‘Elimi heybeme attım çocukluğum çıktı’

‘Bu Kızı Ben Uydurmadım’ adlı kitabıyla okurlarla buluşan Demet Yılmazkuday, kendi gerçekliğinden yola çıkarak paylaşma kültürünü ele alıyor. Yılmazkuday, romanında ‘uydurmak’ ile ‘hatırlamak’ arasındaki ince çizgiyi sorguluyor.

Demet Yılmazkuday’ın “Bu Kızı Ben Uydurmadım” romanı Alakarga Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Roman, erken kaybedilen bir çocukluğun, zorlu coğrafyalardaki göçün ve yoksunlukla baş etmenin samimi bir dökümü. Sorularımızı yanıtlayan Demet Yılmazkuday, başta bir öykü olarak başlayan bu serüvenin romanla devam ettiğini dile getirdi.

‘MESELEMİ ARIYORDUM DİYEBİLİRİM’

- “Bu Kızı Ben Uydurmadım” fikri ilk olarak hangi duygu veya olaydan doğdu?

O dönem aklımda belirgin bir konu yoktu. Meselemi arıyordum diyebilirim. Pek yazma deneyimim de yoktu bundan öncesinde. Yoğun okumalar yapıyorduk. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünü okumuştum bu okumalar çerçevesinde. O kitabın bana hissettirdiğiyle yazmaya başladım. Çocuk yaşta göçmek, çocukluğumda yaşadığım o bir yerlere ait olma arzusu tetiklendi sanırım. Başta bir öykü olarak başladı. Şu anda kitapta “Ekmek” adlı bölümü oluşturan bir öykü yazdım. Sonrası geldi.

- Kitabın neredeyse tamamı bir çocuğun gözünden anlatılıyor. Bu masum ama keskin bakışı neden seçtiniz?

Bu tasarladığım bir şey değildi. Dediğim gibi Sevgili Arsız Ölüm bende çocukluğumdaki bazı şeyleri tetikledi. “Şimdi oturayım da bir çocuğun gözünden anlatayım,” diye başlamadım. Heybeme elimi attım, çocukluğum çıktı diyelim.

- “Çikolata”, “Ekmek”, “Akide Şekeri” gibi bölümler, yoksunlukla baş etmenin bir yolu olarak paylaşmayı öne çıkarıyor. Sizin çocukluğunuzda bu duygunun yeri nasıldı?

Fazla paylaşımcı bir çocuktum herhalde. O dönem çevremdeki hemen herkes de öyleydi zaten. Bir de sadece çekirdek aile küçük olunca, arkadaşlar insanın hayatında çok önemli bir yere sahip oluyor sanırım. Özellikle dışa dönük çocuklar ve gençler için. Yokluk ya da yoksunluk olmasaydı farklı olur muydum, bu cevap verebileceğim bir soru değil ama şu bir gerçek, başka bir ülkede bir avuç göçmenseniz, bağlarınız daha güçlü oluyor herhalde. Bu da paylaşmayı, paylaşımcı olmayı daha doğal kılıyor.

‘LİBYA’DAKİ BOMBARDIMANDA ORADAYDIM’

- Libya’daki yaşam, göç, bombardıman sahneleri… Bu coğrafya seçimi bir metafor mu, yoksa kişisel bir hafıza izine mi dayanıyor?

Kişisel hafızanın izine dayanıyor. Libya’da o bombardıman olduğunda ben oradaydım ve gerçekten de dört yanı yıkıldı. Biz Türk göçmenler birbirimize destek olduk ve kitapta da geçtiği gibi bir Türk şirketi bize lojmanını açtı. Tabii ki detaylar kurgu. Yoksa olaylar birebir benim anılarım değil, zaten anıları böyle detaylı hatırlamak pek mümkün olmazdı bu yaşta.

‘ÇOCUKLUK BİTMİYOR’

- Kitapta çocukluğun kaybı çok erken yaşta gerçekleşiyor. Sizce çocukluk ne zaman bitiyor?

