Ödüllerin sisi ve süsü

Sermayenin özellikle 1980'lerde sanat emeğine ve ürünlerine yönelerek bu alanda yoğunlaşma süreci, neoliberal ve özelleştirmeci yaygaranın yükselmesiyle hızlandı. Sanatta özelleştirme tohumlarının atıldığı ve doğduğu ekonomik ve siyasal ortamın başlıca kavramlarını yansıtmak üzere, "devletin küçültülmesi", "devlet eliyle düzenlemenin kaldırılması", "özelleştirme", "sermayenin serbest dolaşımı" terimleri yükselen değerlerin en tepelerinde uçuşuyordu. Olguyu laboratuvar çalışması yöntemleriyle yakından izleyip inceleyen Chin-tao Wu, Kültürün Özelleştirilmesi kitabında, "şirket kültürü" kavramıyla birlikte gelişen postmodern yozlaşmaya, dönemi her yönüyle sergileyen etkili ve canlı anlatımıyla ışık tutuyordu (çev.: Esin Soğancılar, İletişim Y., 2005): "Kültür; Atlantik'in iki yakasında çeşitli biçimlerde ve düzeylerde dillerden düşmeyen sözcükler ve siyasetin harcıâlem ideolojik malzemesi haline geldi." Kitap; paranın tüm değerlere ve sanata yönelik topyekûn saldırısının büyülü yöntem ve biçimlerle, tam da Andy Warhol'un sözlerini ve tutkusunu doğrulayan bir akışla gerçekleştiği dönemi çok güçlü tanıklıklarla yansıtıyor. Şöyle diyordu Warhol: "İş hayatı sanattan bir sonraki adımdır... İş hayatında iyi olmak en büyüleyici sanattır... Para yapmak sanattır."

SANATTA P’ARABESK YÖNELİŞLER

Neoliberal ve Postmodern saldırıların kültüre yansımasının kapak konusu olarak işlendiği Aralık sayısı için Bilim ve Ütopya dergisine yazı hazırlarken, bütün bir süreci başlıca dönemeçleriyle tek tek ve yeniden gözden geçirmek nasıl da yıpratıcı ve kahredici bir iş: Broy çevresindeki şair ve yazarlar Yenibütün bildirisinin çağrısıyla (1988) etkili bir direnç noktası oluşturma çabası içindeyken, nice gözde şair, yazı ve sanatçı bankamatik yayıncılığın kapısında kuyruğa girmişlerdi. Tüm kamusal alanlar gibi, Bilim Felsefe Sanat (BFS) alanları da geleneksel dokunulmazlıkları yok edilerek sermayenin fethine ve talanına açılıyordu. Sanatın yüceliğine toz kondurmayan galeriler ve yayınevleri, sponsor arayışı içinde ülkemizde de, Batı'yla al takke ver külah, akıl almaz işlere girerken, kara para aklamak için yayıncılığı kullanarak hem siyasette hem kültürde mafiyoz ilişkilerin tutunup meşrulaşmasını ve gitgide yaygınlaşmasını nasıl da kolaylaştırdıklarının farkında bile değillerdi. Neoliberal politikaların çılgınca uygulanmaya başlandığı günlere on dakikalığına geri dönmek bile görünmeyeni görünür kılmaya yetiyorsa da, olayı bugün bile görmek istemeyenlere doğrusu söylenecek söz kalmadı.

KAMUSAL İLİŞKİLERİN SİLİNMESİ VE ÖDÜL

Chin-tao Wu, yıllar sonra olayı çok yalın ve çarpıcı bir açıklıkla vurguluyor: "Reagan ve Thatcher döneminin neoliberal ruhu"nu yansıtan uygulamalar sonucunda olan biten, gerçekte ne kadar da sanat düşmanı bir çizgi izliyor: "... kamu politikasıyla şirketlerin sanat sponsorluğu arasında o kadar yakın bir ilişki var ki, Özel Sektör Sanat Sponsorluğu Derneği'nin yöneticisi Colin Tweedy, 1991'de, sanat sponsorluğunun 'Thatcherizm'in temel taşlarından biri olduğunu' söyleyecek kadar ileri gitmişti."

Şirketler; "... sanat müzelerini ve galerilerini birer tanıtım aracına dönüştürdüler: Kültür kurumlarının toplumsal işlevini devralıp bu kurumların sosyal statüsünden yararlandılar." Şirketlerin her türlü işleyişini sanatsal görüntülerle süsleyip asıl niteliğini sislemek her işte ana fikirdi: Sanki sanat gerçekten de gündelik iş pratiklerinin ayrılmaz bir parçası olmuştu. Özellikle ödüller, sanatın kamusal birikim ve niteliğini silme, ona reklam özelliği kazandırma yönünde ustaca kullanılıyordu. "Britanya'da, şirketlerin sanat ödülü dağıtma etkinlikleri de", tüm özelleştirme çabaları "kadar hırslı ve saldırgan..." Öyle ki, sanat ortamındaki yaratma sürecine ilişkin tüm çelişkilerin yerini en baskın düzeyde ödül savaşları ve avcılığı alıyor: "Şirketler, sanatsal çabayı ödüllendirerek kamuoyunun ilgisini çekmeye ve kendilerini açıkça çağdaş kültürün beğeni uzmanları konumuna yükseltmeye çalışıyor. Kısacası iş dünyasının etkisi çağdaş sanatın her evresinde iyice ilerlemiş durumda: Üretiminden yayılmasına, alımlanmasına kadar..."

O yıllarda her türlü hukuki gereci ve hukuk dışı yöntemi kullanarak toplumsal gücünü ve etkisini silme uğrunda TYS'yi gözden çıkaranların başarısı görmezden gelinemez.

SARTRE’IN TAVRININ BÜYÜKLÜĞÜ

Chin-tao Wu'nun 1980'lerden bu yana postmodern döneme ait yüzlerce örnek sergilediği Kültürün Özelleştirilmesi kitabından rastgele bir sayfada, sanatın başkaldırı geleneğinin para ve ödül ilişkileriyle nasıl da sinsice silindiği yönünde şu türden satırlar okuyabilirsiniz: "Sanat ödüllerinin büyük şirketler için bir pazarlama aracı olduğunu ve bu işlevlerini çok açık biçimde yerine getirdiklerini dikkate alırsak şirketin pazarlama sloganında sanatın bozguncu bir öğe olarak yer aldığını öne sürmek hiç de akıllıca olmaz. Sanat sponsorluğunun uzmanlaşmış bir biçimi olan sanat ödülü, kamu bilincinde yer etme şekli itibarıyle, şirketlere egemen çevrenin –bu durumda sanat dünyasındaki egemen çevrenin– parçası olma fırsatı sunar."

Kapitalist sistemde ödüllerin sanat ve edebiyatı yozlaştırıcı etkisini görerek ödül sultasına evrensel çapta apaçık tavır koyan tek yazar ve düşünür Sartre'dı. O Sartre ki, hepsi de postmodernizmin sepetine düşecek yapısalcılık şu bu gibi yönelimler için görüşü sorulduğunda dosdobra söylemişti: "Marksizm çağımızın aşılamaz felsefesidir. Tarihin arkasına gizleniyorlar. Asıl hedef Marksizm'dir. Çünkü söz konusu olan şey, yeni bir ideoloji yaratarak, Marx'a karşı burjuvazinin son bir barikat oluşturmasıdır."