Tanrı Kontrol Eden Kudret Midir?

Mutlak doğru bir Tanrı varsa neden dünyada birçok haksızlık ve zulüm olmaktadır? Tanrı dinlerin anlattığı tarzda mutlak doğru bir Tanrı mıdır? Din nedir? gibi sorular din felsefesinin cevap aradığı alanlardır. Din felsefesi de felsefenin bir alanıdır ve dini nihai gerçeklik olarak gören insanlara eleştirel eleştirinin eleştirisini yapma fırsatı verir. Dolayısıyla din felsefesi dogmatik olmaktan çok uzaktadır. Çünkü kutsal kitaplarda sorgulanması yasak olan naslar vardır ve naslar kitapta anlatıldığı üzere olduğu gibi kabul edilir. Aslında buna “kutsal teoloji” de diyebiliriz. 

Din felsefesinin bilim olarak değerlendirilmesi yakın bir döneme tekabül etmektedir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Ludwig Wittgenstein’in eserleri araştırmacılarda ciddi bir karşılık bulmuştur. Bu bilim dalında pozitivizm teolojiye uygulanmış ve sistematik olarak da bir başarı elde etmiştir. Böylelikle Aristo, Augustine ve Aquinas’ın muhafazakâr görüşleri sorgulanmaya başlanmıştır. Daha sonra ise Hick, Plantinga, Swinburne ve Mackie gibi düşünürler alanda önemli eserler ortaya koymuştur. (Peterson, 2006: 14-15)
Din Felsefesi ciddi anlamda dini kavramları ve inançları inceleme üzerine kuruludur. Pozitivizmden etkilendiği için gerçekçilik ve akıl üzerine çözümlemelerde bulunur. Özellikle menkıbeye dayalı dini anlayışa mesafe koyar. Alanda bir de gerçek-dışıcılar vardır ki bunlar Freud’dan etkilenerek psikolojik tecrübeleri baz alırlar. (Peterson, 2006: 20) Bu düşünürler de dini tabiatüstü bir gerçeklik olarak değil tabii bir fenomen olarak görürler. Özellikle Budizm de gerçek-dışıcılığın izleri açıkça görülmektedir. Din felsefecileri arasında dini insanları zorluklar karşısında motive edecek bir unsur olarak görenler olduğu gibi insanları uyutan bir unsur olarak görenler de yok değildir. Marks’ın dinler tarihini okuyarak dinin sıradan halkı uyuşturduğunu söylemesi gibi. Marks’ın kendisi felsefe doktoru olmasına rağmen dinler tarihi ile de ciddi anlamda ilgilendiği için bu sonuca ulaşmıştır. Marks’ta bu konun dikotomik yansımaları da yok değildir. Örneğin; “Din kalpsiz bir dünyanın kalbidir” demesi gibi. Materyalist din felsefecilerine göre vülgarize etmek gerekirse “Dinleri de Tanrı’yı da  insanlar yaratmıştır.” Daniel C. Dennet gibi düşünürler de dinin insanı daha iyi yapabileceğini kabul etmiş fakat iyi bir insan olması için tek fenomenin bu olmadığını ifade etmiştir. (Hasker- Reichenbach vd, 2018: 24; Dennet,2006)

DİN ARTI-DEĞER YARATIR MI?

