29 Nisan 2024 Pazartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Piyasa tapınıcıları sap ile samanı karıştırıyor!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-

Yıllardır bizim gibi “gelişmekte olan ve fakat ne hikmetse bir türlü gelişemeyen” ekonomilere dayatılan ve ezberletilen “...Serbest piyasa iyidir. Görünmez- gizli bir el vasıtasıyla ekonomiyi dengeye getirir. Bunun da alternatifi yoktur...” şeklinde basite indirgeyerek tarif edebileceğimiz ekonomik ve ideolojik laflara artık karnımız tok. Yakın geçmişte ABD’de başlayan, oradan da AB ülkelerine sıçrayan son büyük ekonomik krizde, karları cebe atan serbest piyasacıların, zararları ise hiç sıkılmadan kamunun yani halkın üstüne nasıl yıktıklarını hepimiz ibretle gördük ve izledik.
Serbest piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla çalıştığı, sermayenin tabana yayıldığı, haklı rekabetin olduğu, tekelleşme ve kartelleşmenin olmadığı, tam istihdama yaklaşıldığı bir ekonomik düzen, Türkiye gibi ekonomiler açısından sadece bir hayalden ibarettir.
Serbest piyasa, her şeyin liberalize edilmesi, gelişmekte olan ülkelerde bankacılıktan-iletişime kadar hemen her sektörde yabancı sermayenin hegemonyasına ve hatta tekelleşmesine neden oldu. “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ideolojisi ile üretimi yok eden, imalat yerine ithalatı, tasarruf yerine borçlanmayı ve ülkenin tüm üretim ve yatırım varlığı ve stokunu “sat-kurtul”mantığıyla elden çıkarmayı marifet sayan bir ekonomik anlayış egemen kılındı.
Üretim yerine finansal kapitalizmin öne çıktığı, para ile para kazanan uluslararası tefecilerin para tuzağına düşürülen Türkiye gibi ülkeler, adeta “sıcak para” cennetine dönüştürülerek sonu her zaman hüsranla biten “yalancı baharlar” yaşatıldı.
Sonuç; bugün Cumhuriyet tarihimizin en ağır ve yüksek borçluluğu, çift haneli faizler, çift haneli enflasyon ve çift haneli işsizlik olarak karşımızda duruyor.
Neymiş efendim;
“Türkiye İsviçre’ye yüksek teknolojili ürünler ihraç etsin de gerekirse samanı bile ithal etsinmiş”. Elhak doğru. Peki, elinizi tutan mı var? Niye yapmıyor-yapamıyorsunuz? Türkiye’nin ihracatı içinde yüksek teknolojili katma değerli ürünlerin oranı sadece %3 düzeyinde yani neredeyse yok mertebesinde.
Hal böyleyken, hiç olmazsa tarımda kendi kendine yetebilen ülkemizin, bugün “samanı bile ithal etmek”zorunda kalmasını eleştirmek niye yanlış olsun? Peki, Türkiye Saman ithalatına neden ihtiyaç duyuyor? Çünkü topraklarını, tarım arazilerini yeterince ekip biçemiyor, o nedenle yeterince buğday-arpa-mercimek vb yetiştiremiyor. Peki, niye ekile(mi)yor bu araziler? Dünyanın en pahalı mazotunu kullanmaya mecbur bırakılan çiftçiler, ilaç-gübre ve yem fiyatlarındaki anormal artışlar ile birlikte maliyetlerini dahi karşılayamayarak üretimden zarar ettikleri için.
Ama gelin görün ki, bizim “piyasa tapınıcılarına” göre çözüm çok kolay. İthal et gitsin. Elindeki avucundakini sat-kurtul gitsin. Gırtlağına kadar borçlan gitsin. Ama üretim bitmiş, köyden kente göç ve işsizlik artmış ne gam!
Kimse kusura bakmasın. Bu serbest piyasacılık ezberlerine ve dayatmalarına artık karnımız tok. Bu satırların yazarı olarak, pür- liberal piyasacı bir ekonomik anlayışın ülkemizi ve ekonomimizi nerelere sürükleyebileceğini bizzat yaşayarak ve mücadele ederek görmüş ve anlamış birisiyim.
Çünkü neo-liberalizm, giderek vahşi kapitalizmine yani alta kalanın canının çıktığı, finansal bir aç gözlülüğe dönüşüyor. Ahbap-çavuş kapitalizmi tüm iktisadi sorunların “halının altına” süpürülmesiyle, üretimden uzak bir “kumarhane kapitalizmine” eviriliyor.
Bütün bunların bize hala “serbest piyasanın” erdemleri olarak anlatılmaya çalışılması da kusura bakılmasın ama artık “kabak” tadı veriyor.
Çözüm ise, bizzat Atatürk tarafından ortaya koyulmuş olan “karma ekonomik” üretim düzeninden geçiyor. Yani, ne altta kalanın canının çıktığı vahşi kapitalizm ve kumarhane ekonomisi. Ne de gümrük duvarlarının arkasına saklanan kapalı devletçi ekonomik bir anlayış. Bu ikisine de mecbur değiliz. Kamu ve özel sektör, piyasa ve planlama birbirinin alternatifi ya da düşmanı olarak görülmeden, yerine-şartlara ve ihtiyaçlara göre karma bir ekonomik modelle yola devam etmek en akıllıca bir davranış olarak görünüyor Nokta.
Zaten serbest piyasacılığın ve kapitalizminin mabedi olan ABD’nin Başkanı bugün, “ekonomide korumacılık ve devlet müdahalesi” isterken, sosyalist Çin’in Başkanı ise, “serbest ticareti” savunuyor.
Halbuki, ikisinin de alternatifi “karma ekonomiden” başka bir şey değil...