Çin yeni emperyalist mi?

Evet, Çin yükseliyor, Amerika geriliyor...

Bunu Beyaz Saray’ın bahçıvanı bile biliyor.

Küreselleşme ve liberalizmin havarisi Sam Amca (Donald Trump), çareyi ‘ver topumu oynamıyorum’ (ticaret savaşı-yaptırımlar.vs) demekte buluyor.

Şimdi tüm dünyada (ve Türkiye’de) sorulan soru şu:

Pek yakında ABD’yi ekonomik açıdan geçip dünyanın bir numarası olacak Çin Halk Cumhuriyeti yeni hegemon olma yolunda mı?

Yoksa, sosyalist devletçi (karma ekonomi) ve aynı zamanda piyasacı ekonomik karakteriyle farklı bir seçenek mi sunuyor?

İşte önümüzdeki dönemin temel argümanı bu.

2. Dünya Savaşı sonrası tüm soğuk savaş döneminde ve ardından SSCB’nin ortadan kalkmasıyla, son 25 yılda ABD, “demokratik, bireysel özgürlüklere dayalı Hür Dünya” mitolojisini satmayı başardı.

Buna göre, Batılı ülkeler demokrat, diğerleri ise demokrat olmaya çalışan ve demokrat olmayanlardan oluşuyordu.

Irak ve Afganistan’ın işgalleri bile tüm dünyaya demokrasi ihracı olarak gösterilmeye çalışıldı.

Batı kapitalizminin en iyi kullandığı silah hep propaganda olmuştur.

Yani bildiğimiz anlamda medya. Şimdilerde sosyal medya da devrede.

İnsan hakları ve demokrasi adına kurulan Amerikan vakıf ve kuruluşlarının bütçeleri milyar dolarları geçer.

Sadece NATO bile yaklaşık 500 milyar dolarlık bir propaganda ve sivil toplum kuruluşu ağı bütçesine sahip.

Gazete, dergi, TV, kitap, akademik araştırma, internet yayıncılığı alanındaki tüm Batılı yatırımlar, tek bir nedenle desteklenir: Demokrasi ve insan haklarının sadece Batı’da varolduğu efsanesini yaşatmak için.

Oysa endüstri çağından bugüne “Batı”nın işgal, sömürge, toplu kıyım, terör, iç savaş ve darbeler listesi fazlasıyla kabarıktır.

Ama başarılı ve tekelci bir propaganda yöntemiyle bunu tersiymiş gibi göstermeyi şimdiye kadar başardı denilebilir.

Gerçi özellikle ABD’de, şu ara hem medya, hem de STK’lar sıkıntılı bir dönem yaşıyor.

2018 başlarında 28 ülkede yapılan Edelman Güven Barometresi ölçümlerinde, Amerikan halkının 4 kuruma olan güveni 2017’ye göre roket hızıyla düştü.

Hükümet, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları ve medya dörtlüsü üzerinden yapılan anketlerde Amerikan halkının güven endeksi, geçen seneye göre yüzde 9 kayba uğradı ve yüzde 52’den yüzde 43’e düştü. ABD’nin okumuş kesimleri için medyaya olan güven son bir yılda yüzde 22 azaldı.

Aynı rakamlar ise Çin’de çok farklı çıktı. Mesela Çin’de devlet ve hükümete güven yüzde 84, ABD’de devlet ve hükümete güven oranı yüzde 33. Çin’de medyaya güven yüzde 71 ile sıralamada en üstlerde yer aldı. (Bu arada 28 ülke arasında medyaya en düşük güven oranı Türkiye’de çıktı: Yüzde 30)

Zaten tarihsel olarak baktığınızda ABD, sömürü ve işgale dayalı Avrupa Emperyalizm geleneğinin son temsilcisi.

Amerikan yerlileriyle başlayan, toplu kıyım ve soykırımlarını tüm dünyaya yaydı son asırda.

