Mendilimde kan sesleri

 Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Bir kış sabahına her şeyini yitirmiş uyanan insanlarımızın o acı çığlıkları durmadan çınlıyor kulaklarımda. Toz bulutları arasında yavrularını arayan annelerin yanık ağıtları ok gibi saplanıyor yüreğime. Bir başına kalmış çocukların masum bakışları gözlerimin önünden bir türlü gitmiyor. Bir bozlağı artık sonuna kadar dinleyemiyorum. Mızrap tellere dokunur dokunmaz yanaklarım ıslanıyor...

Necati Alpagül ile (Haziran 2022)

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Kalemim suskun; önümdeki ak kağıt bomboş. İçimden yazmak gelmiyor. Yediğim ekmekten içtiğim sudan utanıyorum. Hangi kitabı elime alsam sarmıyor; bir iki sayfa çevirip bırakıyorum. Günüme güller serpen şiirler vardı belleğimde, canım tazelenirdi okudukça. Gönlümdeki sıcak yuvalarından uçup gittiler...

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Sıcak evimden, dolaptaki giysilerimden, içi yünlü ayakkabılarımdan kaçırıyorum gözlerimi. Yatağım gece boyu diken olup batıyor sırtıma. Kaçan uykularımı ne etsem geri getiremiyorum. Biraz dalacak gibi olsam, Asi Nehri'nin akşam esintisinde, Antakya'nın dostluk kokan sokaklarında, birbirine yaslanmış taş evlerin mutlu avlularında buluyorum kendimi....

Herkesi selamlama coşkusuyla dolaştığımız o eski mahallelerin, o yemyeşil parkların güzelim insanları nerededirler şimdi?

Hatay (Haziran 2022)

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Bir ulu ağacın altındaki bankta soluklanırken, “Bu üçüncü rastlaşmamız sizinle.” demişti yaşlı bir çift. “Karımın dedesi, ninesi burada doğmuşlar; meçhul akrabaların izlerini bulalım derken birden âşık olduk Hatay'a!” deyivermiştim. “Aradığınız akrabalarınız karşınızda işte! Bakın balkonumuz görünüyor, hemen şurası! Evimiz evinizdir; buyurun lütfen!” diye ısrarla çay içmeye davet etmişlerdi...

O dünya kadar büyük balkon yıkık mıdır şimdi?

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Çay bahçesinin nemli sıcağında, soğuk 'haytalı'ları masalara ustaca taşıyan o liseli bilge garson; Ulaş... On sekizindeydi henüz... “Gözlerinden akıl, sözlerinden edebiyat fışkırıyor Ulaş'ım!” dediğimde, utangaç bakışlarını Asi'ye çevirip, “Yılda kırk kitap okumazsam içim rahat etmez abi. Dedem, Dörtyol'un belediye başkanıydı; okuma sevgisini o aşıladı bana.” demişti. Çantamdan Thomas More'nin Ütopya kitabını çıkartıp “Geleceğin büyük edebiyatçısı Ulaş kardeşimize.” sözleriyle armağan etmiştim ona... Kara gözlü Ulaş'ımız nerelerdedir şimdi?

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Hataylıların yârenlik taraçası; Asi'nin kıyıcığındaki Petek Pastanesi...

O eski yapının geniş bahçesinde koşuşturan beyaz gömlekli emekçiler nerededirler şimdi?

Sergenlerdeki pastaları görür görmez “Bu güzelliklerin mucidini hemen gösterin bize! Viyana, Paris, Frankfurt pastanelerinin hiçbiri Petek'le yarışamaz!” diye bas bas bağırdığımda, bizi pastaların mucidine, ihtiyar delikanlı Necati Alpagül'e götüren o güler yüzlü emekçiler...

Alçak gönüllü bir gülümseyişle eşime beni gösterip, “Seksen beşime geldim, en deli müşterimi vallahi bugün buldum; artık ben sizi ölsem bırakmam!” deyip taraçanın en havadar masasında bizi üç gece pastalara, künefelere, sohbetlere boğan canım Necati Alpagül abim... Asırlık pastanesinin, Çamlıhemşin'in Elevit köyünden başlayan öyküsünü manilerle, fıkralarla bezeyerek ne güzel anlatmıştı bize: “Bak, kulaklarını iyi aç! Petek'in asıl mucitlerini sayıyorum: Dedem Hasan, babam Teyfik, annem Rukiye, oğlum Bayram... Bu gördüğün pastalar 1915'te Rusya'yı, 1930'da Tahran'ı... 1940'larda Beyrut'u, İskenderun'u geze geze geliyor... Petek'in öyküsü üç yarenliğe sığmaz! Gelecek yıl torunumu da alıp Hatay'ımıza, Petek Pastanemize yine geleceksiniz, söz verin bana!” demişti. “Söz veririz ama bir şartla! Bu son akşamımızda bizi bir şiirle uğurlarsanız!” dediğimde, Annabel Lee şiirini hiç nazlanmadan nasıl da içtenlikle okumuştu sıcak ellerini omzumuzda...

Bizi Asi köprüsünden 'oğlum', 'kızım' diyerek nemli gözlerle uğurlayan, o yüce ruhlu, koca yürekli Necati abim nerededir şimdi?

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat...

Geçen yıl çektiğimiz gezi fotoğraflarımıza dönüp bakamıyorum: Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, İskenderun... Samandağı, Kırıkhan, Dörtyol... Bakarsam, her kentten ansızın bir dost eli dokunuyor omzuma. Sahaflar Çarşısı'ndan aldığım solgun kitaplara “Unutmayın bizi, buraları!” diyerek iki kitap daha ekleyen ak saçlı sahaf... Bakırcılar Çarşısı'nda “Uzaklardan gelen misafirimizsiniz; bunlar ikramımız” sözleriyle köpüklü kahveleri masamıza koyup giden sevgi dolu esnaf... Antakya'dan, evinin eşiğinden elinde bir tas su, dudağında duayla bizi annemiz gibi uğurlayan pansiyoncu kadın...

O güzelim insanlar neredeler, ne yaparlar şimdi?

Haftalardır ağzımda kekremsi bir tat... Ama geçecek...

“Kara gün kararıp kalmaz.” demiş atalarımız. Yaralarımıza basacak tuzumuzu kucak kucak paylaşacağız. Olanımızı, yüzümüzü ekşitmeden bölüşeceğiz. Yardım ellerimizi sevgiyle uzattıkça, can parçamız toprakların o dost gülümseyişleri bir sabah güneşiyle yeniden doğacak...

Çünkü, yüreğimize işlediğimiz şiirlerimiz var:

“Gülüyorsun ya, gülmek

  Bir halk gülüyorsa gülmektir.”* 

Mendilimde Kan Sesleri, Edip Cansever şiirinden.