Narçiçeği

Ah güzeller güzeli rakkase Anarkali! Anlatayım okurlarıma o çok hüzünlü öykünü...

Günlerden birgün Cihangir Hanlığının genç Prensi Salim Şah, raksını görüp hayran kalmış sana ve hemen oracıkta âşık oluvermiş. Sen de ona tabi. Gün be gün bu aşk alevlenmiş ve sonunda Prens evlenmek istemiş seninle. Ama Hanlığın kurallarına göre bir prensin halktan bir kızla evlenmesi yasakmış, hele hele bir rakkase ile evlenmek prensin aklından dahi geçmemeliymiş.
Ama zamanla, yasağa rağmen aşkınız daha da büyümüş ve bütün hanlıkta duyulup, ağızdan ağıza anlatılır olmuş. Bu durum prensin babası olan Han Akbar’da büyük bir rahatsızlık yaratmış ve sizin birbirinizi görmenizi yasaklamış. Ama âşıkların gönlü ferman dinler mi? Dinlemez tabi, bir yolunu bulup buluşmaya devam etmişsiniz.
ACI SON
Efsane aşkınız giderek iyice dillere düşmüş, öyle ki civar hanlıklarda da duyulmuş. İtibarı iyice sarsılan ve sizinle böyle baş edemeyeceğini anlayan Akbar Han, çare olarak çok zalimce bir yol bulmuş. Seni kentin ortasında yaptırttığı, penceresi olmayan, dört duvardan ibaret dar bir odaya hapsedivermiş. Arkasından odanın giriş kapısını da duvarla ördürüp kapattırmış ki, kimse sana yardım edemesin. Böylece seni diri diri ölüme mahkum etmiş... Zavallı Prens ise şaşkın ve çaresizmiş. Bu aşkı efsaneleştiren şehir halkı da gözyaşı döküyormuş. Her gün gelip hücrenin önünde bekleme duvarında toplaşıyor ve Hanın insafa gelip seni affetmesini bekliyorlarmış. Ama ne mümkün, Han Nuh diyor peygamber demiyormuş! Artık güzeller güzeli Anarkali’nın sağ çıkma ihtimali yokmuş o odadan. Bir müddet sonra halkın umutları da tükenmiş, yavaş yavaş çekilmişler... Ama aşk mecnunu prensin, maşukunun yanından ayrılmamış, gözleri kapının örüldüğü duvarda, sessizce, sabırla beklemekteymiş.
Günler birbirini kovalamış. Birgün o taş duvarda bir kıpırtı başlamış. Aaaa o da ne? Kapının taş örgüleri arasından ince, zarif bir dal filizlenmiyor muymuş? Bu olay anında Hanlıkta duyulmuş ve bunu duyanlar oraya koşup, bu dalı izlemeye başlamışlar. Günler geçtikçe yeni dallar, yeni filizler çıkıyormuş o taşların bağrından ve tüm dallar tomurcuklarla yükleniyormuş, belli ki çiçekler açacaklarmış. Veee nihayet bir sabah duvarın önüne gelenler bir de ne görsünler? Duvar baştanbaşa kıpkırmızı narçiçekleriyle kaplanmamış mı? Bir gecede bütün narçiçekleri açıvermişmiş işte. Öyle hayranlık veren bir güzelliği varmış ki bu çiçeklerin, adeta senin tüm güzelliğin onlarda kendini bulmuş.
Günler boyu aç susuz orada bekleyen prens ise güzelliğini seyrettiği, öpüp kokladığı o çiçeklerin ihtişamına daha fazla dayanamayıp, narçiçekleri arasında, yüzünde mutlu bir ifade ile ruhunu teslim etmiş... Aşığın sevdasıyla birlikte maşukunun, yani senin yanındaymış artık Anarkali... Rivayet şudur ki; o güzelim ateş rengi nar çiçekleri senin aşk dolu kalbinin derinliklerinden çıkmış, taşları delip, sevdiğine kendini göstermiş. O günden sonra Hint dilinde narçiçeğinin adı da “Anarkali” olmuş.
Haydi, rastgele tüm narçiçeklerine!