Son dönemde ise (2008 sonrası) artık karşılığı olmayan dolar ile soygunlara devam ediyor.

Çin Halk Cumhuriyeti ise 70’inci yılını dolduran, ne sömürgeci, ne emperyalist, gelişmekte olan komünist bir ülke.

Hiç bana Uygur, Tibet, Hong Kong demeyin, çünkü buradan yola çıkarsak, biz de dahil dünyanın tüm ülkeleri “sırça köşk”te oturur konumda.

Bunu az çok kitap okuyan, internette gezinen ortalama birisi bilebilir.

Hal böyle olunca Çin’in “Kuşak ve Yol” inisiyatifiyle başlattığı dışa açılımcılık dönemini, ‘Emperyalizm Doğu’dan yükseliyor’ teranesiyle satmak da giderek zorlaşıyor.

Çin, ekonomi ve teknolojide hızla ilerlerken propaganda yeteneğiyle de öne çıkıyor.

Ancak bu propaganda, yabancı ülkelere demokrasi ve insan hakları götürmek için değil, “Biz dostuz dünyalılar” mesajını yaymak için.

Çin Xinhua (Şinhua) Haber Ajansı 60 saniyelik bir klipte Çin’in dış politikasını özetliyor.

Tüm sosyal medya kanallarından yayınlanan klipte, ABD’ye “Senin yerini almak niyetinde değiliz”, Rusya’ya “ilişkilerimizi geliştirmekte sınır tanımıyoruz”, sınır sorunları yaşadığı Hindistan’a “Ejder ve Fil savaşmamalı”, Japonya’ya “Ortaklık yapmalıyız”, Afrika’ya “Hızlı gelişme trenine hoşgeldiniz”, Avrupa’ya “Birlikte serbest ticaret sistemini koruyalım” mesajları veriliyor.

Ayrıca klibin sonunda Kuşak ve Yol inisiyatifi’ne atıfla, ‘barışçı, müreffeh ve güzel bir dünyayı işbirliği, güven ve saygı temelinde inşa edelim’ deniyor.

ABD’ye yönelik ‘senin yerini almayacağız’ mesajı da aslında manidar. Yani senin gibi bir emperyalist olmayacağız mesajı veriliyor.

Çin güçlü bir ikna yolu olarak da anayasasına bu yönde maddeler ekledi.

Son değişikliklerle, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in görev sınırlaması kaldırılırken, "barışçı kalkınma yolunda ilerlemeye devam edilmesi; karşılıklı yarar, ortak kazanç ve dışa açılma stratejilerinde ısrar edilmesi" ve "insanoğlunun ortak kader topluluğunun inşası" gibi ifadeler anayasaya konuldu.

Batılı kapitalist propaganda makinası, Çin’e vurabilmek için epey zorlanıyor ve bula bula, “borç tuzağı”, “kendi şirket ve işçilerini istihdam” ve “askeri üslenme” argümanlarını öne sürüyor.

Borç tuzağı, komik bir iddia. İki eşit ülke olarak masaya oturulup bir anlaşma yapılıyor, sabit sermaye yatırımı başlatılıyor, alt yapının modernizasyonu gibi gerçek somut yatırımlar yapılıyor.

Soros gibi sıcak parayla piyasaları çarpıp, garibanın cebindeki üç beş kuruşa göz dikmiyor Çin.

Kendi şirket ve işçileri tepkisi ise saçmalık.

Adamın 1 nokta 3 milyarlık nüfusu var. Ucuz iş gücü ve kurumsal tecrübeyi burada devreye sokmayacak da nerede sokacak? Ayrıca karşısındaki ülkenin yönetimi de isterse bu koşulu değiştirebilir.

Çin, ABD gibi kimsenin kafasına silah dayamıyor.

Askeri üslenme iddiaları da ancak ABD’deki yarım akıllı think tankçilerin propaganda malzemesi olabilir.

Çin’in askeri üslendiği ülkeler zaten ABD’nin tehdidine karşı bu yola baş vuruyor ve istedikleri anda Çin’i topraklarından çıkarabilirler.

