‘Sen ona yazar mı diyorsun?’

Üslup, dil kullanımı, yazım tekniği ve etki açısından, Nurullah Ataç sonrası edebiyat eleştirisinin en önde gelen, vurduğu yerden ses getiren ismi hiç kuşku yok ki Fethi Naci’ydi.
Sekiz yıl önce, 23 Temmuz 2008’de 81 yaşındayken dünyamızdan ayrılan Fethi Naci, benim için de çok özel bir insan, bir ustaydı.
1994’te Aydınlık’ın kültür - sanat sayfalarının yöneticisi olduğum dönemde Fethi Naci de o sayfalarda köşe yazıyor, danışmanlık yapıyordu. Ama bunun çok daha öncesinde de sıkı bir okuruydum onun.
1981’de yayımlanan “100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme”den itibaren kitap ve yazılarını kaçırmamaya çalıştım ve çok şey öğrenerek okudum. Kendisiyle tanışmak, Gerçek Yayınevi’nin Cağaloğlu’ndaki bürosuna gidip gelmeye başlayıp edebiyat sohbetleri etmek, sıkı birer Fenerbahçeli olarak birkaç kez birlikte maç seyretmek ve birkaç kadeh rakı içmek, gerçekten büyük ayrıcalık gibi geliyordu bana. Hâlâ da öyle geliyor...
Derin edebiyat birikiminin yanında, iyi bir sinemaseverdi de Fethi Naci. Doğrusu sinemaya gittiğine, festivalleri takip ettiğine fazla tanık olmadım. Ama her gün gazeteleri tarar, televizyonda iyi bir film olduğunda da kaçırmaz, mutlaka seyrederdi. Önerdiğim bir filmi seyretmiş, film kadar beni de öven bir yazı yazmış, epey gururlanmama neden olmuştu.
Tunç Başaran’ın 1991 tarihli enteresan mı enteresan filmi, “Uzun İnce Bir Yol”da kamera karşısına da geçmiş, kısa bir rolde ve “Hadi be sen de, ona da yazar mı diyorsun?” gibi kısacık bir replikle de olsa “kişiliğini” konuşturmuş, filmin Bodrum’daki bar sahnesi dolayısıyla çok sevdiği sinema sanatının içinde yer almıştı. Tunç Başaran, yakın arkadaşı Fethi Naci’den kendisini oynamasını istemişti belli ki.
Cemal Süreya’nın “Onu çıkarın, Türk edebiyatının dengesi bozulur” dediği Fethi Naci, Marksizm’i ve Marksizm’in sanat yöntemi sosyalist gerçekçiliği benimsemiş, el attığı yazarı vezir de rezil de edebilen, tok sözlü, dobra dobra konuşan ve yazan bir eleştirmendi. En yakın dostlarından, tam kafa dengi olan Yaşar Kemal’in “Bir yirmi yıl daha yaşasaydın be Fethi!” demesi boşuna değildi... Fethi Naci yaşasaydı, şu son 10 yıllık dönemde bile Türk edebiyatının ve eleştirinin bu hallere düşmeyeceğine adım gibi eminim.

DÜNYA BİR GÖLGELİKTİR
Öfkeli hallerine de çocuk gibi neşeli anlarına da rastladım Fethi Naci’nin... Sivas katliamından sonraki acısını ise unutmam ve anlatabilmem mümkün değil. Çok sevdiği, eleştirmen arkadaşı Asım Bezirci’yi ve başka dostlarını yitirmişti yobazların saldırısında. O olaydan sonra hiçbir zaman eskisi gibi olmadığını söyleyebilirim.
1980’lerin ortalarında Hürriyet Gösteri dergisine yazdığı bir yazıda, “Acıyı yaşadım ben ve yalnızlığı ve sevgisizliği. Bir ölüm kaldı, o da umurumda değil. Ölüm yaşanmıyor ki...” demişti.
24 Aralık 1976, biricik kızı Deniz’i 21 yaşında kaybettiği gündü. Sahil yolunda Zeytinburnu civarında denize uçan bir arabadaydı Deniz... Aynı arabada annesi, Fethi Naci’nin bir süre önce ayrıldığı eşi Emel Hanım da vardı. Direksiyondaki kişi ise 1970’li yıllardaki Türk sinemasının, özellikle de erotik filmler furyasının tanınmış oyuncusu Sermet Serdengeçti’ydi...
Fethi Naci’yi gerçekten çok özlüyorum. O hayattayken çıkan son kitabının adı, giderek daha çok şey anlatıyor: “Dünya Bir Gölgeliktir.”
Edebiyat dünyamızda, “Hadi be sen de, ona da yazar mı diyorsun” diyebilen kimse kalmadı ne yazık ki.