Durgunluğu aşmak uğruna yapılan zorlamalar

TCMB’nın zorunlu karşılıklarla ilgili 4 ve 19 Ağustos tarihlerinde yaptığı yeni düzenlemeler vesilesiyle, bu haftaki yazı konumuzu “zorunlu karşılıklar” ve bu başlıkta yapılan yeni düzenlemenin değerlendirilmesine ayırdık.

ZORUNLU KARŞILIK NEDİR?

Zorunlu karşılıklar, mevduat kabul eden bankaların, kendilerine yatırılan (emanet edilen) mevduata karşılık olarak, kanunen belirlenmiş bir orana göre TCMB’da tutmaları gereken mevduat tutarıdır.

Bir başka ifadeyle zorunlu karşılıklar, TCMB’nın, kabul ettikleri mevduat karşılığında bankaların kendisine yatırılmasını zorunlu kıldığı miktarlardır. Örneğin, zorunlu karşılık oranının yüzde 10 olması ve bir kişinin bir bankaya 10.000 TL mevduat yatırması durumunda, söz konusu banka bu mevduatın yüzde 10’una karşılık gelen 1.000 TL’yi ayırıp, zorunlu karşılık olarak TCMB’na aktaracak ve kalan 9.000 TL’lik kısmını kredi olarak kullandırabilecektir.

Yukarıdaki açıklamadan da anlaşıldığı gibi, zorunlu karşılık oranları TCMB’nca bir “para politikası aracı” olarak kullanılmaktadır. Piyasadaki para miktarı bu oranlarla ayarlanır ve bankaların “kredi tabanını/hacmini” doğrudan etkilemektedir.

ZORUNLU KARŞILIK ORANININ ETKİSİ

Bir para politikası olarak zorunlu karşılık oranları, bankalar vasıtasıyla para miktarını etkiler ve bu yolla kredi türleri arasında selektif uygulamalara yol açar. Eğer banka, kredilerde veya diğer yatırım araçlarında kullanılmamış atıl paraya (likiditeye) sahip değilse, zorunlu karşılık oranı artırıldığında, verdiği kredileri geri çağırır (geri ödenmesini ister) veya yatırımlarını elden çıkarmaya çalışır. Mekro düzeyde böylesi bir gelişme de, “para arzının azalması” ile sonuçlanır.

Tersine, zorunlu karşılık oranı azaltıldığında da, zorunlu karşılıkların bir kısmı kullanılabilir para olanağına dönüştüğü için, kredi tabanının artmasına yol açacaktır.

Anlattıklarımızdan yapacağımız genel çıkarım da, zorunlu karşılık oranının, artırılması yoluyla “daralmacı para politikası”, azaltılması ile de “genişlemeci para politikası” aracı olarak kullanıldığı şeklinde olmaktadır.

ZORUNLU KARŞILIĞA KONU YÜKÜMLÜLÜKLER

Zorunlu karşılığa bağlı yükümlülükler, her hafta cuma günleri itibariyle hesaplanır. Zorunlu yükümlülükler, TCMB’na, Hazine’ye ve diğer yurt içi bankalarla, yabancı bankaların kendi merkez ve şubelerine olan yükümlülükler harç olmak üzere, aşağıda belirtilen yurt içi bilânço kalemlerinden oluşmaktadır:

Mevduat/katılım fonu; repo işlemlerinden sağlanan fonlar; Kullanılan krediler; ihraç edilen menkul kıymetler; sermaye benzer borçlar; yurt dışı şubeler gözetiminde izlenen krediler; yurt dışı şubeler gözetiminde izlenen yurt içi yerleşiklerin mevduatı/katılım fonu; kredi kartı ödemelerindeki borçlar.

ZORUNLU KARŞILIK ORANLARINDA SON YAPILAN DÜZENLEMELER

TCMB, “zorunlu karşılık oranı ve zorunlu karşılıklara ödenecek faiz/nema oranını yıllık kredi büyüme oranı ile ilişkilendirilmesine dair kararı”, 19 Ağustos tarihli Resmi Gazete'de yayımlandı.

Yapılan düzenleme ile Tebliğ’e "kredi büyümesine göre farklılaşma" başlığı altında yeni bir madde eklendi. Madde kapsamında, kredi büyümesi yüzde 10 ila 20 arasında olan bankalar için TL zorunlu karşılık oranları, 1 yıl ve 1 yıldan uzun vadeli mevduat/katılım fonu ve 3 yıldan uzun vadeli diğer yükümlülükler dışındaki tüm vade dilimlerinde yüzde 2 olarak uygulanacaktır.

Ayrıca, mevcut durumda TL cinsinden tesis edilen zorunlu karşılıklara uygulanan yüzde 13 faiz/nema oranı, kredi büyümesi referans değerler arasında gerçekleşen bankalar için yüzde 15, diğer bankalar için yüzde 5 olarak tatbik edilecektir.

Düzenlemenin ilginç bir yönü, 18 Ağustos’ta yayınlanan bu hükümlerin 9 Ağustos’tan itibaren geçerli sayılacak olmasıdır (!)

Ağustos başı itibariyle zorunlu karşılığa tabi TL cinsi yükümlülüklerin toplamı 1.1 trilyon TL ve ağırlıklı ortalama zorunlu karşılık oranı da yüzde 6.4 olarak görülmekteydi. Bu sayıların ifade ettiği anlam, toplamda bankacılık kesiminin 70 milyar TL tutarında zorunlu karşılığı olduğudur.

