Arap dünyasında laiklik arayışı

“Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Ben Mısır'ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır'da yeni rejim laik olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Arap Baharı ayaklanmalarının hemen ertesinde Eylül 2011’de Kahire ziyareti esnasında, yukarıda bir bölümüne yer verdiğim laiklik çağrısını yaptı.

O dönemde Erdoğan’ın ifadeleri Arap ülkelerinde büyük tartışmalara neden oldu. Bölgedeki ilerici gruplar Erdoğan’ın açıklamasını olumlu karşılarken, eleştiri mahiyetinde ilk cevap Müslüman Kardeşler’den geldi.

Örgütün sözcüsü Mahmud Guzlan yaptığı açıklamada, “başka ülkelerdeki deneyimler, Mısır'a kopyalanamaz. Türkiye'de laik bir devletin kurulmasına neden olan koşullar, Mısır'daki koşullardan farklıdır” ifadelerini kullanırken, Erdoğan’ı Mısır’ın içişlerine karışmakla itham etti.

Köprünün altından çok sular aktı. Arap Baharı sonrası bölge büyük bir değişim yaşadı. Fakat nehir beklenilen yönde akmadı.

Bugün, bölgede mezhepsel ve etnik çelişkilerin yanı sıra emperyalizmin müdahaleleri derinleşerek devam ediyor.

Sorunlara çare bulma çabası ise devam ediyor.

Bu doğrultuda Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un “laik devlet” çıkışı, Arap ülkelerindeki yeni sistem arayışını tekrar gündeme getirdi.

ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN İLACI LAİKLİK

Aoun, geçtiğimiz hafta yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı; “Lübnanlılar, uzun yıllardan beri yaşadıkları acıların ardından niteliğin ölçü alındığı, herkesin hukuk karşısında eşit olduğu ve mezhep liderleri yerine vatana aidiyet hissi beslenen bir devlete kavuşmayı hak ediyorlar. Ülkemizde bir sistem değişikliği ihtiyacı var. Lübnan'ın seküler bir devlet olarak ilan edilmesi çağrısında bulunuyorum.

Aoun’un açıklamasına değin, tıpkı Marx’ın, Avrupa’da Sosyalist devrim yaşanma olasılığı en düşük ülke olarak Rusya’yı görmesi gibi Ortadoğu’da da ulus devlet ve laikliğin yerleşmesi için en elverişsiz ülke Lübnan olarak görülebilirdi.

Fransız sömürgeciliğinin mirası bir Anayasa ve devlet yapısı nedeniyle, kılcal damarlarına değin mezhep ve etnik temeller üzerinden klanlara bölünmüş bir ülkeden bahsediyoruz.

Cumhurbaşkanı’nın Maruni Hristiyan, Başbakan’ın Sünni ve Meclis Başkanı’nın Şiilerden seçilmesi dayatılan, feodalizmi aşamamış, klanlar ülkesi Lübnan’dan bu çağrının gelmesi tarihi önemdedir.

Aoun’un çağrısı emperyalizmin tıpkı Irak, Suriye ve Libya’da toplumları dini ve etnik kabilelere bölmeye çalıştığı bir süreçte daha da değer kazanmaktadır.

Fakat büyük bir coşkuya kapılmadan evvel bu çağrının, İsrail’e karşı bölgede tek savaşan kuvvet olan Hizbullah’ı sekülarizm adı altında siyasi sahneden silme güdüsüyle ortaya atılmış olduğu ihtimalini de gözden kaçırmamakta yarar var.

Bu noktada, Hizbullah’ın çağrıya vereceği cevap önem kazanmaktadır.

Uluslararası planda ise Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, Lübnan’a adeta bir sömürge valisi edasıyla dayattığı ve içeriği bilinmeyen “Yeni Yol Haritası”ndan hemen sonra bu çağrının gelmesi dikkatle değerlendirilmelidir.

TUNUS’TA İHVAN’A İSYAN

Bölgede laiklik eksenli tartışmaların yaşandığı bir başka Arap ülkesi ise Tunus…

Ülkede Ulusalcılar ve Müslüman Kardeşler’in kolu olan Nahda arasında koalisyon sonlandı.

Türkiye’de de örnek olarak gösterilen bu birliğin bozulmasının sebebi, çeşitli yolsuzluk olayları gibi gözükse de perdenin arkasında, Libya başta olmak üzere milli güvenlik stratejileri konusunda yaşanan anlaşmazlıklar olduğu biliniyor.

Nahda lideri Gannuşi’nin, 2016 yılında parti kongresinde yaptığı “dini siyasi mücadelelerden uzak tutmak istiyoruz. Tarafsızlık çağrısında bulunuyoruz. Modern bir devlet, ideolojiler, büyük sloganlar ve siyasi kavgalarla değil, uygulanabilir programlarla işler” açıklamasıyla, Nahda hareketi daha ılımlı bir çizgi izleyeceğini ilan etse de ulusalcılarla bir türlü kan uyumunu yakalayamadı.

Nahda’nın bölgede kendi ideolojisine yakın grupları, şartlar ne olursa olsun savunma refleksinin yanı sıra içeride ölçüsüz bir biçimde kadrolaşma ve laik temellere sahip Tunus’u dönüştürme çabası geniş çevrelerin tepkisini çekmeye devam etti.

Meclis Başkanlığı’nı sürdüren Nahda lideri Gannuşi, güven oylamasını kıl payı farkla kazanmış olsa da ülkedeki siyasi kargaşa derinleşiyor.

