Arturo Ui'nin önlenebilir yükselişi

Hitler’in baş oyun kişisi olduğu bir gangster oyunu yazmanın ilk düşüncesi, oyunun yazılışından beş yıl kadar öncedir. Brecht, Ana oyununun 1935/1936 kışında New York'taki gösteriminde bunları düşünüyordu. Deniz ötesindeki ülkesinde bir siyasal gangster göze görünür biçimde tırmanmakta ve yığınları da etkilemekteydi. 1939 yazında, Hitler faşizmi Danimarka'yı da yutmak üzereyken Brecht İsveç'e kaçtı. Hitler’in Danimarka’yı ve Norveç’i de ele geçirmesiyle artık Avrupa'da güvenli bir yer kalmamış gibiydi. 1940 yılının sonlarında, ailesini ve yakın dostlarını yanına alarak Finlandiya'ya göç eden Brecht, orada A.B.D.'ne gidebilmek için vize beklemeye başladı. İşte bu bekleyiş içinde ne vakitten beri yazmayı düşündüğü tema yine kafasına takıldı. Onun 10 Mart 1941 tarihli günlüğünde şu dizeleri okuruz: “Onbir ya da oniki tabloluk bir tasarım var. Elbette, oyun parodiyi sağlayacak büyük ölçüler içinde yazılmalıdır" . Brecht, bu oyunu Mart ve Nisan ayları içinde, A.B.D.'ne gitmek için vize beklerken Helsinki'de yazdı. Oyun, Hitler’in toplum düzenini, faşizmin eylemlerini bir gangster dünyasının karanlığı içinde göstererek, o sırada kendilerini dünyada olan bitene kapamış olan Amerikan seyircisini uyarma görevini yüklenmek istiyordu. Bunun için de, mekân olarak Chicago’yu seçmişti. Ne ki, umduğu çıkmadı; oyun ancak onun ölümünden sonra yayımlandı ve oynandı.

Bir prolog, onaltı tabloyu ve bir epilog’u kapsayan Arturo Ui Hitler'in Alman kapitalistleriyle olan ilişkisini, Chicago gangsterlerinin iş adamlarıyla olan işbirliğine koşutluk kuracak biçimde yazılmıştır. Brecht’in deyişiyle, Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi "büyük katillere duyulması olağan, o tehlikeli saygıyı yoketmek amacıyla yazılmış bir 'kıssadan hisse çıkarma’ oyunudur”; çünkü, "büyük katiller sergilenmelidir, özellikle gülünçlükleri içinde gösterilmelidir. Bunlar aslında gerçek anlamda büyük siyasal katiller değildirler; ama büyük katliamların suçlularıdırlar; kanımca bu çok daha başka birşey".

Hitler’in uzun bir süre Avrupa’yı kasıp kavuran faşizmi ile Chicago gangsterlerinin birdenbire A.B.D.’yi hallaç pamuğu gibi attıkları dünya arasındaki koşutluklar ve benzerlikler, yazıldığı dönemi ve özellikle de Amerikan seyircisi için önemli bir yabancılaştırma olgusunu varediyordu. Ancak oyun savaşın bitiminden onüç yıl sonra oynandığı için, gangsterler dünyası Avrupa için geri planda kalmıştı. Bunun bir nedeni, Alman Faşizmi'nin insanlık tarihinde görülmedik bir yıkıntı getirmiş olmasıydı. Bu kolayca onarılabilecek türden olmayan manevi ve maddi bir yokoluşun yıkıntısıydı. Doğal olarak, 1958 yılında, bu oyunu seyredenler, içinde yaşadıkları korkunç yılları bir daha nefretle anımsıyor, gangsterler dünyası ile dolayısıyla ilgileniyordu. Oysa gangsterlerin karanlık dünyasıyla bugünkü çok uluslu kapitalist dünyanın benzerlikleri hâlâ geçerlidir. Özellikle, faşizmi yaşamamış ya da faşizmin dişlerini göstererek sırıttığı, sinsice ilerlemeye çalıştığı geri bıraktırılmış ülkelerde bu koşutluk daha da anlam kazanmaktadır. Bu koşutluk seyircinin yargıya varabilmesi için çok geçerli bir estetik uzaklığı içermektedir.

