Kopya çekmem gerekiyordu

Genç bir araştırma görevlisi. Ceren Damar Şenel. 2015 yılından bu yana Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim dalında görevliydi. Eşi Levent Şenel onu: “Ceren her zaman doğru bildiğini yapan, kurallara uyan, işini dört dörtlük yapmaya çalışan bir insandı. Hiçbir zaman kimseye iftira atmaz, kimse hakkında kötü konuşmazdı. Çok kıymetli bir bilim insanıydı” diye tanımlıyor.
Cenazesi başında TBB Başkanı Metin Feyzioğlu: “Sadece Çankaya Üniversitesi bir evladını kaybetmedi, Türkiye Cumhuriyeti çok değerli bir bilim insanını, bir cumhuriyet kadınını kaybetti” diye konuştu.
Ceren Damar Şenel, 26 yaşındaydı. Öğrencisi tarafından üniversitedeki odasında bıçaklandı. Silahla vuruldu.
HAZIR DEĞİLDİM
Zanlı Hasan İsmail H. ifadesinde şöyle söylemiş:
“2014’te Kıbrıs’ta hukuk fakültesi kazandım. 2015 yılında yatay geçişle Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geldim. Tarafıma haksızlık yapıldı. 2. sınıftan başlamam gerekirken 1. sınıftan başlatıldım. Ceren Damar Şenel danışman hocamdı. Bu sorunlarımı ona anlatıyordum. Ama bana ters cevaplar veriyordu. Ben, derslerimin yoğun olması nedeniyle üniversiteye sınavdan sınava gidiyordum. Ders çalışmalarımı ise evde yapıyordum. O gün üç sınavım vardı. Derslerimin yoğun olması nedeniyle sınava hazır değildim. Geçmem için kopya çekmem gerekiyordu. Bu nedenle sınavdan geçmek için kopya hazırladım. Sınav salonuna girdiğimde Ceren Damar Şenel’i gördüm. Sınav başladıktan sonra hazırladığım kopyayı çıkardım ve kopya çekmeye başladım. Bir süre sonra Ceren Damar Şenel, beni kopya çekerken yakaladı. Hakkımda tutanak tutarak kopya çektiğim için işlem yaptı.”
İÇİMİZDEN ÇÜRÜTTÜLER
Ne kadar doğal söylüyor değil mi?
“Geçmem için kopya çekmem gerekiyordu.”
Şu kopya işini öğrenciliğimden bu yana anlamamışımdır.
Birbirinin kağıdına bakmak yine bir derece de... ince ince küçük kağıda yazarsın... o kadar zaman... iki kez okusan yetecek zaten... Genç Ceren Hoca’nın canına “kasten” kıyan Hasan İsmail H. da tükenmez kalemin içine yerleştirmiş yazdıklarını.
Ama sorun bu değil.
O cümle! İfadedeki o cümle!
“Geçmem için kopya çekmem gerekiyordu.”
Ne kadar “olağan” bir neden değil mi!
Bir insanın yaşamını sonlandıracak kadar “doğal”!
Emek karşılığı olmayan bir “başarı”!
“Yakaladı, engel oldu” diye öldürmek!
Sahtekârlık, başkasının hakkını çiğneme, bir insanın canına kast etme ne zaman bu kadar “doğal” oldu?
Emperyalizmin araçları PKK ve FETÖ’yü düşünün. Yalnızca bizim çok dışımızda, radikal terör örgütleri değiller. Hasan İsmail H. bir polis çocuğu. Toplumun değer yargılarını, ahlâkını ne kadar derinden sarstılar.
Çürüttüler.
Belki de esas amaç bu.
Yoksa nasıl araç devşireceksin.
“Benim genç arkadaşlarımdan küçük bir istirhamım var.” diyor “eğitim şehidi” dediği eşinin cenazesinin başında Levent Şenel ve şöyle sürdürüyor konuşmasını “Arkadaşlar, bunu söylemek benim haddime düşmez ama iyi bir hukukçu, iyi bir mühendis, iyi bir doktor değil iyi bir insan olmaya çalışın. En önemlisi bu. İnsanları sevin ve hiçbir zaman kötülüğe kötülükle cevap vermeyin. Bu olayla da inşallah bu ülkede pek çok konuda bir duyarlılık, farkındalık oluşacaktır.”

■ Valla ben bir şey demedim. Fenerbahçeliler söylüyoo...:
“Fenerbahçe Düşünce Kulübü, Ali Koç başkanlığında toplanarak küme düşünce olacakları değerlendirdiler (@FENERBAHCEGO)”
■ Valla ben demedim. CHP’liler söylüyoo..:
“Binali Yıldırım’ın adaylığının Anayasaya aykırı olup olmaması beni hiç ilgilendirmiyor” demiş İstanbul’un CeHaPe adayı Ekrem İmamoğlu. Y-CeHaPe’ye ne kadar uygun bir isim.”