Öte yandan kamu mevduat bankalarında 430 milyar TL mevduat bulunmaktadır. Yeni düzenleme ile kamu bankaları 20 milyar TL civarında ek bir kaynağa kavuşmuş olacaklardır. Serbest kalacak bu zorunlu karşılığa yıllık yüzde 13 faiz geliri alıyorlardı. Yeni durumda bu yeni fondan yüzde 26 oranında kredi faiz geliri sağlayacakları anlaşılmaktadır.

Bu yeni düzenleme ile piyasaya yaklaşık 5,4 milyar TL ve 2,9 milyar ABD Doları karşılığı altın ve döviz likiditesi verileceği tahmin edilmektedir.

Bilindiği gibi TCMB’nın 4 Ağustos’ta yaptığı düzenlemeyle, “yabancı para zorunlu karşılık oranları” tüm vade dilimlerinde “100 baz puan” arttırılmıştı. Bu uygulamaya ek olarak, bankaların TCMB nezdinde Amerikan Doları cinsinden tutulan zorunlu karşılıklara uygulanan faiz oranının 100 baz puan indirilerek, yüzde 1 olarak belirlenmişti. TCMB söz konusu değişiklikler ile piyasadan yaklaşık 2.1 milyar dolar likidite çekilmesini hedeflemişti.

DÜZENLEMENİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Düzenlemenin hemen sonrasında kurlarda başlayan yükselme (TL’nın değer kaybı), yeni uygulamanın piyasalarca olumlu algılanmadığını gösterdi. Halbuki TCMB piyasaya 2,9 milyar $ karşılığı altın ve döviz likiditesi verileceği açıklamıştı. Bu durumda normal olarak beklenti, piyasaya ek döviz verilmesinin sonucu olarak kurlarda düşüş olması şeklindeydi.

Kanımızca bu piyasa tepkisinin gerisinde, zorunlu karşılıklarda yapılan, “karşılık oranlarını ve getirisini kredi artışına bağlayan” düzenlemenin sıkıntıları yatmaktaydı. Bu sıkıntıları da aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:

Her şeyden önce bu düzenlemenin rekabet kurallarına aykırılığı çok açıktır. Bilindiği gibi kamu bankaları bir süredir, “likidite tuzağından çıkmak” ve piyasayı (özellikle inşaat sektörünü) canlandırmak isteyen hükümetin talimatı doğrultusunda kredilerini arttırıyor ve kredi faizlerini düşürüyorlardı. Kamu bankalarının artan kredilerinde sorun çıkması halinde sermaye artırımı gereksinimlerini Hazine, topladığı vergi ve benzeri karşılıksız fonlarla karşılayabilmektedir.

Oysa özel kesim bankalarının böyle bir olanakları mevcut değildir. Özel bankaların, ilave kredinin getireceği sermaye gereksinimini kamu bankaları gibi aynı kolaylıkla arttırıp, düzenlemenin getirdiği indirimlerden yararlanmaları o kadar kolay değildir.

Firmaların kredi borçlarını ödeme konusunda sıkıntı çektiği bir ortamda, bankaların kredi artışına zorlanmasının ne derece doğru bir yaklaşım olduğu çok tartışmalı bir konudur. Her bankanın kendine özel durumu ve buna uygun bir “sermaye yeterlilik rasyosu” mevcuttur. Tüm projeksiyonlarını buna göre yapmış durumdadırlar.

Zorlamayla arttırılan kredilerin geri dönmemesi durumunda, sermaye yeterlilik rasyolarının zorlanmasıyla bu bankalar zor duruma düşebilir ve bu durum ekonomiyi iyice içinden çıkılmaz bir noktaya taşıması, çok da uçuk bir öngörü değildir.

Getirilen bu uygulama, yukarıda belirttiğimiz nedenlerle kamu bankalarına yönelik olacağı dikkate alındığında, daha önce terk edilen “görev zararından” farklı bir şey olmadığı açıktır. Kamu bankaları, bir süredir, hükümetin talimatıyla düşük faizli ve yüksek miktarda kredi vermiş ve bir anlamda görev zararı riskini taşımaktalar.

Bu bağlamda ortaya çıkan bir diğer sorun da, kamu bankalarındaki bu uygulamanın görev zararı olabilmesi ve bu bankalara uğradıkları zararın ödenebilmesi için gerekli olan “kararnamede” düğümlenmektedir. Görev zararı uygulaması geçmişte birçok soruna yol açtığı ve çok eleştirildiği için, hükümet bu ad altında bir uygulama yapmaktan kaçınmakta ve bu uygulamayı gündeme getirecek kararnameler çıkarmak yerine, sözlü talimatlarla günü kapatmaya çalışmaktadır.

Talimat ne şekilde olursa olsun, kamu bankaları üst paragrafta belirtilen uygulamayla zarar ediyor ve ortada bir kararname olmadığı için de zararlarını devletten alamamaktadır.

Zorunlu karşılıklarda yapılan bu değişiklik kamu bankalarının, adına görev zararı denilmeyen bir yöntemle görev zararı almalarının yolunu açmaktadır. Geçmişte Hazine’nin karşıladığı görev zararını bu kez TCMB’nın ödeyeceği anlaşılmaktadır.

Özetle, neoliberal ekonomi politikası iddiasında olan ülke yönetiminin, TCMB’na yaptırdığı yeni “zorunlu karşılık düzenlemesi”, barındırdığı riskler dikkate alındığında, ülke ekonomisine bankalar yoluyla yeni bir darbe daha vuracak gibi durmaktadır.