Brecht, Chicago gangsterlerinin en ünlülerinden biri olan Al Capone’u düşünmüş olmalı ki, oyunundaki gangster pakronuna Arturo Ui adını vermiştir. Oyunda, Arturo Ui, New York’un yoksul kenar mahallelerinden biri olar Bronx’tan çıkma küçük bir mafya lideridir. Chicago’daki karnabahar tröstünün koruyuculuğunu zor kullanarak ele geçirmeyi başarmıştır. Oyundaki öteki kişiler de İtalyan adları taşırlar, tıpkı gerçek dünyadaki Mafia üyeleri gibi... Ui’nin yardımcıları Emanuelle Giri (Göring) ile Giuseppe Givola (Göbels) onun silahlarıdır. Ui’nin ilk tırmanışındaki cellâdı Ernesto Roma (SA kıtaları komutanı eşcinsel Röhm) daha sonra Giri ve Givola tarafından temizlenir. Oyundaki iş adamları ve siyasal kişilikler ise Anglosakson adları taşırlar. Vali ve tüccar Dogsborough (Hindenburg), Ui’nin şantaj yoluyla avucuna aldığı yoz politikacı patrondur. Ui, yıldırma yöntemleriyle Chicago'ya egemen olduktan sonra, gözünü komşu kent olan Cicero’ya (Avusturya’ya) çevirir. Bu kenti elinde tutan Dullfeet (Avusturya Cumhurbaşkanı Dollfuss) Cicero'nun sebze tröstünün başkanıdır. Ui, kendisinin korkunç yöntemleriyle Dullfeet’i öldürterek yerine geçer ve karısı Betty Dullfeet'e; sahip olur, böylece sonunda hem Chicago'daki (Almanya’daki) hem de Cicero’daki (Avusturya’daki) yığınların oylarını kendisinde toplar. Parlamento yangını da aynı parodik koşutlukla ele alınmıştır.

Brecht'in bu oyunundaki üstün nitelik, konunun işlenmesinden çok, kullandığı dil ve grotesk oyun kişileriyle ortaya çıkar. Çünkü Marksist Brecht, oyunun konusunu, tarihsel diyalektik yöntemi kullanmadan, Marksist olmayan bir tarihsel bakışla işlemiştir; faşizmin çıkışını bireyin zaafları üzerine kurmuştur. Örneğin, Hindenburg'un yozlaşmasındaki neden, ona armağan edilen Neudeek Çiftliği yüzünden olduğunu belirtmek gibi... Hitler de, Hindenburg’un bu zayıf yanından yararlanıp onu tehdit ederek başbakan olmuştur. Bu olay tarih açısından doğru da olsa, Alman faşizminin doğup büyümesini yalnızca bireysel bir nedene bağlamak nekadar doğrudur? Parlamento yangını üzerine yeni ortaya çıkan belgeler ise, Brecht’in bu konusunu diyalektik açıdan güçsüz bırakmaktadır.

Oyunun en ilginç ve etkili yanı, Brecht’in, gangsterlerin karanlık dünyasını klasik şiir ölçülerinin kullanıldığı bir atmosfer içinde vermesidir. Yazar, buna, ‘büyük üslûp’ diyor. Genellikle, serbest, beş ölçülü dizelerle koşuk biçiminde yazılmış. Arada düzyazıyla yazılmış yerler de var (örneğin, aktör eskisinin Ui’ye yürümeyi, durmayı, tavrı ve konuşmayı öğrettiği. 6.Tablo). Bu oyunda, Shakespeare’vari tablo sonları, Shakespeare’den alıntılar var: örneğin, Julius Caeser tragedyası’ndaki Antony’nin, "Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar”, diye başlayan ünlü tiradının tamamı, 6. Tablo’nun sonuna konulmuştur. Başka bir tabloda da Faust’un 1. Bölüm’ündeki bahçe sahnesinin bir parodisi yer alır. Bunlar Brecht'in dehasını gösteren tablolardır. Örneğin, Givola’nın çiçekçi dükkânında (Faust'ta bahçe), Ui, Dullfeet, Givola ve Betty Dullfeet arasında geçen sahnede Avrupa seyircisinin hemen çağrışımla yöneleceği olaylar vardır. Burada tıpkı Mephistopheles’in Martha’yı yumuşatması ve Faust'un Gretchen'i kandırması gibi, Givola başka bir anlamda Dullfeet'i yumuşatırken, Ui de Betty’yi kandırmaktadır. Ayrıca, bu oyunda, Shakespeare’in III. Richard tragedyasını anımsatacak koşutluklar buluruz, tıpkı tragedyadaki gibi, Ui öldürdüğü adamın karısına sahip olur ve yine tıpkı III. Richard gibi, düşünde eskiden öldürdüğü Roma'yı görür.

Kara mizaha yönelik güldürü sahneleri de çok başarılıdır. Örneğin, Arturo Ui’nin bir aktör eskisinden oyunculuk dersleri alarak yürümeyi, durmayı ve konuşmayı öğrenmesi, üst düzeyde bir soytarılık sahnesi olduğu oranda, Ui’nin (dolayısıyla Hitler’in) kişisel tavrını belirleyen bir kesimdir. Bu sahnedeki doğallık ve yapaylık karşıtlığı, Ui'nin ruhsal durumunu simgeler. Hele bu sahnede aktörün, Ui için doğru bulduğu duruştaki ellerin yeri ve yine Ui’nin (dolayısıyla Hitler’in) erkeklik anlayışını ve giderek onun toplumsal tavrını açımlayan bir imgedir.

