27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Ajan'lar bürokrasisini devlete kimler sızdırdı?...

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Özellikle 1970'lerden itibaren siyasette kangrenleşmiş o karanlık hastalık bir türlü tedavi edilemedi...

Fraksiyon kavgalarının vazgeçilmez savunmasıydı bu müzmin dert!.. İdeolojik yetersizlik baş gösterdi mi, işte bazen rakibe karşı "iftira"dan da beslenen o kirli taarruz devreye girerdi; "ajan!.."

Siyasettekilerin "ajan" diye tanımlanması 12 Eylül sonrasında da iyice gelenek oldu... Öcalan'dan Tansu Çiller'e ve "CIA denetiminde" olmakla suçlanan Fethullah Gülen'e kadar siyasette etkin olan isimlerin ardında da hep yabancı güçlerin dayanağı arandı...

12 Eylül sonrasındaki bu furyada; "kim ajan", kim değil tartışmalarının kanıtlarını tarih elbette yazacak ama bürokrasinin son yıllarda, yabancı istihbarat güçlerinin denetimine girdiği tartışmalarına ne demeli?..

Baksanıza; AKP'nin "devleti ele geçiriyorlar" saptamasıyla başlattığı operasyonda gözaltına alınan polislerin tepkileri ve itirafları, yalnızca bürokrasinin kimlerin maşası olduğunu göstermiyor, devletin istihbarat açısından nasıl çöktüğünü de kanıtlıyor...

AKP ile cemaate yönelik karşılıklı operasyonların ardından MİT- Emniyet çatışması da büyürken; "İran ajanı", "İsrail ajanı", "Amerikan ajanı" ve "Acem ajanı" suçlamalarının havada uçuşmasını kimse basit bir atışma olarak görmesin...

Çünkü kameraların önünde ve sorgulamalarda alenen "ajan" diye bağırılıyorsa, vardır altında bir bityeniği!..

KRAVATIN UCU!..

Velhasıl ANAP iktidarı döneminde "işini bilen" ve AKP döneminde ise Erdoğan'ın "benim valim" tanımlamasına teslim olan memurlar, yalnızca mürit militan bürokratları deşifre etmedi; "devletin memurları" olması gereken zevatın asıl amirlerinin dışarıda olduğunu da kanıtladı!...

Ne diyordu "Gençliğe Hitabe"de; "Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir..."

Söyler misiniz; devletin en kritik birimleri olan MİT ve Emniyet arasındaki AKP-cemaat çatışmasında, "ajan" tartışmalarının büyüdüğü bir dönemi yaşıyorsak, "Şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler" diyenler haksız mıydı?..

Devletin memurları; bürokrasinin emrinden çıkarak parti- cemaat çemberine girmiş ve oradan da kravatları sınır dışına bağlanmışsa çok yazık bu ülkeye...

CEMAATİN CHP'LİLERİ!..

Konumuz madem AKP- cemaat kavgasındaki "ajan" tartışmaları o halde devam edelim...

AKP de cemaat de; hem CHP, hem Atatürk, hem de cumhuriyet düşmanı değil mi?.. Bunlar aynı safta; ulusalcılara Atatürkçülere ve laik kesimlere "kumpas" kurmadılar mı?..

O halde AKP ile cemaat çatışırken arada yine CHP'nin sinsice vuruluyor olmasına ne demeli?..

Vahim tablo nettir; CHP'deki ideolojik gaflet, Erdoğan'ı hedef alma uğruna cemaatin yanında saf tutarken, Atatürk'ün partisi giderek daha çok yaralanıyor ve umut olmaktan uzaklaştırılıyor...

Üstelik adliye önünde cemaate arka çıkan kişilerin başında; BDP'nin mektubuyla CHP'ye sızdırılan, PKK'lıların avukatı ve CIA'nın yan kuruluşu Strafor'da "TR 705" kod adıyla "ajan" diye fişlenmiş Sezgin Tanrıkulu adlı zat bulunuyor!..

O da CHP içinde gizli cemaatçilerin öne sürdüğü kimi şaşkın vekillerle birlikte, gözaltına alınan polislere cemaatten bile fazla sahip çıkıyor!..

CHP tabanı çok şaşkın... Çankaya seçimi öncesi seçeneksiz bırakılan kitleler şok halinde ve infial yaşıyor ama acı olan, 2011 seçiminden bu yana oy uğruna tarikata, cemaate ve sağa yaslanan CHP hezimetten halen ders çıkartmıyor!..

Gelen yoğun tepkilere bakılırsa; gerçek CHP'liler bu rezaletin hesabının sorulacağını söylüyor ama insan bu gafleti görünce artık "yazık" bile diyemiyor...

AKP'DE PARANIN SESİ!..

Eskiden derlerdi ki; "üç sese dayanılmaz; Kadın sesi, silah sesi para sesi..."

