Kadınları seven Müslüman: Ömer Şerif

Mısır’ın dünya sinemasına armağan ettiği en önemli yönetmenlerden biri olan Yusuf Şahin’in (1926-2008) filmi 1954 yapımı “Sahra Şeytanı”yla oyunculuk kariyerine başlamıştı Ömer Şerif. Geçen hafta 83 yıllık ömrünü tamamladığında, 60 yıla sığan tam 117 film ve renkli bir serüven bıraktı geride. “Arabistanlı Lawrence”dan “Roma İmparatorluğunun Çöküşü”ne, “Doktor Jivago”dan “Cengiz Han”a, “Generallerin Gecesi”nden “13. Savaşçı”ya açılan yelpazede derin izler bırakmış, tür ayrımı gözetmeden dramlarda da komedilerde de aynı parıltılı oyunculuğu sergilemiş, mütevazı ama güçlü bir yıldızdı.
Ömer Şerif adını zihnime nakşeden ilk filmin, çocukken seyrettiğim, bizde “Vahşi Atlılar” olarak gösterilen 1971 yapımı “The Horsemen” olduğunu söyleyebilirim. Ayrıntıları sonradan öğrendim kuşkusuz; Joseph Kessel gibi markalaşmış bir yazarın romanından Dalton Trumbo gibi kurumsallaşmış bir senaristin eliyle, John Frankenheimer gibi serüven ustası bir yönetmen tarafından beyazperdeye taşınmıştı öykü ve Afgan kültürüne dair unutulmaz vurgularda bulunuyordu. Seyirci ortaçağı andıran bir atmosfere gömülmüşken, gökyüzünde büyük gürültüyle aniden bir savaş uçağının geçişini hiç unutmuyorum örneğin. Ömer Şerif, buskaşi (bir tür atlı cirit) oynarken sakatlanan ve hayata küsen zengin bey oğlu Uraz rolünde harikaydı gerçekten. 
Asıl adı Michel Shalhoub olan Ömer Şerif, hayatına daha sonradan ünlü ünsüz pek çok kadın girmesine rağmen biricik aşkı olarak kalan Faten Hamama’yla evlenebilmek için Müslümanlığı seçmiş bir Katolikti. Evlilikleri pek uzun sürmedi belki ama Faten’den de İslamiyetten de vazgeçmedi Ömer Şerif. Bu açıdan, son dönem filmlerinden biri olan, Fransız yönetmen François Dupeyron’un imzasını taşıyan “İbrahim Bey ve Kuran’ın Çiçekleri”, ilginç özellikler taşır.


CENNET, HERKES İÇİNDİR
Eric-Emmanuel Schmitt’in romanından uyarlanan filmde, Paris’in kenar mahallelerinden birinde bakkal dükkanı işleten, yıllardır memleketinden uzak yaşlı Türk İbrahim Demirci’yi canlandırır Ömer Şerif. İbrahim Bey’in, annesi tarafından terk edilen, işsiz kalan babası da intihar edecek olan ergenlik dönemindeki Yahudi çocuk Musa’yla dostluğu çerçevesinde gelişen öykü, ikisinin Türkiye’ye, İbrahim Bey’in Kapadokya civarındaki köyüne doğru çıktıkları yolculukla finale doğru ilerler. İbrahim Bey’in hayata, kadınlara, cinselliğe, aşka, Kuran’a dair küçük öğütleri, biriktirdiği üç beş kuruş parayı köşebaşındaki fahişelere harcayıp dünyayı tanımaya çalışan Musa için yol gösterici olacaktır. “Yavaşlık... Mutluluğun anahtarı budur” diyen yaşlı Müslüman, Arapların pek sevilmediği bir ülkede “Bilge Türk” olarak küçük bir Yahudi’nin boynuna mutluluğun anahtarını asacak, Eminönü’nde balık ekmek ve turşu yemekten izledikleri sema ayinine dek, Cennet’te herkese yer olduğunu göstermeye çalışacaktır. Final bölümünde kimi ciddi senaryo zaafları taşısa da Ömer Şerif’in en sıcak, en hoş filmlerinden biridir “İbrahim Bey ve Kuran’ın Çiçekleri”.
Sophia Loren, Türkçeye yeni çevrilen “Dün, Bugün, Yarın / Bütün Hayatım” adlı anılarında (Kırmızı Kedi Yay., çev: Eren Yücesan Cendey) Ömer Şerif’le dostluğuna da yer veriyor ve onu “Hayat dolu, zihni bin bir fikir üreten, Akdeniz’in kokularını, renklerini, karşıtlığını üzerinde taşıyan bir adam” olarak tanımlıyor.
Birlikte çalışacakları ilk filmin öncesinde tanıştıklarında, Loren’in, yönetmenliğini Vittorio De Sica’nın yaptığı “Dün, Bugün, Yarın” (1963) filmindeki ünlü striptiz sahnesinden söz etmiş Ömer Şerif ve şöyle demiş: “O striptiz bana hiç de sürpriz olmadı. Sophia, seni o kadar çok açık seçik hayal ettim ki filmi seyrettiğimde daha önce seyrettiğim bir sahne sandım.” 
Cennet te iyi sanatçılara, kadınları seven, hayal gücü geniş Müslümanlara da yer ayrıldığına eminim.