Bilmem. Bitiyor mu? Mesela ben hâlâ oyun oynamayı çok severim. Çok da ciddiye alırım. Bu oyun arkadaşlarla birlikteyken oynanan bir sessiz sinema oyunu da olabilir, ya da dışarıdaysak topla oynanan bir oyun. Ya da kurgu şakalar. Hepimiz öyle değil miyiz? Sadece, sorumluluklar artınca oyun oynamaya daha az zaman buluyoruz diyelim. Ben buna zaman ayırmaya kıymet veriyorum hâlâ. 50 yaşıma yaklaştım ama hâlâ bir grup arkadaş fırsat buldukça korku evlerine gidiyoruz. Demek ki çocukluk aslında hiç bitmiyor.

- Roman boyunca anne, öğretmen, anneanne gibi kadın figürler belirleyici. Bu karakterler sizin edebi evreninizde nasıl bir anlam taşıyor?

Romanda kadın figürlerinin belirleyici olması benim gerçeğim. Güçlü kadınlardan oluşan, erkek etkisinin neredeyse hiç olmadığı bir ailede büyüdüm ben. Boşanmış anneanne, boşanmış anne, şiddet görmüş kadınlar… Edebi anlamda da bu gerçekliğin etrafında şekillenmem kaçınılmazdı herhalde. Bu maalesef çoğumuzun gerçeği değil mi?

‘İNSAN YAZARKEN KENDİ BELLEĞİNİ DE KEŞFEDİYOR’

- Her bölüm bir yiyecek adı taşıyor: Çikolata, Boza, Kabak Dolması… Bu seçim, hatırayı mı yoksa duyguyu mu temsil ediyor?

Aslında ikisi de. Bu farkında olmadan başlayan bir şeydi; sonradan iyi durduğunu fark edip devam ettim. İnsan yazarken kendi belleğini de keşfediyor. Benim belleğimde kokuların, tatların, dokunmaların güçlü bir yeri varmış.

Yemek ve içmek en temel ihtiyaçlarımız ama aynı zamanda günlük hayatın içinde hep var. Romanın karakteri kalabalık sofralara oturamıyor belki, bu onun yoksunluğu. Belki de o yüzden yiyecek ve içecek isimleri. Romanda kahramanın oturduğu en kalabalık sofra aslında en acısıyla sonuçlanıyor. Daha fazla bilgi vermeyeyim kitaptan. Bunlar elbette bilinçli seçimler değil. Ama şimdi sorulunca dönüp bakıyorum; acaba bilinçdışımda bir yerlerde böyle bir şey mi var, diye düşünüyorum.

- “Akide Şekeri” bölümündeki baba sahnesi kitabın en çarpıcı anlarından biri. Bu bölümün yazımı sizin için nasıl bir süreçti?

Yazması zor bir bölüm değildi aslında. Aşina olduğum bir duyguydu. Böyle şeyleri yazmak benim için genelde daha kolay. Bu tür sahnelerde asıl mesele duyguyla baş etmek değil, tonu doğru kurmak oluyor. Yani sahiplenmeden, duygu sömürüsüne kaçmadan ama gerçeğe yakın bir anlatımı korumak. Samimiyet benim için en önemli şeydi.

- Kitabın adı, yazarla karakter arasındaki çizgiyi bilinçli olarak bulanıklaştırıyor. Sizce “uydurmak” ile “hatırlamak” arasındaki fark nedir?

Uydurmak ve hatırlamak tamamen farklı iki eylem ama şunu yaptığımız doğrudur: bir anıyı hatırlarken, özellikle çok eskiden kalmış bir anıyı hatırlarken, bazı şeyleri farkında olmadan uydururuz. Ben bu kitapta her ikisini de yaptım; hem hatırladım hem de bolca uydurdum aslında.

O yüzden Bu Kızı Ben Uydurmadım. Yani bu çok tanıdık, çok gerçek bir kız; uydurulmayacak kadar gerçek. Ayrıca ismi benim için çok değerli, çünkü bu isim çok sevdiğim bir dostumun hediyesi. Bana söylediğinde, “Evet,” dedim, “kitabın adı budur.”

- Roman bittiğinde okurun içinde hangi duygunun kalmasını istediniz? Umut mu, hüzün mü, yoksa kabullenme mi?

Açıkçası okurun ne hissedeceğine müdahale etmek istemem. Hüzünlü bulan da oldu, komik bulan da. “Yarım kalmışlık” ya da “yoksunluk hissettim” diyenler oldu.

Okurun gönlünden ne geçerse onu hissetsin; yeter ki vaktini boşa harcadığını düşünmesin. :)

Sonraki Haber