Halit Refiğ’le gelen birikim

Kendisiyle tanışıp konuşmam geç de olsa, bir sinema adamı, aydın kimlik olarak Halit Refiğ’i filmleri ve düşüncelerinden biliyordum.

Özellikle de “Ulusal Sinema Kavgası” (1971) kitabında dile getirdiği düşünceleriyle onun aydın kimliğinin farklılığını hemence anlıyordunuz. Sanırım “Türkiye Defteri” dergisinde Kemal Tahir-Halit Refiğ yakınlığını okumuştum. İstanbul Sinematek’te tanıştığım Onat Kutlar üyelik kartımı verirken, bana bir birtakım sinema dergileri, kitapçıklar da armağan etmişti.

Bunların arasında “Haremde Dört Kadın”ın senaryo kitapçığı da (Türk Film Arşivi, 1974) vardı. Sami Şekeroğlu’nun o kitapçıktaki kısa değerlendirme yazısında karşıma çıkan Halit Refiğ’in bir özelliğinin altını çizmesi önemliydi:

“Halit Refiğ, Türk Sinemasının önemli filmlerini meydana getirmiş yönetmenlerden olmakla beraber sanatta; duygusallığa karşı akılcılığı, fanteziye karşı gerçekçiliği, biçime karşı özü kesin olarak seçmiş tek Türk yönetmenidir.”

Halit Refiğ’i tanıdıktan sonra onun düşünsel birikimiyle sinemaya dair düşüncelerinin yaptığı filmlerin de önünde olduğunu gözlediğimi söylemeliyim. Hele hele bugün bile o ilk kitabını okuduğunuzda sinema ve düşünce hayatımıza, hatta ülkenin seyrine dair altını çizdiği birçok gerçekliğin hâlâ geçerliliğini görürüz. Bunu da uz görüşlülük olarak değerlendirmemek gerek, onun yurtsever bir aydın, sinema insanı olarak yapmak istediklerinin başlama noktasının neresi olduğunu görmesi/göstermesinden kaynaklandığını düşünürüm.

Öyle ki, zamanımızda onu birtakım sapmaların içinde görmenin/göstermenin yanlışlığını da anlatan bir kitabıdır “Ulusal Sinema Kavgası”. Beni Halit Refiğ’e yakınlaştıran, hatta onunla düşünsel dostluk bağı kurduran da entelektüel kimliğiydi. Özellikle de tarihe bakışı, Kemal Tahir ve Oğuz Atay dostluğu, Metin Erksan’la sinemadaki yol arkadaşlığı, sinemaya olan bağlılığı, dik duruşu etkileyici gelirdi bana. Elbette sinemasında başarılı bulduğum filmleri vardı. Çocukluğuma denk gelen “Haremde Dört Kadın”, “Kırık Hayatlar”, “Gurbet Kuşları” neredeyse benim Kemal Tahir/Orhan Kemal/Yaşar Kemal/Kemal Bilbaşar okuma tutkumun da önünü açan filmleridir.

Zaman zaman dudak bükülen “Yeşilçam Sineması”nı var eden kişileri tanıdıkça, o filmlerin önemli bir bölümünün hiç de rasgele yapılmadığını, her birinin arkasında entelektüel birikimle yurt/insan sevgisinin yattığını gözlüyordum. Başta Halit Refiğ olmak üzre; Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Feyzi Tuna, Ahmet Mekin, Fikret Hakan, Tarık Dursun K., Türkân Şoray, Hülya Koçyiğit, Safa Önal’ın bana anlattıklarında; aynı zamanda sinemada ortaya koyduklarında bu yanı gözlemişimdir. Halit Refiğ ile ilk karşılaşmamız Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bir Oğuz Atay panelindeydi. Tam da o günlerde bir kitap çalışmam için Oğuz Atay çevresiyle görüşmelerimi sürdürüyordum. Deyim yerindeyse Halit Refiğ süzülmüş bilgi, bilgece anlatım, sıcak dostluk duygularıyla anlatmıştı Oğuz Atay’ı. Neredeyse kendisine Oğuz Atay’a dair soracağım soruların her birinin yanıtı vardı orada.

Konuşmamız sonrasında da bunu eni konu konuşmuştuk. Bundan bir süre sonra da Erzurum Dadaş Film Festivali’nde Nil Gürpınar bizi buluşturmuştu. Gene bir panelde bu kez kendisinin 1964’te çektiği “Gurbet Kuşları” filmi üzerine söyleşecektik. Göç olgusundan yola çıkarak, Orhan Kemal’in aynı adlı romanına değinerek filmi çözümledikten sonra, Halit Refiğ’in bana dönüp şunu söylemesini unutmuyorum: “Feridun, bu söylediklerini düşünerek filmi çekmedim. Ama demek ki doğru bir şey yapmışım; çünkü bir sanatçı olarak yaşadığımız zamanın sorunlarına bakmak, günümüz insanının gerçekliğini sinemaya yansıtmak istemiştim.”

O toplantı sonrası kentin sokaklarını adımlarken Puşkin’in “Erzurum Yolculuğu”nu konuşmuştuk. “Mutlaka filmi yapılmalı,” diyordu. Gören, gözleyen, düşünen, sorgulayan, sürekli yaratan biriydi Halit Refiğ. Kendi olma yolculuğunda bir aydın, sinemacı kimlikti. Eşi Gülper Refiğ’in anı-yaşam, belgesel nitelikteki “Halit Refiğ: Ben ‘Aşk’ı Doğuda Tanıdım Batı’da ‘Ölüm’ü Gördüm” kitabını okurken Halit Refiğ’in hem sinemamıza hem düşünce yaşamımıza taşıdığı birikimi düşündüm.

Evet, o da, tıpkı Kemal Tahir gibi kendi olan bir sinema/roman diyordu. Bunu var etmenin yolunun da ülkenin gerçeğini bilmek/tanımak/anlamaktan geçtiğini sık sık hatırlatıyor, bu konuda düşündüklerini yazıyordu.