Yönetmen Alkan Avcıoğlu: Yapay zekâ yaratıcı güç veriyor

Yapay zekâ ile yaptığı Gerçek Ötesi belgeseli Varşova Film Festivali’nde ilk kez gösterilen Alkan Avcıoğlu, ‘Yapay zekâ, kavramsal düşünen sanat sineması yönetmenlerinin eline muazzam bir yaratıcı güç veriyor.’ dedi.

Yapay zekâ sanatçısı Alkan Avcıoğlu’nun ilk filmi “Gerçek Ötesi” (Post Truth), uluslararası prömiyerini 41. Varşova Film Festivali’nde yaptı. Yapay zekâ ile üretilmiş ilk uzun metrajlı belgesel olan Gerçek Ötesi’ni ve yapay zekânın sinemaya etkilerini Avcıoğlu ile konuştuk.

- İlk olarak belgesele adını verdiğiniz gerçek ötesi yani post truth kavramıyla başlamak isterim. Nasıl tanımlıyorsunuz bu kavramını?

Post truth, nesnel gerçeklik yerine kişisel duygular ve inançlarla hareket ettiğimiz; dolayısıyla da artık hakikatle ilgilenmediğimiz bir çağı anlatan bir kavram. Bu bağlamda, hakikatle bırakın ilgilenmeyi, hakikatin öneminin kalmadığı, gerçek ötesi bir dönemdeyiz. Herkesin ilgilendiği tek şey, kendi inançlarına ve ideolojisine uygun olup olmadığı. Kendi hikâyelerimize ve görüşlerimize uysun diye gerçekleri öyle eğip büküyoruz ki, artık hiçbir şeye güven kalmıyor. İnanmak istediklerimizle örtüşmeyen her şeye sahte dediğimiz, karşı tarafı anlama kapasitemizi yitirdiğimiz ve küresel olarak giderek kabileleştiğimiz bu çağı anlamak için ihtiyacımız olan bir kavram.

‘GERÇEK İLE GERÇEĞİN TEMSİLİ ARASINDAKİ AYRIM KALKTI’

- Belgeselin fragmanında şöyle bir cümle geçiyor: “Gerçek dünya hakkında sahte bir film.” Bir röportajınızda da Baudrillard'ın “Postmodern toplumda kopyalar orjinallerden daha gerçek hale geldi.” sözünü hatırlatıyorsunuz. Kopyalar aslının yerini mi alıyor?

Çoktan aldı bile çünkü gerçek ile gerçeğin temsili arasındaki ayrım kalktı. Sosyal medyadan politikaya, reklamdan özel hayata kadar artık her şey o kadar sahte ve kurmaca ki, artık gerçek ile kopyalar arasındaki sınır tamamen bulanıklaşmış durumda. Manipülasyon ve algı yönetimi ile dolu bu çağda, sahte olan artık sadece bir taklit değil, kendi başına bir gerçeklik üretir hale geldi. Bu bağlamda benim filmim de her yanımızı performansın sardığı, sahteliklerle dolu bir dünyayı, yapay görüntülerle anlatmanın hakikate bir adım yaklaşmak olacağı iddiasında.

‘YAPAY ZEKÂ YARATICI BİR GÜÇ VERİYOR’

- Yapay zekâ sinema özelinde de çok tartışılıyor. Bu tartışmalar daha çok teknik kısmıyla, emek ve telif haklarıyla ilgili. Ancak siz konuyu farklı bir yerden ele alıyorsunuz. Yapay zekâyla ilgili asıl tartışılması gerekenler neler? Siz yapay zekâ ve sinema ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?

Evet, internette dönen tıklama tuzağı yapay zekâ tartışmaları ya da insanların panik dolu endişeleriyle benim filmimin pek bir ilgisi yok. Dediğiniz gibi, ben konuyu farklı bir yerden ele alıyorum. Çünkü yapay zekâyı kavramsal bir araç olarak kullanıyor ve onunla gerçekliğin doğasını sorgulayan bir belgesel yapıyorum. Lakin filmimi en çok beğenenler, yapay zekâ ile film yapımına karşı önyargılı kişiler oldu. Çünkü yüzeysel tartışmaların ötesinde, insanların en başta aklına pek gelmeyecek bir konsept için kullanıyorum bu aracı.

Bu çerçevede filmim Hollywood'daki senaryo, oyuncu ya da emek odaklı tartışmaların ötesine geçip kimsenin düşünmediği bir alanı açıyor: Yapay zekâ, kavramsal düşünen sanat sineması yönetmenlerinin eline muazzam bir yaratıcı güç veriyor. Bana kalırsa, film projelerini finanse etmenin gittikçe zorlaştığı bu çağda, bağımsız sinema için en büyük fırsatlardan biri.

