Türkçe edebiyat Türk edebiyatına düşman

Türk dememek için 'Türkçe' ya da 'Türkiyeli' demek çok basit bir siyasi refleksin dile yansımasını da işaret ediyor aslında. Neoliberal ve etnik milliyetçi cenahta Türk kelimesinden duyulan rahatsızlığın dışavurumu yapılarak ideolojik bir motivasyon yaratılıyor.

Türk Edebiyatı mı Türkçe Edebiyat mı?” meselesi son günlerde hiç olmadığı kadar popülerleşerek edebiyat kamuoyunun gündemini meşgul etmekte. Konu ile ilgili KANON 2010 dergisindeki kapsamlı dosya kamuoyunu yeteri kadar tatmin etmemiş olacak ki “yara” deşildikçe deşilmek isteniyor.

Özdemir İnce’nin meselenin bilimsel kısmına vurgu yaparak yazdığı yazılar belli liberal ve etnik milliyetçi çevreler tarafından hakaretamiz cevaplarla karşılandı. Türk edebiyatı kavramını bilimsel veriler ışığında açıklayan İnce’nin işaret ettiği noktalara etnik milliyetçi ve neoliberal cenah kalemşörleri hiçbir dil bilgisel veriyle cevap veremedi. Bunu yapmak yerine “Türk edebiyatı diyenler ırkçıdır.” gibi post-truth zihinsel bir deformasyona başvurma yolunu tercih ettiler. Elbette bu tavrın da travmatik ve ideolojik bir alt yapısı bulunmakta. Meseleyi bilimsel olmaktan çıkaran da “Türkçe edebiyatçı”ların hiçbir bilimsel bilgiyi tanımayıp meseleyi ideolojik sapmaya havale etme çabalarından kaynaklanıyor.

Edebiyat dünyamızda “Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı?” tartışmalarının daha iyi anlaşılması için meselenin kökenine ilişkin bir bilgimizin olması gerekir. Bu tartışmanın çıkış noktası ile ilgili en net bilgiyi konunun uzmanı Özdemir İnce’nin bir yazısından çıkarabiliyoruz:

“Sadece halkın değil şairlerin de beyni yıkanıyor. Başkaları yıkamasa bile bazen kendi beyinlerini kendileri yıkıyorlar. Bundan on yıl önce Kürt kökenli olup kendini Kürt sayıp Türkçe yazan şairler arasında marazlı bir tedirginlik başlamış ve dışa vurmuştu. Aralarında sömürgecinin (kolonizatörün) dilinde yazmak bedbahtlığına uğradığını yazıp ağlayanlar bile vardı. Bu mutsuz şairleri mutlu etmek için bir çare bulundu ve Türk şiiri yerine Türkçe şiir deyişi icat edildi.”

ETNİK MİLLİYETÇİLERİN MUTLU EDİLMESİ

Meselenin çıkış noktasının etnik milliyetçilerin “mutlu edilmesi” amaçlı olduğunu söyleyen tek kişi Türk Edebiyatı kavramını savunan Özdemir İnce de değil üstelik. Yapmış olduğu antolojiye Modern Türkçe Şiir Antolojisi ismi veren Orhan Kahyaoğlu da aynı sebepten böyle bir tanımlamaya başvurduğunu antolojisinin ön sözünde şu sözlerle açıklıyor:

“‘Türkçe şiir’ tanımına gelirsek, bunu biraz açıklamaya ihtiyaç var. Şiir antolojilerinin çoğu ‘Türkçe şiir’den çok ‘Türk şiiri’ terimini kullanıyor. Ancak, bizim için belirleyici olan, modern şiiri yazan şairlerin yalnızca Türkler olmadığının çoktan ayrımına varmamız. Böyle bir ayrıma varmamızda, tabii ki Kürt sorununun, bu halkın otuz yıldır verdiği mücadelenin ve buna koşut olarak geliştirdiği kimlik arayışının payı büyük. Türkiye'de, yani Anadolu ve Rumeli coğrafyasında yaşayan her toplum veya topluluğun Türk olmadığının artık idrak edilmesi gerekiyor. Bugün ve önceki on yıllarda, anadili Türkçe olmayan ama hâkim ideolojinin sonucu Türkçe yazan çok sayıda şair bu antolojide yer alıyor. Biz de bu nedenle, bu türden şairlerin toplumsal kimliklerine duyduğumuz saygının bir sonucu olarak, ‘Türkçe şiir’in daha anlamlı bir karşılığa denk geldiğini düşünüyoruz. Bir başka husus da Türkçenin kutsanan bir dil olarak algılanmaması gerektiğidir...”