Brecht, Sinn und Form dergisinde şöyle yazıyor; "Oyun, bütün içinde anlam kazanabilmesi için abartılmış, büyük ölçüler içinde sahneye getirilmelidir; bunun için de Elizabeth dönemi tiyatrosunun belirgin atmosferini taşımalıdır (…) Ancak salt parodiden de kaçınılmalıdır ve güldürü öğesi belli oranda gerçekleştirilmelidir. Oyunun gösterimi olabildiğince hızlı bir tempoda geliştirilmelidir (…)”.

Brecht'e göre, birçok sahnedeki grotesk atmosfere karşın, bu oyunda, dehşet öğesi hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu oyunda sonuçta varılmak istenen hedef, bilinçsiz yığınların siyasal katillere duydukları saygıyı ortadan kaldırmaktır. Tarihte, bilim adamlarının bile utanmadan saygı duyarak övdükleri Cengiz Han, Timiırlenk, Napoleon vb. gibi kanlı katiller vardır. Bunlara olan sapıkça saygıyı yoketmek insanlığın iyiliği için zorunludur. Brecht’in II.Dünya Savaşı bittikten sonra yazdığı anlaşılan sondeyiş [epilog] şöyledir:

Sizler görmeyi öğrenin bakakalmak yerine

Kımıldayın yerinizden, son verin gevezeliklere

Bu düzen az kalsın dünyayı yönetecekti!

Sonunda yenildi ama ceremeyi halklar çekti

Zaferi kutlamada hiç acele etmemeli

Pisliği doğuran karın bugün bile verimli .

Bu "pisliği doğuran karın”, Brecht’in Yuvarlak Kafalar ve Sivri Kafalar adlı oynunda belirtildiği gibi, kapitalizmdir. Sondeyişte bu öğreti var, ancak oyunda bu yok. Oyunun merkezinde bir gangster var, kapitalizmin açmazları değil... Ama bu oyunun gösterdiği önemli bir şey var: korkunç olan gülünçtür, gülünç olan da korkunçtur. Brecht, “Kapitalistler müşterinin önüne çıkmadan önce, kanlı ellerini yıkarlar, oysa faşitstler ellerini yıkamaya bile gerek görmezler”, der.

Demokrasi sözcüğü ile kavramının kaynağı antik, Yunanistan’dır; demos = halk, kratein = yönetmek; kısacası, demokrasi halk yönetimi demek. Halk kendi adına ve kendi eğitimi, kültürel yaşamı, sağlığı ve mutluluğu için birtakım temsilciler seçer ve bunların halka hizmet etmelerini ister. Halk adına kararlar alan bu meclis, elbette ülkenin çıkarlarını ve halkının onurunu korumak zorundadır. Demokrasi’nin en büyük düşmanı kapitalizm olmalı. Çünkü faşizmi doğuran ana, demokrasi kıyafetine bürünmüş kapitalizmdir.

Kapitalist düzende, halkın hizmetlileri olan bu temsilciler ya da milletvekilleri, ülke çıkarlarına ve onu seçen halka karşı davranmaya başlarlar, çünkü kendi çıkarları ön plana geçer ve böylece halk adına karar verme haklarını yitirirler. Buna direnebilen güçlü liderler olmuştur. Ancak özellikle pek iyi eğitim görmemiş ve bir ülkenin başına geçmiş görgüsüz liderler de tarih boyunca varolmuş ve faşist iktidar bunlar tarafından hayata geçirilmiştir. Tarihe bakın, faşizme yatkın liderlerin büyük bir kısmı bu az eğitimli kişilerden çıkmıştır. Çünkü bunların bir dünya görüşü yoktur; insan sevgisi yoktur ve ne yazık ki, bunlar, çocukluklarında yaşadıkları şiddet atmosferini çevrelerine empoze etmeye eğilimlidirler. Bunun da adı demokrasi kisvesi altında faşizm olur. Çünkü sermaye odaklarının halkın ötesinde bir yönetime gereksinmeleri vardır. Kimsenin karışmayacağı, sermayenin serbestçe dolaşacağı, kimsenin sorgu sual etmeyeceği bir zemin önemlidir. Bunu kolaylaştırmak için sermaye çevreleri, yönetimde olanları da sermayedar yaparak kapitalist sistemin içine çekerler. Bu oldu mu zaten zafer kazanılmıştır. Kapitalist yönetici, halktan gizli ve halkın bilgisi dışında at oynatmak için yavaş yavaş tek adam olmaya başlar. Bu tek adam, ülkesine göre ‘Führer’, ‘Duce’, ‘Facto Regent’ ya da ‘Büyük Patron’ olur. Yanındaki çıkarcılar da bu tek adama ‘biat’ ederler.

