Beyoğlu’nun orta yeri müze

Açıldı… Sonra büyük açılışı sonra yapılacak dendi… Ertelendi… Bir daha ertelenir gibi oldu… Nihayet açıldı… Ama sanıldığı gibi büyük olmadı… Birkaç Yeşilçamlı… Bir o kadar dizi oyuncusu ve açılışın neredeyse onur üyeleri Hollywood’lu ünlüler (!) Daha ne olacak demeyin…

Önce; Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan sinema salonlarını bir bir kapattık… Ya da yok oluşlarına tanıklık ettik… Atatürk’ün film izlediği Elhamra yandı, Rüya, Emek, Lüks, Saray AVM, Lale, Fitaş, Dünya, Venüs çarşı, Yeni Melek depo, Sinepop, Alkazar derken Beyoğlu ile Majistik de tarih oldu…

Şimdi de kapattıklarımızın müzesini açıyoruz... Garip bir çelişki… Tarih olanını yok ediyoruz, sonra da yok ettiklerimizden arda kalanlarla sil baştan “suyun içine” yenisini yazmak istiyoruz… Çünkü Şarkta böyle yürür işler…

Beyoğlu’nun orta yeri sinema değil artık, müze… Gerçi biri gelirken diğerini sessiz sedasız Kavacık’a yolcu ettik ama… Olsun; yine de Emek ile birlikte üç müze…

Bizim ülkemizde nedense müzecilik, Toki evleri yapmak gibi sıradan bir iş olarak algılanıyor… Bu işler için, konuyla uzak yakın ilişkisi olmayan kişiler tercih edilip bir de sözüm ona, işin başında, hiç danışılmayan, ortada görülmeyen danışma kurulları oluşturuluyor. Sonrası ise bilinen şeyler. Garip bir telaş, panikleme ve de ortaya çıkan bilinen, sonuç…

Yapılacağı çok önceden açıklanan sinema müzesi de bu süreçten, benzer yanlışları bir kez daha yineleyerek geçti. Müzeye konacak eserler/eşyalar/ objeler bulunmadan, plan program yapılmadan, mekan hazır olmadan, iyi niyetli ama, yapılan işle ilgili ve de bilgili olmayan kişiler tarafından anlaşılmaz bir telaşla yapıldı. Daha doğrusu yapılır gibi oldu...

Müzenin açılışına ilişkin yapılan toplantıya gelenler bilir. Açılışına çok az zaman kala yapılan bu toplantının konuklara bildirilen yeri, müzenin şu anki yeri iken, onarımdan dolayı ayakta durulacak bir yer olmadığından, alelacele konuklar karşı binaya Grand Pera’nın (eski Cercel d’Orient) bir salonuna alındı. Burada bizlere verilen bilgilerden sonra söz alıp “bu müzenin Türk sinemasına ilişkin hiçbir ögeyi içermediğini” söyleyip bu durumuyla açılmasının pek mümkün olmadığını ima etmiştim. Nitekim öyle oldu… Açılışı ertelendi, müzenin içindeki büyük boşluklar garip bir telaşla doldurulmaya çalışıldı… Ve sonunda biraz geç de olsa açıldı.

Açılışa katılan konukların arzulanan sayıda olmayıp, Türk sinemasıyla ilgili olanların sayıca bir hayli az olması herhalde salgınla ilgili. Ya davet edilip gelmediler, ya salgını bahane ettiler ya da çoğu 65 üstü olduklarından gelmeleri uygun görülmedi.

‘YENİLENİRKEN’ YOK MU EDİLİYOR?

Müzenin içine gelince kimi yazılı/görsel basın, büyük bir olaymış gibi, bilmem kaç haneli veri tabanından filan söz etti. Oysaki bu veri tabanı yıllar yılı hizmet veren –ve hala da hizmet vermeye devam eden- başına kayyum atanan bir vakıftan, hiçbir eklenti yapılmadan olduğu gibi alındı… Yani müze için yapılmadığı gibi, benzerine her sitede rastlanacak bilinen bir çalışma. Tek farkı ise ekrandan değil de suyun içinde okunması…

Müzede yer alan eser ve de eşyalara gelince, bazılarının alındıkları yerlerle, alınma yöntemleri de belli... Sanırım yeni müzeyi yaparken, bir diğer arşivleri bozmak da önümüzdeki günlerde tartışmaya açılacak bir başka konu…

Bir kez daha yineleyelim… Amacımız bir şeylere karşı çıkıp yapılan güzelliklere gölge düşürmek değil… Ama; yeni bir şeyleri yaparken, benzerlerinin yok edilmeleri karşısında suskun kalıp seyirci kalmak da hiç değildir…

Ortaya çıkan müze, ne denli aceleye getirilip istenilen ve de arzu edilen bir şekilde değilse de, yine de ülkemiz için bir kazanç sayılmalıdır. Dileriz ki bundan sonraki süreç; benzer kurum ve arşivlerden devşirme olarak alınanlarla değil de, bağışlar yoluyla yürütülerek bu müzemizin uluslararası alanda öne çıkması doğrultusunda olur. Çünkü sinemamız yalnızca bu müzeyi değil, bunun gibi birçok müzeyi de hak ediyor…

Kim bilir belki de bu müze; ilerde diğer kentlerimizde de açılması düşünülen birçok sinema müzesine öncülük edebilir…