Mehmetçiğe dokunmayın

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de ‘’Kılıç teprer iken yağı tepremez’’; Hammer Ankara Savaşı’nı anlatırken, ‘’Demir cihana tahakküm eder’’; Mao, ‘’İktidar namlunun ucundadır’’ demiştir.

"Ordu yeterince güçlü değilse egemen olamazsın, ayak altında kalırsın" gerçeğini akıllara kazımak için böyle çarpıcı benzetmeler yapmışlar...

Yeni askerlik sistemi diye yapılan yeni düzenleme, yeni değildir. Geridir. Osmanlı’dan, monarşiler devrinden kalmadır, ABD’nin isteğidir.

Biz yıllardır tamamen profesyonelleşmeye karşı çıkıyorduk, o vakit hapisteydik bunu en çok alkışlayanlar da cemaatin kalemleriydi…

Bir örnek verelim, şimdi FETÖ firarisi olan Önder Aytaç, 5 Kasım 2011 günlü Habertürk’de bedelli askerliğin 23-24 yaşına kadar indirilip kolaylaştırılmasını savunduktan sonra, “Bundan sonraki adımda profesyonel orduya geçilmeli. Ana kuzusu, 3 alık eğitim almış çocukların şehit olmasının önüne geçilmiş olur’’ diyordu. Soros’a bağlı TESEV’in bu konuda yazılmış raporları vardı. ‘’Orduyu küçültün ve profesyonelleştirin’’ diyorlardı. 15 Temmuz’da bunu niye istediklerini anlamış olmalıydık, ama anlayamamışız. O gece bize ateş edenler onların profesyonelleri, sokağa çıkanlar ise asker ocağından geçmiş milletti. Hem demirden korkmamayı, hem de vatan için ölümü göze almayı asker ocağında öğrenmişlerdi. Onlar olmasa da bütün ordu Önder Aytaç’ların dediği gibi profesyonel olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin cenaze namazı çoktan kılınmıştı.
Profesyonelleşme bazı birliklerde şart ve kaçınılmazdır, ama bütünüyle profesyonelleşme bir milletin intiharıdır.

ENGELLİ MEDYA

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) adaylığı için yarışan dört aday var ama medya bunların ikisini görmüyor, duymuyor, söz etmiyor. Yasaklanmış gibi…
Mustafa İlker Yücel, Vatan Partisi İBB adayı. Aydınlık gazetesinin genel yayın yönetmeni. Çıktı sokağa, meslektaşlarına hitaben basın açıklaması yaptı, dedi ki: "Binali Yıldırım’a 1.534 dakika, Ekrem İmamoğlu’na 1.094 dakika yer veren medya bana sadece 26 dakika yer verdi?"

Habere bakın ama daha önemlisi vicdansızlığa bakın.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nun burada adaleti sağlama sorumluluğu olduğu için Vatan Partisi de YSK’ya başvurdu. Alın yine haber…
Birkaç internet sitesi ve iki gazete dışında bir teki yazmadı, söylemedi.

Bütün hafta boyunca Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım arasında yapılacak olan programı konuştular, kim yönetecek, ne soracak, vs… Bir hafta boyunca İmamoğlu, Ordu valisine ‘’it’’ dedi mi demedi mi, İstavr-it mi dedi, karbondioks-it mi dedi onu tartıştılar.

Ama hiçbiri, "Diğer adaylar niye yok" demedi.

Yazma ve söyleme engelliler.

Görüyorlar, Mustafa İlker Yücel’in isyanını duyuyorlar, ama yine yazmıyorlar, çünkü vicdanları ve düşünceleri de engelli.
Asıl soru şudur: Bu engelleri kimler, ne karşılığında koyuyor önlerine?

Yazıktır size, ey gazetecilik duayenleri, kurtarın kendinizi bu engellerden.

ANLAŞMALI MEDYA

Hafta içi, ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’in ağzından, birçok gazetede haberdi: "Güvenli bölge planında anlaşma sağlandı." Açıklama Al Monitor’da duyurulunca bizimkiler talimat almış gibi atlamışlardı üzerine. Kimi birinci sayfadan, kimi orta sayfadan iyi bir şey oluyormuş havasında vermişlerdi. Alt başlıklarda "ABD-PYD ve Türkiye güvenli bölge konusunda anlaşmış" gibi cümleler kurulmuştu.
Haberin içeriğine bakılınca, başka bir şey görülüyordu ama… Ortada anlaşma filan yoktu. PYD’nin nereye kadar çekileceği, ne kadar büyüklükte bir alanda kalacağı, güvenli bölgenin kimin kontrolünde olacağı gibi konularda anlaşma sağlanamıyordu. O halde hangi anlaşmanın haberi yapılıyordu. Ertesi gün, Aydınlık haberin doğrusunu yaptı: "Güvenli Bölge’de anlaşma yok."
Jeffrey’in bölgesel ittifakımızı hedef almak için gazeteleri mevzii olarak kullanma gayretinde tuhaf bir şey yok, ama bizim medyanın buna gönüllü olmasına ne diyeceğiz?