Tunus’taki saflaşmada, AKP iktidarı Nahda’nın yanında konumlanmayı tercih etti.

İçinde eski rejimden isimlerin yanı sıra ülkenin kurucu önderi Habib Burgiba yanlıları, sendikalar ve sol/sosyalist çevrelerin yer aldığı ulusalcı cepheyi ise İhvan karşıtlığından dolayı Cezayir ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleri destek veriyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin de ülkeye, eski rejim unsurları üzerinden müdahil olmaya çalıştığını biliniyor.

ABD ve Fransa’nın ise tıpkı Libya’da olduğu gibi ikili oynadığı ve iki tarafla da ilişkilerini sürdürdüğü, özellikle ABD’nin ülkede askeri bir üs kurmak için nabız yokladığına dair pek çok veri var.

HANGİ LAİKLER?

Ortadoğu’daki laik grupları incelediğimizde iki farklı akımı tespit ediyoruz;

  1. Laiklik adı altında Batı’yla işbirliğini savunan, İhvan düşmanlığı noktasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve hatta ABD içindeki kimi yapılarla işbirliği içine girebilecek olanlar,
  2. Bölgenin antiemperyalist geleneğine yaslanan, İhvan başta olmak üzere Siyasal İslamcı gruplara emperyalizmin taşeronluğu ve toplumsal gericilik nedenleriyle karşı çıkan, tam bağımsızlıkçı çizgiyi savunanlar.

Bugün bölgedeki İhvan ve Siyasal İslam karşıtı çıkışları değerlendirirken, bu iki akımın varlığını adeta siyasi bir süzgeç gibi kullanılmalı.

Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun, 1975-1990 arasında aralıklarla süren iç savaş esnasında Fransa ve İsrail’le aynı cephede yer alan Maruni harekete liderlik etmiş olsa da İsrail işgaline karşı direnen Hizbullah’la, 2000’lerden itibaren “Lübnanlılık” kimliği altında siyasi birliktelik yapma cesaretini gösterebilmiş bir lider.

Aoun, emperyalizmin model olarak dünyaya dayattığı etnik ve mezhepsel anlamda bölünmüşlük üzerine kurulu olan Lübnan modelini sonlandırmak amacıyla, “laik devlet” çıkışını yaptıysa, her anlamda desteklenmesi gerekmektedir.

“Laik devlet”, Lübnan’daki klanları bir araya getirip, ulus devlet potası altında eritebilecek örnek modeldir.

Bu model yapısı itibariyle emperyalizmin projelerinin karşısındadır.

Fakat eğer bu model, Hizbullah’ı siyasi arenadan tasfiye etmek için bir tuzak olarak sunuluyorsa, bu noktada dikkatli olmakta yarar vardır.

Yazının başında da ifade ettiğim üzere, Hizbullah’ın “laik devlet” çıkışı karşısındaki tavrını hangi gerekçelerle temellendireceği belirleyicidir.

Diğer yandan Tunus’ta, Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alan Habib Burgiba geleneğine dayanan, başta Fransa olmak üzere emperyalizme karşı mesafeli bir siyasi iktidarın kurulması bölgenin lehine olacaktır.

Aksi halde uluslararası tröstlerle iç içe geçmiş, laiklik kisvesi altında ülkeyi Batı’ya pazarlayan veya emperyalizmin bölgeye dini gericilik dayatılması planları içinde yol alan İhvancı bir iktidarla Tunus sabaha uyanabilir.

EMPERYALİZME KARŞI LAİKLİK

Çok kutuplu dünya kurulurken, yerel siyasi akımlarda yeni yataklara doğru yöneliyorlar. Daha önce bir araya gelmesi hayal bile edilemeyen grup ve kişiler ittifaklara yönelirken, kardeşler düşman haline gelebiliyor.

Bunca belirsizlik içinde gerçeği bulmanın yolu ise bilimsel doğrular ve emperyalizm karşısında başarılı olmuş örneklerden ders çıkarmaktan geçiyor.

O veya bu nedenle emperyalizmle çelişki içinde olan bir kuvvetin manevra alanı, dayandığı sınıfsal ve ideolojik temellerle sınırlı kalıyor. Bu sınırları, ideolojik garabetler ve tarihsel çarpıtmalar yaratarak aşmak mümkün değil.

Bölgede emperyalizmin etnik ve mezhepsel dayatmalarına karşı çözüm, laiklik ve sıkı vatandaşlık bağlarıyla birbirine kenetlenmiş çağdaş bir toplumdan geçiyor.

Ortak kaderi paylaştığımız Arap milletlerinde de bu yönde bir uyanışın başladığını görmek umut verici.

Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alan Cemal Abdül Nasır’lar, Habib Burgiba’lar ve Mişel Aflak’ların yeniden keşfedilme zamanı yaklaşıyor…

Tunus’un kurucu lideri Habib Burgiba’nın, 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmadan kısa bir bölümle bitirelim;

“Daha lise talebesiyken, Sadıkî Kolejinde, okul defterimin ilk sayfasına şunları yazmıştım: Kahrolsun müstemlekecilik(sömürgecilik), yaşasın Türkiye… Bu cümlede bir ret ve bir ümit vardı. Türkiye ümidi temsil etmekteydi. (...) Bizim sömürgeleşmemiz, sizin yenilginiz olmuştu. Sizin Kemalist ihtilâliniz ise bizlere maya oldu.