Bu duruma karşı çıkacaklar olursa şu ya da bu şekilde susturulmak istenir. İş önce düşüncelerini açıkça beyan edenlerle başlar. Demokraside herkes kendini ifade etme hakkına sahip olduğu halde, faşistlerin kendilerine göre çıkardıkları yasalar yoluyla bunlar ya hapse atılır ya da gizlice gözlerden ırak bir yere taşınır, hatta öldürülürler. Bunun örnekleri Almanya’da Hitler rejimi’nde, İtalya’da Mussolini döneminde, İspanya’da Franko diktatörlüğünde, Şili de Pinoche (halk ona Pinokyo adını takmıştır, çünkü her konuda yalan söylemiştir) sultasında yaşanmıştır. İkinci hamle, medyayı susturmak, medyanın zayıf ve çıkarcı olanlarını kendi yanına çekmektir. Üçüncü hamle, işçi sendikalarını susturmaktır. Ülke üretiminin asıl sahibi emekçileri susturmak için, işçilere karşı olacak sarı sendika denilen, işçinin haklarını değil, işverenin haklarını koruyan örgütler kurulur. Dördüncü hamle, halkın en güvendiği bir kurumu zayıflatmaktır. Hitler, bunu Alman ordusundan başlayarak gerçekleştirmiştir. Mussolini, ‘vatan millet İtalya birliği’ haykırışlarıyla ordudaki generalleri etkileyerek gerçekleştirmiştir, İspanya’da Franko ise orduda bir temizlik yaparak ve başa kendi yandaşlarını geçirerek sağlamıştır. Faşistlerin beşinci hamlesi eğitimi ve kültürü kendi amaçlarına göre düzenlemektir. Tarihte faşizmi yaşamış olan ülkelerde diktatörlerin bu konudaki taktikleri de birbirinin aynıdır ve ibretliktir.

Faşizmin bir özelliği savaş çıkarmaktır; çünkü savaşa girerek savaş endüstrisi içindeki kapitalistleri beslemek, bir de yaptıkları işleri görmesin diye, halkın dikkatini dağıtarak daha büyük bir olaya çekmektir. Faşistlerin, başka bir özelliği de durmadan yalan söyliyerek halkı aldatmalarıdır. Hitler ve avanesi başa geçtikten hemen sonra Parlemento binasını kendileri yakmışlar, ama suçu sosyal demokratların, solcuların ve işçilerin üzerine atmışlardır. Ayrıca, II. Dünya Savaşı sırasında, Hitler’in propaganda bakanı Göbels yoluyla, savaştaki yenilgilerini saklamışlar ve sonuna kadar, yani Hitler intihar edinceye kadar Alman halkını aldatmışlardır. Bereket versin, Alman halkının kendi kültürlerine müziğine ve tiyatrolarına sahip çıkmasıyla savaş sonrasında en çabuk kalkınan Almanya olmuş ve ekonomistlerin deyimiyle birkaç yıl içinde ‘Alman Mucizesi’ni gerçekleştirmilerdir.

Ne yazık ki, geri kalmış ülkelerdeki faşizm daha içler acısıdır. Bütün bunların yanısıra, kendi kültürlerini, sanatını bilmeyen diktatörler tarafından yönetilen ülkelerde, olagelen sanat etkinliklerine, kültürel gelişmelere gem vurulur ve ülke karanlıklar içinde, ışıksız bırakılmaya çalışılır. Daha önce kurulmuş ve geleneği olan sanat kurumları ya kapatılır ya da zincire vurulur.

Ama tarihi irdelediğimizde, başlangıcından bu yana, faşizmin kısa ömürlü olduğunu görüyoruz. Bu kısa süre içinde, çevresinde ne varsa çekirgeler gibi, yiyip bitiren faşist diktatörlerin çoğunun sonu çok feci olmuştur. Hitler intihar etmiş, Mussolini, domuz gibi bacağından asılarak halk tarafından sokaklarda sürüklenmiş, Şili diktatörü Pinoche, cebine attığı yasa dışı 28 milyon Dolar ve insan hakları ihlalleri dışında, üçyüz suçtan yargılanmıştır. Öldüğünde, devlet töreni yapılmamış cesedi yakılmış, külleri ailesine verilmiştir, çünkü Şili ordusu, ordu toprakları sınırı içinde bir mezarı olmasını kabul etmemiştir.

Hemen her ülkenin başına gelen faşizm belâsı, iktidarı sırasında çok kişinin canını acıtmış ve ocağını söndürmüştür. Ama kesin olan, her faşist yönetim sonrası bundan sorumlu olanlar cezalandırılmışlardır.