Bu bir egemenlik meselesidir.

Bırakın Çin’i, ABD bile istenmediği bir yerde artık kalamaz.

Mesela biz eğer karar verirsek, İncirlik ve Kürecik’i bir kaç günde boşaltırız.

KUŞAK VE YOL NEDEN ÖNEMLİ

Dünyanın geleceği pek çok insan kaynaklı risk ve belirsizliklerle doluyken, insan uygarlığında yeni bir dönemin inşası için kuşkusuz artık farklı bir yöntem gerekiyor.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği, nükleer ve konvansiyonel savaş tehditleri, neo hurafe çağına ait sistemik siyasi ve toplumsal krizler tüm yerküreyi tehdit ediyor.

Kapitalizmin birinci küresel krizi 1873-1896 döneminde yaşandı. İkinci küresel kriz ise 1929-1934 arasındaydı. Her ikisinin de ardından birer dünya savaşı çıktı ve milyonlarca masum insan hayatını kaybetti. 2008 yılından beri de kapitalizmin üçüncü küresel krizini yaşıyoruz. Ve küresel bir savaş tehdidi her geçen gün kendini daha da çok hissettiriyor.

Dünyanın artık ne nükleer bir savaşa, ne vahşi kapitalizme, ne de onun yavrusu emperyalizme tahammülü yok.

İnsanlığın daha kollektif, daha kollektif çıkarlara dayalı bir işbirliğine ve ortak beka sorunlarına dayalı bir sisteme ihtiyacı var.

Gündeme alınması gereken şey, herkes için temiz su, sağlık ve gıda, yeni temiz ve ucuz enerji kaynakları ve yeni teknolojilerin etik ve eşit olarak dağıtımı, eğitim ve bilime yönelmek olmalı.

Gelişmekte olan ülkelerdeki alt yapıyı modernize edecek bir teklif olan Kuşak ve Yol, işte bunun için çok önemli bir fırsat.

Tüm uygarlıkların kadim anası olan Asya ile bütünleşmek, bölgeyle barışık ticaret ve işbirliğini geliştirmek şart.

Artık çok kritik bir kavşaktayız.

Ya eskisi gibi dünya savaşı, ya da sömürüsüz gelişmekte olan ülkeler arasında küresel bir işbirliği.

İşte ABD ile Çin arasındaki temel fark burada.

Kanımca Xi Jinping ve Çin Halk Cumhuriyeti bunu anlatmaya çalışıyor.

Kapitalizmin eşitsizlik mottosu ‘büyüme’ yerine toplumun tümünü ilgilendiren ‘kalkınma’ ifadesi kullanılıyor.

Bugün, 126 ülke ve 29 uluslararası örgüt Çin’le Kuşak ve Yol (BRI) işbirliği anlaşması imzalamış durumda. Çin ile katılımcı ülkeler arasındaki ticaret hacmi 6 trilyon doları aşıyor.

Bu sene Pekin’de nisan ayında düzenlenen Kuşak ve Yol Zirvesi’nden çıkan ortak bildiride, üç noktaya vurgu yapıldı: Ortak Refah, Yeşil Gelecek, Birlikte Kalkınma.

Kimileri çıkıp bunlara “palavra, boş laflar” da diyebilir.

Onları suçlamıyorum.

Avrupa Birliği ve ABD’nin “insan hakları, demokrasi, özgürlükler” edebiyatının nasıl yalanlarla dolu olduğunu görünce böyle ifadelere güvenmek zor oluyor.

Son dönemde, Rusya ve Çin’in yeni emperyalist ülkeler olduğu ve Türkiye’nin de bunların ‘kucağına oturmakta’ olduğu edebiyatını yapanlara sadece şunu sormak istiyorum: Rusya ve Çin, şimdiye kadar hangi yalanı söyledi ve dediklerinin ne zaman tam tersini yaptı?

Başka sorum yok.