İlk konuk Doğu Perinçek… H’ECE bir klasiğe dönüşüyor
Ulusal Kanal ekranlarında yayınlanan H’ECE, yeni yayın döneminde yeni saatinde izleyicilerle buluşacak. Programı hazırlayıp sunan Ece Ataer’le yeni yayın dönemini ve Türkiye’nin kültür hayatını konuştuk.
Türkiye’nin kanalı Ulusal Kanal’da Ece Ataer’in hazırlayıp sunduğu H’ECE yeni yayın dönemine başlıyor. 18 Eylül’de saat 20.30’da yayınlanacak programın ilk konuğu ise Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek. Programda Wilhelm Koppers’in “Öntürklük ve Önhintcermenlik” kitabı enine boyuna ele alınacak.
Ece Ataer’le H’ECE’yi konuştuk.
‘SEYİRCİDEN İLETİŞİM KURMALARINI İSTİYORUZ’
- Yeni yayın döneminde H’ECE nasıl bir yol izleyecek?
Yine kitaba dair her şey programımızın konusu. Geçen yıl sadece yazarları değil, yayıncıları, çevirmenleri de H’ECE’ye konuk ettik. Bu yıl sahaflar, yayın emekçileri hatta okuyucular da programımızın konuğu olacak. Elbette edebiyat ağırlıklı ama tarih, siyaset, mitoloji hatta gastronomi kitapları da içeriğe dahil. Memnun olduğum nokta, katılmak isteyen yazarların beni, kanalımızı araması ve kitaplarını göndermesi.
- Siz seyircilerden ne bekliyorsunuz?
Seyirciden isteğim bizimle iletişim kurmaları. Görüşlerini yazmaları. Programda görmek istedikleri kültür insanlarını bildirmeleri. Her hafta iletişim adresimizi yayınlıyoruz.
‘H’ECE’DE REYTİNGE BAKMIYORUZ’
- Edebiyatın, kültür ve sanatın özgün ve nitelikli isimlerini aslında halkla buluşturuyorsunuz. Kültür sanat programlarının “reyting” kaygısı nedeniyle geri planda kaldığı bir yerde; buna yel değirmenleriyle savaş diyebilir miyiz?
Ulusal Kanal artık hem haber kanalı hem de kültür kanalı. Programın saatini 20.30’a çekmeleri, önceliğin belirlenmesi demek. Şanslıyım. H’ECE’de reytinge bakmıyoruz. Türkiye’de ne yazık ki kültür-sanat programlarının izlenme oranları aynı. Biraz TRT fazla, o kadar! H’ECE’nin seyircisi sabit. Üstelik program yeni yeni fark ediliyor. Ulusal Kanal izleyicisi dışında, yeni bir kitle katıldı bize. Bunu sosyal medyadan fark ediyorum. Yayınevleri, yazarlar da yeni fark etmeye başladı. Programımın zamanla bir klasik haline geleceğini düşünüyorum.
Don Kişot yel değirmenlerini düşman zanneder. Aslında düşmanı yoktur. H’ECE’nin düşmanı değil düşmanları var. Kültür-sanat programlarının düşmanı insanı kültürel anlamda geri çeken, her geçen gün cahilleştiren diziler, seviyesiz evlenme programları, tuhaf yarışmalar... Bunlara saatlerce süren haber programlarını da dahil edebilirim. Her kanalın ideolojisine, partisine göre söyleyeceği belli ki programlarda derinlik yok, tartışmanın sonucu dahi yok! Saatlerce neden insanlar buna mahkûm ediliyor, anlamıyorum. O kadar kanıksandı ki bu durum. Doğru bu sanılıyor! Alın size düşman!
‘SİSTEMİN TEK ANLAMI VAR: TÜKETMEK!
- Türkiye’de sanat görgüsünün giderek azaldığını özellikle de dil ve edebiyatın bir yerde dışlanmaya başladığını görüyoruz. Bu neyden kaynaklı? Halk gerçekten edebiyatı istemiyor mu ya da sıkılıyor mu? Yoksa bu yabancılaşma kültürünü aşılamak için uydurulmuş bir yalan mı?
Dil ve kültür medya gibi büyük bir çıkmazla boğuşuyor. Sosyal ağlar, anlam sunamaz ancak yaşamı uzaktan izlememize izin verir. Sistemin ise tek anlamı var: Tüketmek! Edebiyatta bile sadece onların istediklerini tüketmek! Yazarlar sistemin devam etmesi için önceden belirlenip piyasaya sürülüyorlar. Kitap satanlar da onların üretimlerini önümüze koyuyor. Reklamları yapılıyor ve edebiyatta onların iyi, kaliteli olduklarına inanılıyor. İnsanlar raflardan kapış kapış çoksatanları alıyor. Onların sözleri değerli oluyor! Halk, gerçek edebiyatı bu sanıyor. Oysaki gerçek edebiyat altta kayboluyor. Sığ romanlar, sığ dille yazılır. Okuyucu, bu dile alışıyor. Biraz zorlayıcı bir üslup ya da konuyla karşılaştığında o kitaptan sıkılıyor. İşte H’ECE’de kültür arkeolojisi yaparak bu kıymetli insanları ve kitapları sizlerle buluşturmaya çalışıyorum.
Edebiyat ve dil emek okuyucu için emek isteyen bir uğraştır. Herkesin okuma ihtiyacı farklı! Eğer kişi, okuma eylemini, dolayısıyla kendini ciddiye alıyorsa, öğrenmeyi ve kendini geliştirmeyi yaşam felsefesi haline getirmişse okumak istediği kitapları kendi, özenle seçer. Kitap listesini kendi belirler. H’ECE gibi edebiyat programları ancak seçkiyi geliştirebilir. Okuyucunun her ihtiyacını karşılayamaz. Rahmetli Doğan Cüceloğlu kendi seçeneğini yaratamayan insanları kültür robotlarına benzetirdi. Şöyle derdi: “Özgürlüklerini keşfeden insanlar kültür robotu olmaktan kurtulunca kendi seçimlerini kendileri yaparlar. Ve bu insanları kitle olarak denetleyip yönetmek zorlaşır!” Ben de şunu ekleyeyim. Kuralsız, ilkesiz, çıkar dünyasının figüranları olmak can acıtıcı!
Edebiyatın toplumu değiştiren gücü vardır. Yazarı da okuyucusu da “yabancı” olan bir edebiyat Türkiye’de hiçbir şeyi değiştiremez!
- Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?
“Tüm güncel kitapları okurum!” diye övünenler, haftada ya da ayda şu kadar kitap bitiririm diyenler... Ne okuyorsunuz? Kaç antoloji var kitaplığınızda? Dede Korkut Hikâyeleri’ni, Kutadgu Bilig’i okudunuz mu? Nurullah Ataç’ın “soy eser” dediği klasikler önemlidir. Yanıltmaz insanı. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir okumak pişman etmez insanı. Geçmişi bilmeden geleceğe tutunmak zordur. Savrulursunuz. Her hafta on kitap okusanız hiçbir şey olmaz. Ama inanın Sartre’nin Sözcükler’i okumayı bilen insanların gerçek sözcükleridir. Sait Faik diyor ya... “Yazmasam çıldıracaktım!” Bu yüzyılda okumazsanız çıldırırsınız. Okuyun dostlarım...