20 Mayıs 2024 Pazartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yeni dönemin yeni kodları ve mecburiyetleri üzerine: (6)

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

1940’lı yıllarla başlayıp, II. Dünya Savaşı sonrasında post-modernizm merkezli bir dizi sipariş “son” kuramlarından olan Sanatın Sonu kitabının yazarı Amerikalı sanat tarihçi ve eleştirmeni Donald Kuspit’in oldukça ironik bir sözü var: “Herkes ciddi bir sanatçı olabilir çünkü artık sanattaki ciddiyeti belirleyecek ciddi bir kriter kalmadı.”

Buradaki “ciddiyet” kavramını kaldırıp onun yerine post modernizm soslu felsefe ya da sanat alanına ait hangi manipüle kavramı koyarsanız koyunuz durum pek değişmeyecektir.

Tıpkı ideolojik siyasal, toplumsal, kültürel ya da bilimsel vb. alanlarda son 20-30 yıldır sözde “yeni” diye diye adım adım dayatıldığı gibi artık çağdaş sanattaki bütün kadim ölçüler, kültürel kavramsal kodlar büyük bir çöküş trendi içerisine sokulmuş durumda ne yazık ki?

Yine Amerikalı romancı Jack London’nun bir zamanlar çok okunan romanının adındaki gibi “vahşetin çağrısı” (burada “ciddiyetsizlik” ve bozma olarak) artık yalnızca çağımız insanının değil aynı zamanda insani ve hakiki olan olan her şeyde, her kavram ve her insani eylemde olduğu gibi çağdaş düşüncenin, sanatın ve kültürün üzerine de -bir karabasan gibi- aşırı çökmüş görünüyor.

Bir önceki yazımda İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın ironik bir hınzırlıkla “Comedian” adını vermiş olduğu “Duvara bantlanmış muz” isimli sözde üç “çağdaş sanat yapıtı” da yapılışından, yap satçı medyatik sunumu ve sözde satışı ve kurgu gösterisi tam da bu “deccal” zeminin ürünü aslında.

O yazımda da yazmıştım: Nereden nasıl ve hangi niyetle hangi felsefi ideolojik zeminin ya da zihnin ürünüysen ancak oradan bakabilir ve ancak o kadarını görebilirsin. Yani ancak kendi zihinsel koordinatlarının gerektirdiği ve onun izin verdiği kadarını.

Cattelan’ın yer aldığı fuarın içindeki ya da yakındaki bir marketten alıp da galeri duvarına önceki çalışmalarında olduğu gibi duvara bantlama enstalasyonu ritüeliyle tekrarlayıp durduğu bu alabildiğine kurgu “ucuz” tutum aslında bundan 100 yıl kadar önce Marcel Duchamp’ın tartışmalı “pisuvar” çalışmasının kopyası bir provokasyon girişimi aslında.

Hatırlayalım: Duchamp ölmeden önce kendisiyle yapılmış bir söyleşi de o sırada “söyleyecek bir şeyi olmadığı, elinde hiçbir yeni fikir bulunmadığı için pisuar türü bir çalışma” yaptığını itiraf etmişti. Fakat dahası da var: sözüm ona “piyasa” kavramına tepki olarak sunulan bu “sanatsızlık” eylemi sonraki yıllarda piyasanın talebi üzerine bizzat Duchamp tarafından 11 adet çoğaltılarak müzelere milyon dolarlara satılacaktı.

ÇAĞDAŞ SANAT VE 'ÇAĞDAŞ SANAT'

İlk kavram ile tırnak içerisindeki tekrarı ikincisi arasında aslında iç içe geçmiş gibi algılanan

fakat birbirine taban tabana zıt bir içerikle karşı karşıyayız bir tür dejavu olarak sanki?

Burada ironik olan tam da bu iki zıt durum arasındaki trajik ikiyüzlülük: Çünkü “hazır nesne” denilen şey bile artık “hazır” değil, sonradan sözüm ona sipariş üzerine satıldıkça üretim tekrarı.

Fakat 1990’lı yıllarda bir başka ironik şey daha oldu. Duchamp’ın hemşehrisi Fransız performans sanatçısı (Pierre Pinoncelli) Nimes çağdaş Sanatlar Müzesinde sergilenen Duchamp’ın 3.000 000 dolar değerinde gösterilen uyduruk eseri “pisuar”ın içine sergi sırasında işeyerek performans yaptı ve müzeyle mahkemelik oldu. Sanatçı mahkemede “pisuarı yapay yaratılan bu ikonik statüsünden kurtarıp, asli görevine iade ettim” diyerek kendini savundu fakat yine de 14.352 euro ceza yemekten kurtulamadı.

Açık: Cattelan’ın 120.000 dolara satıldığı söylenen iki adet “Duvara bantlanmış muz”u da, üçüncüsünün ise yine sözde David Datuna isimli bir performans sanatçısı tarafından yenilmiş olması da hem kopya bir davranış hem de -anlaya- trajik bir kurgusal “parodi” aslında.

Fakat bunun böyle olduğunu bilmeleri gerektiğini düşünmek istediğimiz bizdeki güncel sanat savunucusu yazarlarımız durumu öyle tanımlamaktan ısrarla kaçınıyorlar her nedense?

Birisi “güncel sanatın böyle bir şey olduğunu ve Catellan’ın yapıtı bize bugünü anımsatan bir işaret olarak kalacak.” derken, bir diğeri sözüm ona “muz yerine soğan yemeyi” önerirken bir diğeri ise “bu yöndeki eleştirilerin çağdaş sanatın itibarını zedeleyeceğini” ileri sürüyor.

Bu piyasanın merkezinde duran Sanat Tarihi profesörü ve performans sanatı kuramcılarından Claire Bishop ise böylesi durumlar için “ihale edilmiş performanslar” tanımını kullanıyor.

Maurizio Cattelan’ın “Comedian” adı verilmiş olan “Duvara bantlanmış muz” işi de -Cattelan’ın çoğu işinde olduğu gibi- önceden ihale edilerek tasarlanmış bir “fake” sahte itiraz eylemi görüleceği gibi.

Bana kalırsa öyle bir satış bile yok. Piyasaya sunulan rakamlar ve satış eylemi hatta muzun sözde yenilmiş olması bile tıpkı müzayede taktiklerinde olduğu gibi “fake” bir piyasalaştırma tekrarından ibaret.

Aslında bundan “çağdaş sanat” adına olduğu gibi “çağdaş sanat piyasası” adına söz etmeye bile değmez ama bunları söylemeden de olmaz.

Son söz: Bu kurgusal piyasa oyunundan öyle yüce “karşı çıkış” parodileri kurmanın hiçbir alemi yok. Hani ne derler? Yemezler!

Kimse de yemedi zaten!