‘60 SAATİN ÜZERİNDE GÖRÜNTÜ ÜRETTİM’

- Yapay zekâ ile ilk uzun metrajlı belgeseli yaptınız. Bu projeye nasıl başladınız? Hangi zorluklar karşınıza çıktı? Sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Sinema yazarlığından dağıtımcılığa, DJ’likten akademik çalışmalara kadar uzanan bir kariyerim vardı. Yani sanatla iç içe bir hayatım oldu diyebilirim. Son yıllarda ise gerek resim, gerek sinema, gerek edebiyat; birçok geleneksel sanat formunun bu tuhaf çağı anlatmakta yetersiz kaldığını düşünüyordum. Bu yüzden, gördüğüm potansiyelden dolayı kariyerimde radikal bir değişiklik yaparak yapay zekâ ve sanatsal ifade kesişimine odaklandım. Birkaç yıl önce, fotografik gerçekliği sorgulayan resim koleksiyonlarımla yurt dışında galeriler ve müzeler nezdinde önemli bir çıkış yakaladım. Belgesel fikri de bu dönemde doğdu; çünkü başından beri yapay zekâ araçlarını gerçeklik kavramını sorgulamak için kullandım. Tanıdığım tüm yapay zeka sanatçıları Hollywood tarzı bir film yapmaya çalışırken, ben köyün delisi olarak sahte görüntüler üreten bir aracın en çok belgesel formuna yenilik getireceğini düşündüm.

İki yıla yakın bir senaryo yazım süreci oldu. Bir enformasyon bombardımanı yaratan senaryo o kadar geniş dönem ve konulara dayanıyor ki, sanırım en büyük zorluk projenin bu epik sayılabilecek kapsamıydı. 60 saatin üzerinde görüntü, 1000’in üzerinde şarkı ürettim film için. Yani epey zahmetli ve uzun bir prodüksiyon süreci oldu diyebilirim. Filmin eleştirel anlamda bu kadar beğenilmesi ise bugün tüm bu deneyimi benim için son derece tatmin edici kılıyor.

‘YAPAY ZEKÂ YENİ İFADE ALANLARI GETİRECEK BİR ARAÇ’

- Günümüzde artık yeni araçlardan, yeni bir dilden söz ediyorsunuz. Yapay zekâ yeni bir sanat formu ve hatta yeni sanat türlerini beraberinde getirir mi? Özellikle prompt yani talimat mühendisliği diye bir kavram ortaya çıktı. İnsan yaratıcılığı artık bu noktada mı sınanacak?

Öncelikle yeni sanat türlerinden ziyade mevcut sanat türlerine taze bir soluk getirecek. Dijital teknoloji ile de öyle olmuştu. Evet, dijital sanat diye yeni bir alan açıldı. Ama dijital kamera ile çekilen filmlere de film diyoruz, dijital araçlarla üretilen resimlere de resim diyoruz. Dolayısıyla ben bunu öncelikle sanatın mevcut formlarına yeni ifade alanları getirecek bir araç olarak görüyorum.

Talimat mühendisliği dediğimiz şeyin yaratıcılık ya da sanatla doğrudan bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bu daha çok işin zanaat ya da ticari üretim kısmıyla alakalı. Yakın bir gelecekte sanatçının görevi prompt yazma tekniklerindeki yaygın tarzın dışına çıkmak ve alışılmadık formlar geliştirmek olacaktır. Çünkü gerçek yaratıcılık daha iyi ve optimum yöntemlerle talimat yazmakta değil, deneysel denemelerde yatıyor.

‘HER YENİLİK SANATIN İFADE ALANINI GENİŞLETTİ’

- Yapay zekâyla birlikte sanatçının icra eden noktadan tasarlayan bir noktaya geldiğini ya da gelebileceğini söyleyebilir miyiz? Yani ustalıktan mimarlığa geçiş gibi ele alabilir miyiz?

Sanatçının icra eden değil, tasarlayan bir konuma geçmesi fikri yeni değil. Aslında Duchamp’tan bu yana, yani 20. yüzyılın başından itibaren sanat tarihi zaten emek ve ustalık merkezli üretimden uzaklaşıp, kavramsal ve performansa dayalı bir yönelime girdi. Postmodern sanatta icra ve virtüozite yerini vizyona ve disiplinlerarası sentezlemeye bıraktı. Resimde kolaj, müzikte sampling kullanımı gibi yaygın teknikler zaten geleneksel anlamdaki sanatçı kavramını dönüştürerek zanaatin önemini azalttı. Kuşkusuz yapay zeka bu mevcut yönelimi daha görünür ve çarpıcı bir biçimde hızlandıracak.

- Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Tarih boyunca sanatta her yeni teknoloji önce dirençle karşılandı: Fotoğrafın gelişi resmin sonu sanıldı, sesli sinema büyüyü bozdu dediler, synthesizer müziği öldürecek zannedildi. Video sanatı yıllarca ciddiye alınmadı, dijital eserler dosya muamelesi gördü. Ama her yenilik sanatın ifade alanını genişletti. Yapay zekâ da bugün bu zincirin son halkası. Mevcut değerleri aşındıracağı ve pek çok şeyi yerinden edeceği kesin. Ama asıl soru şu: Bu araçla ne yapılabilir? Neyi başka türlü söyleyemezdik? Endişe yerine merakı koymak, sanatın geleceğini şekillendiren şey olacak.

Sonraki Haber