Türk erkeğinin kendisini etkileyen unsurları "ses"e indirgediği bu gibi durumlarda, kişinin özel ilgili alanı da sıralamayı her an değiştirebilirdi;

Bazen "kadın", bazen "para", bazen de serde maçoluk varsa "silah sesi" öne çıkartılırdı... Yani biraz da kişinin meşrebiyle ilgilidir bu "ses" yaklaşımı!..

Söyler misiniz; AKP iktidarının yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla sarsıldığı bu dönemde, bu üç çekici sesten hangisinin önceliği vardır acaba?..

Kadın sesi mi, silah sesi mi yoksa "para"-pardon- para sayma makinesinin sesi mi?..

Sorunun yanıtını fazla düşünmeye gerek yok... Çünkü aklı bel aşağısına çalışan siyasetçiler bazen bilinç altındaki duruşlarını sergilerken, bu sıralamayı altüst edebilecek gaflara da imza attılar...

Refahyol döneminde ayak bileği görünüyor diye TRT kameramanını Meclis'ten attırarak kadın sesini kısan bağnazları kimse unutmadı...

Bugünlerde; eşine sevgili ayartabileceğini söyleyen AKP kalemşoru sözde "yazar"(!) türbanlıların, kadınlığı bizzat ayağa düşürmeye çalışmasını da göz ardı etmeyiniz!..

'HAYA'YA KAYNAK!..

İşte Milli Görüş'ten gelen ve Başbakan Yardımcısı koltuğunda oturan Bülent Arınç ise siyasetin rüşvet çarkında ahlak bırakmadığı bu dönemde, Bursa'da kadın üzerinden "haya" dersi vermeye kalkışırken şöyle demiş;

"Haya meselesi çok önemlidir. Bütün mahlukat için haya denilen bir şey var... Haya duygumuz olacak... Kadın herkesin içerisinde kahkaha atmayacak!.."

Kimse Arınç zihniyetine şaşırmasın... Çünkü AKP kafası, PKK "açılım"ıyla "silah" sesini nasılsa susturduğunu düşünüyor...

Çarşaf-türban-tesettür üçgeninde "kadın"lar da hazır suspus edilmişken, geriye yalnızca "para sesi" kalıyor!..

İşte para sesinin bayağı gür çıktığı bir dönemde; Arınç kafası kadın kahkahasına ambargo koymaya kalkışacağına, keşke siyasette "haya"nın boyutunu ölçebilecek bir makinenin icadına da kaynak ayırabilse!..


Özellikle 1970’lerden itibaren siyasette kangrenleşmiş o karanlık hastalık bir türlü tedavi edilemedi…

Fraksiyon kavgalarının vazgeçilmez savunmasıydı bu müzmin dert!.. İdeolojik yetersizlik baş gösterdi mi, işte bazen rakibe karşı “iftira”dan da beslenen o kirli taarruz devreye girerdi; “ajan!..”

Siyasettekilerin “ajan” diye tanımlanması 12 Eylül sonrasında da iyice gelenek oldu… Öcalan’dan Tansu Çiller’e ve “CIA denetiminde” olmakla suçlanan Fethullah Gülen’e kadar siyasette etkin olan isimlerin ardında da hep yabancı güçlerin dayanağı arandı…

12 Eylül sonrasındaki bu furyada; “kim ajan”, kim değil tartışmalarının kanıtlarını tarih elbette yazacak ama bürokrasinin son yıllarda, yabancı istihbarat güçlerinin denetimine girdiği tartışmalarına ne demeli?..

Baksanıza; AKP’nin “devleti ele geçiriyorlar” saptamasıyla başlattığı operasyonda gözaltına alınan polislerin tepkileri ve itirafları, yalnızca bürokrasinin kimlerin maşası olduğunu göstermiyor, devletin istihbarat açısından nasıl çöktüğünü de kanıtlıyor…

AKP ile cemaate yönelik karşılıklı operasyonların ardından MİT- Emniyet çatışması da büyürken; “İran ajanı”, “İsrail ajanı”, “Amerikan ajanı” ve “Acem ajanı” suçlamalarının havada uçuşmasını kimse basit bir atışma olarak görmesin…

Çünkü kameraların önünde ve sorgulamalarda alenen “ajan” diye bağırılıyorsa, vardır altında bir bityeniği!..

KRAVATIN UCU!..

Velhasıl ANAP iktidarı döneminde “işini bilen” ve AKP döneminde ise Erdoğan’ın “benim valim” tanımlamasına teslim olan memurlar, yalnızca mürit militan bürokratları deşifre etmedi; “devletin memurları” olması gereken zevatın asıl amirlerinin dışarıda olduğunu da kanıtladı!...

Ne diyordu “Gençliğe Hitabe”de; “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir...”

