kapılmış olabilirdi." Yazar, toplumun sınıflı yapısını, annesinin sınıf atlama hevesini “bir hayal” olarak niteleyerek somutluyor.

Böylece bütün parçalar birleştirildiğinde; varlığını bulunduğu coğrafya ve sınıfsal dokudan oluşturmuş olan Munro'nun, öykülerini kasabalı bir genç kızın kibirsiz kişiliği, gösterişsiz kıyafetleri ama parlayan gerçekçi gözleri gibi anlatması şaşırtıcı olmaktan çok, olağan bir şey haline geliyor.

Açık Sırlar

Alice Munro

Çev: Püren Özgören

Can Yayınları

336 s.