26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Akkad’dan Mecidi’ye Hz. Muhammed filmi

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Bundan tam 11 yıl önce, 11 Kasım 2005’te 75 yaşındayken ölen Suriye asıllı yönetmeni Mustafa Akkad sinema tarihine, Hz. Muhammed’in yaşamını ve İslamiyet’in doğuşunu anlatan “Çağrı” (The Message) filmiyle geçmişti. 1976’da Libya lideri Muammer Kaddafi’nin geniş mali desteğiyle çekilen, kadrosunda Anthony Quinn, Irene Papas, Michael Ansara gibi dünya çapında şöhret sahibi oyuncuların bulunduğu film, o gün bugündür tarihsel - dinsel sinema kategorisinin başyapıtlarından biri olarak kabul görmekte.

SONLARI MUSSOLİNİ Mİ?

“Çağrı”, İslamiyet’in ideolojik ve kültürel açıdan atakta olduğu, prestijinin Batı’da da yükseldiği, “İslam sosyalizmi”nden bolca söz edildiği bir dönemin filmiydi. Cat Stevens gibi sanatçılar din değiştirerek Müslümanlığı seçiyor (1977), yollarına “Yusuf İslam” olarak devam etme kararı alıyorlardı örneğin.

Akkad, dünyanın her ülkesindeki seyirciye hitap edebilecek klasik sinema anlatımıyla, bu yükselişe önemli katkı sağlamış, Hz. Muhammed’e yönelik katı “suret yasağı”nın sınırlamalarına rağmen, etkili, incelikli, sağlam bir film yapmıştı. Beş yıl sonra çektiği “Çöl Aslanı Ömer Muhtar”la da 1929’da Libya’yı sömürgeleştirmek isteyen İtalyan ordusunun bozguna uğramasını anlattı Akkad. “İşgal için gelirseniz, sonunuz Mussolini’nin ordusu gibi olur” diyordu film.

Burada bir parantez açayım ve Mustafa Akkad’ın yaşamını yitirmesine, Ürdün’ün başkenti Amman’daki üç otele yönelik El Kaide intihar saldırılarının neden olduğunu, yönetmenin kızının da aynı saldırıda öldüğünü belirteyim.

Yani İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin sinemalarımızda gösterime giren ve tartışmalara konu olan filmi “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi”, 1970’lerden çok farklı olarak İslamiyet’in artık “eşitlikçilik”le değil, terörle, vahşetle, IŞİD’le, mezhep savaşlarıyla birlikte anıldığı, kültürel olarak da büyük geri çekiliş yaşamakta olduğu bir dönemin filmi. Kan gölüne dönmüş İslam coğrafyası bölünüp parçalanmakta; ne Libya eski Libya, ne de Irak ya da Suriye...

DURAĞAN ANLATIM

İran sinemasının uluslararası arenada en tanınan yönetmenlerinden, Türkiye’ye de pek çok kez gelip konferanslar verip seminerlere katılmış olan, “Cennetin Çocukları”, “Cennetin Rengi”, “Serçelerin Şarkısı”, “Baran” gibi hayranlık uyandırıcı filmleriyle tanıdığımız Mecid Mecidi, “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi”nde, dünya çapındaki İslam aleyhtarı propagandaya karşılık vermeye çalışıyor öncelikle. Üçlemenin bu ilk halkasında Hz. Muhammed’in 13 yaşına kadarki dönemi anlatılıyor, Mekke’nin İslam öncesi toplumundaki eşitsizlik ve sömürü, zengin - fakir ayrımı, adaletsizlik, kölelik sergilenerek, kendini dayatan değişim ihtiyacı vurgulanıyor.

Bir İran yapımı olan “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi”, Libya-Lübnan-Kuveyt-Fas-İngiltere ortak yapımı “Çağrı” kadar güçlü-görkemli bir film değil, en azından her Ramazan bayramında izlenebileceği söylenemez ve Batı’da da ciddi yankı yaratacağını sanmam. Ama öte yandan Türkiye’deki kimi İslamcıların söylediği gibi “uzak durulması gereken” bir film de değil kesinlikle. Suret yasağını epeyce esnetmekle birlikte peygamberin sesi yerine altyazı kullanmayı tercih eden Mecidi, birkaç sahnede çölde at koşturmak ve bir sahnede kılıç dövüşü göstermek dışında aksiyona hemen hiç yer vermemiş, durağan bir anlatım tutturmuş. Bu da üç saatlik filmde temponun düşmesine yol açıyor ister istemez. Tahminim, bundan sonraki iki filmde, tarihsel süreç gereği de daha dinamik bir anlatımla karşılaşacağız ve üçleme tamamlandığında bütünsel yapı çok daha etkileyici hale gelecek. Filmde üç dört kez karşımıza gelen “mucizeler” meselesi ise ayrı bir tartışmanın konusu. Haftaya devam edeceğim...