ANKARA'DA BİR ESNAFA KONUK OLDUK

Ankara’da büyük bir alışveriş merkezindeyiz. Ünlü bir markanın dükkanına konuk olduk. Dertleşiyoruz. Yılbaşı öncesi. Yeni demlenmiş esnaf çayının tadı başka. Yanındaki kurabiyeler sıcak sıcak. Zaman ayarlı. Koşturuldu, getirildi, yetiştirildi. Babadan, amcadan, haladan görme esnaf. “A VE ME...!” ama geleneğimiz yaşıyor. Üretim ve çalışma koşulları açısından titizlikleri açısından da öyle... Ayıptır söylemesi, bir dahaki gidişime o marka beyaz keten ceketimi ve bluzlarımı götüreceğim. Artık müzelerine filan koyarlar bilmiyorum. Modası gelip geçtikçe tam tam 44 yıldır giyiyorum...
Peki, nasıl öyle rahat konuştunuz diyeceksiniz... Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le birlikteyiz. Etrafınızı çevirmediler mi... Hafta sonu, iş çıkışı, yılbaşı öncesi...?? Tıklım tıklım kalabalık değil mi??
Bu soruyu soruyorsanız. Belli ki siz de uzun zamandır alış-verişe gitmiyorsunuz.
Onu bırakın değerli firma sahibimiz diyor ki “Sokakta güleryüz göremiyoruz. İnsanlarda bir sıkıntı... bir gerginlik...”
Dertlerden söz açılınca biz de hemen kalem kağıdımızı çıkarıyoruz:
“40 yıllık terziyi, pastaneciyi koruyan hiçbir önlem, plan, program yok... Bir ihtiyaç durumunda Mehmetçiğe hamburger mi verecekler, (filan marka) bir fincan kahve mi verecekler... Savaşta ekmeğini, ayakkabısını biz yetiştireceğiz...”
“Türkiye şimdi pasaklı bekârın evi gibi. Herşey halının altına süpürülmüş durumda. Daha patlamadı!”
“Gizli fuhuş işçiliği başladı. Sekreter sanıyorsunuz... öğrenci sanıyorsunuz...”
“İnsanlar tuvaletlerden tuvalet kağıdı çalmaya başladı. Çalışanlar söylüyor. Günde üç kez yenisini takıyorlarmış.”
“Malazgirt kutlamalarına gittim. Dolar fırlamış. Dedim ki çözüm söyleyecek. ‘Buraya külliye yapalım’ dedi. Bu akıldan çıkıp bilimsel bir akıla, millici bir akıla geçmemiz gerekir.”
“Kılıçdaroğlu’nun yüzünden Gandi makyajı aktı!”
“Mansur Yavaş... Özhaseki... onbaşıları general yaptılar... Siz geçseniz başımıza...”
“Yiğit var. Meydan yok! Meydan var. Yiğit yok!”
Doğu Perinçek’ten de bir cümle not etmişim:
“Zor, çözümü yaratıyor!”
Genç işinsanımızı dinledikçe, dinledikçe... öyle de içten ve canlı anlatıyor ki... ben de heyecanlanıyorum... içimden diyorum ki... yeter artık, yeter artık!
Bir an önce şu yiğit esnaf, işinsanı, üretici, işçisi, çiftçisi ve onların sesi siyasetçi çıksın meydana!

KISA HİSSELER
■ İnce bir eleştiri:
“Atatürk’ün kendisi dahi Atatürklüğün ekmeğini Yılmaz Özdil kadar yemedi. Öldüğünde de Anıtkabir’e gömelim tam olsun (@delininsopasi)”

■ 1940’ta uygar bir İstanbul Belediyesi

ONLARDAN OLDUK

1930’larda İngiltere’de sınıf ayrımı. “Öteki” çocukların yüzlerindeki o güzel ifadeyi yakaladınız değil mi... Çok daha mutlu oldukları yüzlerinden belli. “Ben de o zaman olsaydım” diye yazmış biri, “onlardan olmak isterdim...” Elbette, şu da var... söylemeden geçemeyeceğim. Övünmek gibi olmasın ama 1930’ların Türkiye’sinde bizim köylü çocuklarımız bile çok daha mutluydular. Böyle görüntülere rastlamak olanaksızdı. O zamanki Cumhurbaşkanımızın kendisi zaten öyleydi. Tarlada karga kovalamak der geçiştiririz de... Geldiği kökü hiç de unutmadı. Bizim cumhuriyet devrimimiz halkın cocuklarının yüzünü güldürdü.