Suriye’de ipler ne zaman kopacak?

Konu Suriye olunca, insan senelerdir aynı satırları yazıp aynı şeyleri söylüyor izlenimine kapılıyor.
Toprak parçalarının askeri kontrolü el değiştirse, milyonlarca insan göç etse ve on binlerce can toprağa düşse de bazı şeyler hiç değişmiyor gibi geliyor.

BİTMEYEN ISRAR

Savaşın başında ABD’yle hareket eden iktidar, sonrasında ABD’den uzaklaşıp Rusya ve İran’la işbirliğine yönelen bir yola girdi. Astana süreci komşularla işbirliği anlamında olumlu bir hava estirdi.
Suriye’yle barış fikri, farklı çevrelerce dillendirilir oldu.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve sürmekte olan Barış Pınarı harekatlarıyla, ABD taşeronu PKK/YPG’ye darbe üzerine darbe indirildi.
Günümüzün Roma İmparatorluğu olarak adlandırılan ABD dahi askerlerimizin kararlılığı karşısında geri adım atmak zorunda kaldı.
Ordumuzun her ileri adımı Batı başkentlerinde taşları yerinden oynatıyor.
İsrail basınında PKK/YPG’yi Türklere teslim eden ABD, yarın bizi de yarı yolda bırakabilir haykırışları yankılanıyor.
Emperyalist cephede büyük bir çatlak açmayı başardık.
Umut verici gelişmelerin sayısı gün be gün artıyor.
Fakat iktidar, tıpkı savaşın başında olduğu gibi bugünde Şam’la görüşmekten imtina ediyor.
Etrafımızdaki ve aramızdaki coğrafyada her şey değişiyor, vakit akıp gidiyor fakat Ankara’nın Şam’la görüşmeme ısrarı devam ediyor.
Bedelini, iktidar dahil olmak üzere bölge ülkeleri ve milletleri topyekun ödemeye devam ediyoruz.
Herkesin aklında aynı sorular:
- Türkiye, ne zaman Şam’la barışıp ABD’yle ipleri koparacak?
- Yapılan her hamlenin altında başka bir neden aratan ikircikli siyasetlerden ne zaman vazgeçilecek?
- Türkiye seçimini geri dönülmez bir biçimde ne zaman yapacak?

Cumhuriyet tarihinin en keskin yol ayrımlarının birinin önündeyiz, Asya tarafına doğru giden yola yönümüzü döndüğümüze dair emareler artsa da halen ayak sürüdüğümüz konular mevcut.

DEVLETİN ÖMRÜ VE ADIMI

Devletlerde insanlar gibi doğar, büyür ve ölür derler. Doğrudur, tarih örnekleriyle dolu.
Sınırları içinde milyonlarca insan, arkasında yüzyıllık tarih ve toprağın derinliklerinde kültürel köklerini barındıran bu büyük devlerin hamleleri ve değişimleri elbette anlık olamaz.
Barışlar, savaşlar ve sosyal ayaklanmalar bir anda oluveriyor gibi gözükse de on yılların birikiminin bir sonucudur.
Biz genellikle bardağı dolduran veya taşıran damlayı hatırlar ve bunun üzerine tarih yazarız.

Diğer damlalar unutulup gider...
Suriye savaşı 8 seneyi aşan bir süredir devam ediyor.
Ankara, bütün bu süre boyunca ısrarını devam ettirdi.
Fakat bugün bardak doluyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun son açıklamaları, Şam’la görüşme konusunda üzerlerindeki baskının izlerini taşıyor.
Cumhurbaşkanı’nın 1998 Adana Mutabakatı vurgusu ve Çavuşoğlu’nun Alman Televizyonu’na verdiği röportajda, Şam’la görüşme sorusuna net bir cevap vermemesi dikkate değer.
Fakat yeterli değil.
Ankara’nın siyasetlerindeki belirsizlik, ABD ve taşeronları PKK/YPG’nin ekmeğine yağ sürerken, komşularda tedirginliğe neden oluyor. Puslu hava düşmana yararken, komşular arası kışkırtmalara da adeta davetiye çıkartıyor.
Diğer yandan komşular arasındaki çelişkilerden medet uman PKK/YPG’ye, siyasi ve askeri manevra alanları açılıyor.
Emperyalist cephe ellerini ovuşturarak Türkiye ve Suriye ordularının karşı karşıya gelmesini bekliyor.
Türkiye’nin oyunu bozacak gücü ve kudreti mevcut.
Olağan koşullarda devletlerin hamleleri ağır olur, fakat bugün önümüzde devrimci bir süreç var.
Devrimci kararlar alabilenlerin, devlete ayak bağı olan ısrarlardan kurtulmasını bilenlerin ve bir an olsun gerçekle bağını kopartmayanların yönetebileceği bir süreç...
Tarih, Ankara ve Şam arasında tekrardan işbirliğini dayatıyor.

ASKERİ HAREKATI SİYASİ HAMLELERLE TAÇLANDIRMAK

TSK’nın başarıyla sürdürdüğü harekat, Türkiye’ye yeni alanlar açsa da siyasi hamlelerle desteklenmesi zaruri bir ihtiyaç.
Askeri harekat siyasetin yapamadığını yapıp Ankara ve Şam’ı birbirine yanaştırmış durumda.
Fakat esas karar alıcı kuvvet Ankara’da.
Bu noktada sadece iç kamuoyuna yönelik ajitatif söylemlerin, diplomatik arenada karşılığı olmadığını söylemekte yarar var.
Avrupa ve Arap dünyasını bir bütün olarak karşımıza almaktansa, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı esnasında yaptığı gibi son ana kadar diplomatik kanalları işletip, karşı cephedeki çatlakları derinleştiren bir siyaset izlenmesi gerekiyor.

Bugün askeri harekatımızın kesin adımlarının tersine bir biçimde, siyasi arenada izlenen belirsiz siyaset, İran ve Rusya’da soru işaretleri oluşmasına neden olmuş durumda.
Türkiye’nin bir an evvel komşularını harekatın amaçları konusunda bilgilendirmesi gerekmektedir. Açık diplomasi, tereddütleri ve şüpheleri sonlandıracak, işbirliği olasılığını kuvvetlendirecektir.
Harekat Arap dünyasına anlatılırken, özellikle PKK/YPG ve İsrail arasındaki bağın vurgulanması ses getirecektir. Arap devletlerinin yöneticilerinin olmasa da halklarının İsrail’e karşı tepkisi devam etmektedir. Sürdürdüğümüz harekatın Suriye devletine karşı değil, ABD-İsrail destekli terör gruplarına karşı olduğunu anlatmalıyız.
Avrupa’da ise PKK/YPG’nin uyuşturucu ve insan kaçakçılığı alanlarındaki faaliyetlerini teşhir etmek, devletleri olmasa da halkları uyandırmak noktasında etkili olacaktır.
Nihai başarının anahtarı ise ısrarla tekrar ettiğimiz üzere Şam’la diyalog ve işbirliğinden geçmektedir.
Çanlar, manevraların değil nihai kararların zamanının geldiğini haber veriyor.