Meselenin esasını iki farklı tercihin savunucusunun ortak yargılarından hareketle net bir şekilde tespit edebiliyoruz. Buna göre çıkarabileceğimiz sonuç genel anlamda Türk edebiyatı, özel anlamda Türk sözcüğünün etnik milliyetçi kesimi rahatsız eden bir unsur olarak kodlanmış durumda olduğu gerçeğidir. Bu koda göre şair ve yazarların önünde iki seçenek kalmaktadır. Ya etnik milliyetçilerin memnun edilmesi adına içinde Türk sözcüğü geçen her türlü tanımlamadan kaçınılacak ya da bilimsel bir hakikat belli bir siyasi görüşe sahip olan kesimin duygusal tatminine aldırılmadan ortaya konulacaktır. Orhan Kahyaoğlu ve peşindeki neoliberal yazar/şair, yayınevi ve entelektüellerin antibilimsel tavırlarını doğuran yönelim de etnik milliyetçiliğin tatminini başat değer olarak kabul etmelerinden kaynaklanan bir sorunsaldan kaynaklanıyor. Bunun aydınca bir tavır olmadığı, şair ve yazar diye unvan atfettiğimiz insanların tribünlerin tezahüratlarına göre değil hakikatin rahatsız ediciliğine göre hareket etmeleri gerektiği bariz bir şekilde ortada. Ortada aydınca bir tavır koyamama sorunu olduğu da gayet açık. Aydın, kitleleri rahatsız etmeyi göze alabilen kişidir. Ortega Y Gasset’in aydının tavrı konusunda yaptığı şu tespitler meselenin taraflarının tavrının değerlendirilmesi konusunda önemli bir argüman sunuyor:

“Aydının varlığı insanları mutlu etmek için değildir, tedirgin etmek içindir, (…) Gerçek aydının görevi pohpohlamak ya da yüceltmek değildir, çarpık gördüğüne karşı çıkmak ve düzeltmektir; dolayısıyla yazgısı çetin, sert, hatta korkunçtur.”

Edebiyatın bir bilim olduğu ve bilimin kategorizasyonunun bilimsel veriler ışığında yapılması gerektiği ve bilimin belli bir siyasi grubun mutluluğunu temin etmek gibi bir görevi olmadığını gerçeği meselenin taraflarının meseleye yaklaşımlarındaki paradigma farkını ortaya koyması bakımından önemli bir husus. “Etnik milliyetçiler mutlu olsun diye Türk kelimesini kullanamayız.” demekle “Belli bir siyasi görüşe sahip insanlar evrim kelimesinden rahatsız oluyor, o yüzden evrim kelimesini kullanamayız.” demek arasında metot olarak herhangi bir fark yok.

Post-Truth kavramına göre gerçeğin miadı dolmuş ve artık gerçeklik ötesi bir anlayış doğmuştur.

TÜRK DEMEMEK İÇİN KULLANILAN KAVRAMLAR

“Türkçe edebiyatçı”lara göre İngiliz, Fransız, Alman, Rus, İtalyan vs. milletlerin edebiyatları o milletlerin ismi ile anılması gerekirken Türk milletinin edebiyatının Türk edebiyatı şeklinde adlandırılmaması gerek. Nedeniyse Türkiye’de etnik farklılıktan kaynaklı olarak özel bir hassasiyetin olması! Sanki Fransa’da, Rusya’da ya da İngiltere’de tek bir etnik grup varmış gibi hareket edilip bu kıstasın o milletler için uygulanmasının talep edilmemesi ise meselenin trajikomik kısmı.

“Türkçe edebiyat” ile paralel bir şekilde edebiyat piyasasına sokulmaya çalışılan bir başka ifade ise “Türkiyeli” kavramı. Türk dememek için “Türkçe” ya da “Türkiyeli” demek çok basit bir siyasi refleksin dile yansımasını da işaret ediyor aslında. Neoliberal ve etnik milliyetçi cenahta Türk kelimesinden duyulan rahatsızlığın dışavurumu yapılarak ideolojik bir motivasyon yaratılıyor. Can Yayınlarından çıkan İtalyan yazar Elsa Morante’ye ait olan Arturo’nun Adası adlı kitabın tanıtım yazısı bile tek başına bu komik çelişkiyi ele veriyor:

“Türkiyeli okurlar, İtalyan romancı, öykücü ve şair Elsa Morante’yi dilimize Tarih Devam Ediyor adıyla çevrilen La Storia adlı romanıyla sevmişlerdi.”

Türk kelimesini kullanmaktan imtina eden tanıtım yazarı, İtalyan kelimesini kullanmakta herhangi bir beis görmüyor. Üstelik bu tutarsızlık Can Yayınlarının hiçbir editörünün dikkatini çekmemiş olacak ki müdahale edilip bu çelişkinin sebebi sorulup gerekli düzeltme yapılmamış.