PİRANLI MEDYA

Haberi ilk Sözcü gazetesinin internet sitesinde gördüm. Arkasından hem sahte soldan hem de iktidara yakın gazetelerden okudum…

Habere göre, "Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un, amcasını piranhalara yedirmişti."
Daha önceden yapılan haberlere göre eniştesini köpeklere yedirmiş, yengesini kafasına çivi çakarak öldürmüş, generallerinden birini de uçurumdan atmıştı.
Dünyada ABD’ye kafa tutabilen birkaç ülkeden birinin devlet başkanı bir Hannibal Lecter karakteri gibi anlatılıyordu. Mesela Kuzey Kore nüfusu azalıyor olsa, ‘’Kim Jong-un vatandaşlarını yiyor’’ diye haber yapacaklarından korkarım, dış basın yazsın yeter ki...

Bu haberleri okuyunca, haberi kaleme alanların bunlara gerçekten inanıp inanmadıklarını, nasıl bir ruh ve fantezi dünyasına sahip olduklarını düşünmüşümdür hep. Mantıklarını o kadar devre dışı bırakıyorlar ki, kimseye bir şey de sormuyorlar. Diğer gazetelerden zaten bunu beklemiyorum ama mesela Sözcü gazetesinin kıdemli muhabiri Yavuz Alatan Kuzey Kore’ye gitmiş, her tarafı gezip çektiği fotoğrafları da Türkiye’de sergilemişti. Koskoca Sözcü’de, "Yavuz abi, bu nedir" diye soracak bir tek adam yok muydu?

DEVLET SAYGINLIĞI

Bir devletin uluslararası etkisi, çıkarlarını koruma yeteneği ve güvenilirliği yarattığı saygınlığa göre şekillenir. Saygınlığı ise üç sacayağı üzerinde durur: Caydırıcılık, mütekabiliyet ve tutarlılık…
Caydırıcılığın kaynağı silahlı güç kapasitesi ve onu kullanabilme potansiyelidir. Rahmetli Metin Erksan Yeni Hayat dergisinde ne güzel ifade etmişti: "Diplomasinin kalemi süngüdür" diye.

Yani ordu yoksa ya da zayıfsa, ne içerde ne de dışarıda egemenlik ve saygınlık vardır…

Saygınlığın diğer ayağı mütekabiliyettir. Yani her şey dengiyle karşılanır, saldırılar da dostluklar da anlaşmalar da… Bakan ile bakan, müsteşar ile müsteşar görüşür. Ziyaretler, anlaşmalar, hatta restleşmeler denk makamlar arasında ve denk ölçülerde gerçekleşir.

Sonuncusu ise tutarlılıktır. Bu da söylediğini yapma, yapmayacağını söylememe iradesi ile devleti yönetenlerin hem kendi aralarında hem de dışarıya karşı eylem ve söylemleri arasındaki uyumdur.

Ordumuz bir yandan ABD destekli FETÖ ve PKK terörüyle kahramanca savaşırken diğer yandan Mehmetçik anlayışını yok edecek bir askerlik sistemi kuruyorsak, bedelli askerliği kalıcı hale getiriyorsak, halka yayılmış olan askerlik birikimimizi profesyonelleştirerek eritiyorsak caydırıcılığımıza kendi elimizle zarar veriyoruz demektir.

Koskoca devletin Dışişleri Bakanı, sanki Bağdat’ta büyükelçimiz yokmuş gibi kalkıp, bir yerel valilik statüsünde olan Barzanistan’daki yemin törenine gidiyorsa, mütekabiliyet diye bir şey kalmaz.

ABD Savunma Bakanı, açıkça Türk devletini tehdit ederken, buna sadece Cumhurbaşkanı’nın gereken cevabı vermesi, ama diğer bakanlıkların ya suskun kalması ya da çok düşük tonlarda cevaplarla yetinmesi tutarlılığımıza zarar verir.

Ve…

Türk devletinin saygınlığı hasar alır…

MEMNUN MUHALEFET

CHP S-400 alınmasına karşı, Fırat’ın doğusundaki terörle mücadeleye karşı, Rusya ile iş birliğine karşı, nükleer santral kurulmasına karşı, NATO’dan ayrılmaya karşı…

Yeni askerlik yasasının da yetersiz olduğunu düşünüyor, onlara göre bedelli askerlik daha ucuz olmalı, yani vatan nöbetinden kaytarmak daha da kolaylaştırılmalı.
Bakıyorum başka kimlerin sesi çıkmıyor bu askerlik yasasına, başka kimler memnun bir suskunlukla izliyor?
İyi Parti’den de ses yok. PKK’nın siyasi kolu HDP’den de ses çıkmıyor, pek memnunlar nedense.
Sonra belediye seçimlerine kadar her halta burnunu sokan Amerikalılardan da ses yok. Mesela Washington Post’ta bir FETÖ’cünün "Yeni askerlik sisteminin zararları" ya da "Demokrasiye aykırı olduğu" konusunda bir yazısı yayımlanmıyor…

Hayretle etrafıma bakıyorum, bu işe neredeyse zararsız gözüyle bakan, eleştiriyi bile en alt perdeden yapan, milliyetçi, sosyalist arkadaşlarımı görüyorum.
Lenin’in meşhur sözüdür: "Düşmanlarım beni alkışlıyorsa nerede hata yaptım diye düşünürüm…"

Ben de bu kadar düşman alkışını belki uyanırlar diye bir daha hatırlatayım dedim, çünkü bu şekilde muhalefetten bir farkları kalmıyor.