Söyler misiniz; devletin en kritik birimleri olan MİT ve Emniyet arasındaki AKP-cemaat çatışmasında, “ajan” tartışmalarının büyüdüğü bir dönemi yaşıyorsak, “Şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler” diyenler haksız mıydı?..

Devletin memurları; bürokrasinin emrinden çıkarak parti- cemaat çemberine girmiş ve oradan da kravatları sınır dışına bağlanmışsa çok yazık bu ülkeye…

CEMAATİN CHP’LİLERİ!..

Konumuz madem AKP- cemaat kavgasındaki “ajan” tartışmaları o halde devam edelim…

AKP de cemaat de; hem CHP, hem Atatürk, hem de cumhuriyet düşmanı değil mi?.. Bunlar aynı safta; ulusalcılara Atatürkçülere ve laik kesimlere “kumpas” kurmadılar mı?..

O halde AKP ile cemaat çatışırken arada yine CHP’nin sinsice vuruluyor olmasına ne demeli?..

Vahim tablo nettir; CHP’deki ideolojik gaflet, Erdoğan’ı hedef alma uğruna cemaatin yanında saf tutarken, Atatürk’ün partisi giderek daha çok yaralanıyor ve umut olmaktan uzaklaştırılıyor…

Üstelik adliye önünde cemaate arka çıkan kişilerin başında; BDP’nin mektubuyla CHP’ye sızdırılan, PKK’lıların avukatı ve CIA’nın yan kuruluşu Strafor’da “TR 705” kod adıyla “ajan” diye fişlenmiş Sezgin Tanrıkulu adlı zat bulunuyor!..

O da CHP içinde gizli cemaatçilerin öne sürdüğü kimi şaşkın vekillerle birlikte, gözaltına alınan polislere cemaatten bile fazla sahip çıkıyor!..

CHP tabanı çok şaşkın… Çankaya seçimi öncesi seçeneksiz bırakılan kitleler şok halinde ve infial yaşıyor ama acı olan, 2011 seçiminden bu yana oy uğruna tarikata, cemaate ve sağa yaslanan CHP hezimetten halen ders çıkartmıyor!..

Gelen yoğun tepkilere bakılırsa; gerçek CHP’liler bu rezaletin hesabının sorulacağını söylüyor ama insan bu gafleti görünce artık “yazık” bile diyemiyor…

AKP’DE PARANIN SESİ!..

Eskiden derlerdi ki; “üç sese dayanılmaz; Kadın sesi, silah sesi para sesi…”

Türk erkeğinin kendisini etkileyen unsurları “ses”e indirgediği bu gibi durumlarda, kişinin özel ilgili alanı da sıralamayı her an değiştirebilirdi;

Bazen “kadın”, bazen “para”, bazen de serde maçoluk varsa “silah sesi” öne çıkartılırdı… Yani biraz da kişinin meşrebiyle ilgilidir bu “ses” yaklaşımı!..

Söyler misiniz; AKP iktidarının yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla sarsıldığı bu dönemde, bu üç çekici sesten hangisinin önceliği vardır acaba?..

Kadın sesi mi, silah sesi mi yoksa “para”-pardon- para sayma makinesinin sesi mi?..

Sorunun yanıtını fazla düşünmeye gerek yok… Çünkü aklı bel aşağısına çalışan siyasetçiler bazen bilinç altındaki duruşlarını sergilerken, bu sıralamayı altüst edebilecek gaflara da imza attılar…

Refahyol döneminde ayak bileği görünüyor diye TRT kameramanını Meclis’ten attırarak kadın sesini kısan bağnazları kimse unutmadı…

Bugünlerde; eşine sevgili ayartabileceğini söyleyen AKP kalemşoru sözde “yazar”(!) türbanlıların, kadınlığı bizzat ayağa düşürmeye çalışmasını da göz ardı etmeyiniz!..

‘HAYA’YA KAYNAK!..

İşte Milli Görüş’ten gelen ve Başbakan Yardımcısı koltuğunda oturan Bülent Arınç ise siyasetin rüşvet çarkında ahlak bırakmadığı bu dönemde, Bursa’da kadın üzerinden “haya” dersi vermeye kalkışırken şöyle demiş;

“Haya meselesi çok önemlidir. Bütün mahlukat için haya denilen bir şey var… Haya duygumuz olacak... Kadın herkesin içerisinde kahkaha atmayacak!..”

Kimse Arınç zihniyetine şaşırmasın… Çünkü AKP kafası, PKK “açılım”ıyla “silah” sesini nasılsa susturduğunu düşünüyor…

Çarşaf-türban-tesettür üçgeninde “kadın”lar da hazır suspus edilmişken, geriye yalnızca “para sesi” kalıyor!..

İşte para sesinin bayağı gür çıktığı bir dönemde; Arınç kafası kadın kahkahasına ambargo koymaya kalkışacağına, keşke siyasette “haya”nın boyutunu ölçebilecek bir makinenin icadına da kaynak ayırabilse!..