Meseleye taraf olmaya çalışan bir başka isimse T24 adlı sitedeki yazısıyla gündeme gelen Mesut Varlık. Yazısında antimilliyetçi bir tavır sergilediğini iddia ederek belli bir kitleyi arkasına almayı hedefleyen Varlık, Türk kelimesini kullanmanın milliyetçilik olduğunu iddia edecek bir bilgi deformasyonu yapmaktan da çekinmiyor:

“Edebiyatı milliyetçi perspektiften okumaya devam etmeyi tercih eden edebiyatçıların olması anlaşılabilir. Ancak bunun bir seçim değil, değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hakikat bilgisi olduğunun iddia edilmesi kültürel faşizmdir: Kendi muhayyel icadının hakikat olarak dayatılmasıdır. Aksini veya gayrısını söylemeye kalkışanların cezalandırılmasında bir beis görmeyen, bundan tatmin duyan bir anlayışı hoş karşılamak mümkün değil elbette. Edebiyatımızdan bahsederken ‘Türkçe Edebiyat’ demekten çekinmek, utanmak nedendir?”

Varlık’ın edebiyatı neoliberal bir perspektiften okumaya çalışması anlaşılabilir bir durum. Ancak bunu yaparken karşı tarafın bilimsel argümanlarına hiçbir cevap vermeden meseleyi milliyetçiliğe dayandırması ve bu milliyetçilik algısı üzerinden haklılık inşa etmeye çalışması etik bir tavır değildir. Bugün Türkiye’nin en önemli yayınevlerinden olan İletişim, Metis, İthaki, Ayrıntı, Sel vs. yayınevleri neoliberal dünya görüşleri ekseninde hareket edip “Türkçe edebiyat” kavramını kullanırken hiç kimse çıkıp bu yayınevlerini cezalandırmayı teklif etmiyor. Yapılan sadece bu yayınevlerinden tutarlı ve bilimsel bir yaklaşım sergilemelerini talep etmekten ibarettir. Asıl kültürel faşizmin sırf Türk edebiyatı kavramını kullandığı için insanların ideolojik tutumlarını ve politik geçmişlerini görmezden gelip faşist ilan ederek itibarsızlaştırmaya çalışanların olduğunu idrak etmesi gerekir.

POST-TRUTH YAKLAŞIM

Mesut Varlık’ın yazısını kurgularken kullanmış olduğu post-truth teknik Türk edebiyatında günden güne ağırlığını hissettirmeye başlaması bakımından da açıklanmaya değer bir yaklaşım. Post-Truth kavramı esası itibarıyla “nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu” şeklinde açıklanan ve Oxford Üniversitesi ve The Society For The German Language In Wiesbaden tarafından yılın sözcüğü seçilen bir kavram. Bu kavrama göre gerçeğin miadı dolmuş ve artık gerçeklik ötesi bir anlayış doğmuştur. Bu anlayış kişisel kanaatleri nesnel gerçekliğin üstünü örtecek kadar güçlü hâle getirmeye başlamıştır. Genel olarak politikada kullanılan bu kavram edebiyat eleştirisi alanında da hüküm süren bir anlayışı imlemektedir. Bir milletin edebiyatının o milletin adıyla anılmasını söyleyenlerin sırf bu yargılarından hareketle “edebiyatı milliyetçi perspektiften okumak”la itham edilmesi de post-truth yaklaşıma örnek bir tutum. Varlık’ın bu kanaatinden hareketle içinde Türk kelimesi geçen herhangi bir kavram ya da cümleyi “milliyetçilik” ile açıklayıp itibarsız hâle getirebiliriz. Elbette bu yaklaşım tutarsız bir fikir pratiğidir. Ancak bu tutarsız fikir pratiği işlevsel bir yapıya sahiptir. Irkçılık ve faşizm gibi toplumda derin endişe uyandıran ve olumsuzluk imgesi yaratan sözcükler herhangi bir gerçeği olumsuzlamak için kullanılırsa eğer elbette meselenin özünü bilmeyen insanlar tarafından destek görebilir.

Varlık’ın ulus meselesindeki bilgi eksikliği ise mevcut yazısını oluştururken yaptığı okuma eksikliğini de ele veren bir başka husus:

“Mesela Türki Cumhuriyetler arasında sayılan Tacikistan’ın çağdaş edebiyatı Türk edebiyatına dâhil midir?” (Not: Varlık’ın yazısındaki bu bilgi yanlışı benim kendisini uyarmam sonucu düzeltildi.)

Mesut Varlık, İrani bir millet olan Tacikistan’ı Türkî bir devlet sanıp yazısındaki kanaatine argüman üretmeye çalışarak dahi mesele üzerindeki hâkimiyetsizliğini ele vermekte. Tüm bu çelişkilere rağmen Varlık’ın iddiasını temellendirme gayreti ideolojik tutumunun gereğini yerine getirdiği gerçeği dışında başka bir hakikati de karşılamıyor üstelik. Ancak bu ideolojik tutum bilimsel bilginin değil duygusal tutumun öncüllenmesini içerdiği için de pek yadırganmaması gereken bir durumu da işaret ediyor. Çünkü artık Bacon’ın “Bilgi güçtür.” dediği çağda olmadığımız biliniyor. Neoliberal düzende “Bilgisizlik güçtür.” gibi görülüyor.

Sonraki Haber