Daniel Dennet gibi evrimci izaha başvuran düşünürler dini kültürel bir olgu olarak nesilden nesile geçen bir fenomen olarak değerlendirmiştir. Örneğin; John Lubbock insanların doğuştan ateist olduğunu ancak sosyal çevrenin etkisiyle dindarlaştığını ifade etmiştir. Dinin nasıl ortaya çıktığı ise daha tartışmalı bir konudur. Kutsal sayılan kitaplara göre insan dindar bir varlık olarak dünyaya gelmiş ve bilinçli bir Tanrıtanırdı. Oysa bazı bilim insanları bunun tam tersini söylemektedir. Gerçekten insan dinini seçerken özgür müdür sorusunu sormak elzem diye düşünmekteyim. Türkiye’de doğup büyümüş ve Müslümanlığı seçmiş biri eğer Japonya’da doğsaydı yine Müslüman olur muydu cevabı bu konuda eleştirel yaklaşım açısından önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Din insanları psikolojik açıdan daha sağlam yaptığı ve karar verirken onlara bir istikamet verdiği doğrudur. Ancak nihayetinde sağlam karakterli, saygılı ve dürüst ateist insanların olduğu da bir gerçektir. Din kendi başına bir fenomen değildir. İbadetlerimiz de genler yoluyla değil kültür aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Dini bir kültürel algılayıştır da denilebilir. Dinin insanı daha ahlaklı yaptığına dair görüş de problemlidir. Emile Durkheim ise dini sosyal bir disiplin olarak değerlendirmekte ve bilimin akılcılığı ile araştırılması gerektiğini savunmaktadır. (Hasker- Reichenbach vd, 2018: 39; Dennet,2006) İnsanlar gerçekten acı çektikleri şeyin dinmesi için mi bir her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya ihtiyaç duydular? sorgulanması gereken konulardan biri de budur. 
Din ve ibadet gibi konular da bazı insanların trans hâline geçmesini ise William James üst-şuur hâli olarak değerlendirmektedir. Örneğin; az yeme-konuşma, nefes talimleri, insanlardan uzaklaşma Hintlilerin nefis terbiyesinden diğer dinlere geçmiştir. Bu durum aklın ötesinde bir halet-i ruhiyedir. Varlığın tefekkürü ile uğraşan bu insanların psikolojik bir trans içerisinde olduğu söylenebilir. Bahsedilen trans hâli bağımsız, kısa sürelidir. (James, 1923)  
Mistisizmin köktendinci Hristiyan rahip ve keşişlerde de olması özellikle Rönesans ve Reform ile birlikte büyük eleştiriye maruz kalmıştır. Luthercilik ve Kalvincilik bu hayat tarzına ciddi eleştiriler getirmiş ve kapitalizm de bu öğretileri temel alarak gelişmiştir. Luthercilik-Kalvincilik her şeyden önce tembelliği günah saydı. Ticareti övdü. İşte bu proseste kapitalizm gelişti.
İnsanlar dini tecrübelere dayanarak Tanrı’nın varlığını açıklamaya çalışsa da bu psiko/sosyal durumun somut olarak kanıt sayılamayacağını söyleyebiliriz (Hasker- Reichenbach vd, 2018: 39; Martin, 1990). İbn Rüşd ise dönemine göre cesaretli bir yaklaşımla şeriatın felsefe yapmayı emrettiğini söylemiştir. Tanrı’ya ulaşmanın yolunu felsefeye bağlayan bu düşünür zamanının çok ilerisindeydi. Kimi araştırmacılar ise İbn Rüşd’ün non-teist (deist) olduğunu iddia eder. 
İnsanlar şeriatın varlıklarına ancak akıl yoluyla ulaşabilir. Zaten Kur’anın pek çoğunda insanların aklını kullanması yönünde ayetler vardır. Haşr Suresi 2. Ayette: “Ey akıl sahipleri, düşünün!” dendiği gibi. İslamiyet’teki naslar konusunda ise Kur’an ehil sahiplerinin hata yapmasını maruz görürken, cahil insanların bu konularda yorum yapmasını affetmemektedir.
Din gerçekten artı-değer yaratır mı? Bu sorunsalın cevaplandırılması hem basit hem de zordur. Aslında bu inanan kişiye göre değişmektedir. Kur’an’ın düşünen insanı muhatap alması gibi ancak akıl sahibi kişiler dinin afyon yüzünü iyileştirebilir. Avrupa’dakine benzer bir Ortaçağ yaşamayan İslam dünyası Avrupa’ya karşı üstünlüğünü kaybetmiştir. Roger Garaudy bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Müslümanlar 300 sene önce de namaz kılıyorlardı, namazın şekli değişmediğine göre Müslümanlar değişti.” Garaudy’nin böyle bir ifade kullanmasının sebebi açıktı. 300 sene önce dünyayı idare eden Müslümanlar şuan paramparça durumdadır. O hâlde Garaudy’e göre; “sorun ritüellerde değil, Müslümanlardadır.”

DİNLERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE TANRI’NIN VARLIĞI-ÖZGÜR İRADE

Toplum biçimleri sürekli olarak komün çekirdeği temelinde parçalanışa ve toplanışa uğrayarak kendisini yeniden üretebilir. Derleyici rol oynamış görünen tarihsel ve sosyal devrimler de; onlardan çıkagelmiş sınıfı toplum medeniyetleri ve rejimleri de aynı temellerden kalkarak hep komün temellerini yeniden üretmek uğruna açılıp kapanırlar. Toplum parçalanışları; sosyal sınıflar, tabakalar, zümreler, kişiler yönünde artarak sürer. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, “Bir tek Dünya” parolası tesadüf değildir (Kıvılcımlı, 2018, s. 21).
Önsel olarak somut durumun somut tahlilini yapmak gerekirse konumuz teolojideki insan toplumunun ekonomik güçler yasasını çözümleyebilmektir. Apriori olarak insan ve tarih (gelenek-görenek) üretici güçleri manevidir. Ama maddi olan teknik ve coğrafya üretici güçleri ile denk işler (Kıvılcımlı, 2018, s. 21) Toplumsal devinim göz önüne alınmadan insanlardaki kutsallaştırma prosesi kavranamaz. Monoteizme giden süreç çözümlenemez.
İlk insanların ortaya çıkışından beri Tanrı insancının olup olmadığı tam olarak kestirilemez ancak daha sonraki süreçte Tanrıların sürekli değiştiğini gözlemleyebiliriz. Kutsallaştırma prosesinin Totemizm’e uzandığını bilim insanlarının çalışmalarında görebiliriz.
İnsanların toplumu yorumlayamadan kendisine koruyucu güçler aramaya çalışması evreni kendiliğinden yorumlamasını içermiştir. O halde ilk atanın doğa olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar bunu hayvanlar aleminden kopmadan yapması mümkün değildi. Cinsel yasakların ortaya çıkması da toplumsal devrimleri beraberinde getirmişti. Bu toplumsal devrim “dinlerin ortaya çıkışı” oldu.
Tanrının varlığı noktasında ikili bir sübjektif durum vardır. İlk olarak Tanrı inancı, insan aklının kavrama sınırının üstünde bir kavrayıştır. O hâlde insanın Tanrı’yı kavraması sezgiseldir diyebiliriz. Tanrı’yı kavrayabilmek için kutsal kitaplar vardır. Bu kutsal kitapların oluşması ise vahiyle oluşturulan öğretilerdir. Tanrı’nın kavranmasında olduğu gibi vahiyde tabiatüstü bir kavrayıştır. Sıradan insanın yapabileceği bir şey değildir. Bu öğretilerin red edilmesi dinden çıkmakla cezalandırılır. Thomas Aquinas bilimi önemseyen düşünürlerdendir ancak bilimin vahiyle çatışması durumunda vahyin baz alınması gerektiğini ifade eder. Böyle bir süreçte din-bilim uyuşur mu sorusu gündeme gelmektedir. 
Fideistler insanların doğuştan dine yatkın olduğunu iddia ederler. Gerçekten böyle midir? Tartışılması insanlar tarafından yasaklanan öğretilerin sorgulanması söz konusu olsaydı gerçekten bu durum böyle olur muydu?  Kutsal kitaplarda yer alan bazı tezler bugün bilim tarafından çürütülmüştür. Örneğin; “dünyanın düz olması, insan ve hayvanların dişi-erkekten yaratılması (bakterilerin cinsiyeti yok), güneşin çamura batması, dinozorların red edilmesi, spermin bel ile kaburga arasında çıkması, tatlı sularda mercan ve inci yetiştirilmesi vs.”
Kutsal kabul edilen dinlerde Tanrı’nın geçmişi ve geleceği bildiği söylenir. Burada sorulması gereken soru şudur: “Eğer Tanrı her şeyi biliyorsa biz ne kadar özgürüz?” Nelson Pike, Tanrı alem-i mutlak olması durumunda insanların özgür seçiminin olmadığını ifade eder. Bu durumu Pike şöyle örneklendirir: “Farzedin ki, tatlı olarak hangi çeşit dondurma alacağınıza karar vermektesiniz ve Tanrı seksen yıl önce sizin şimdi çilekli dondurma seçeceğinizi biliyordu. Buna rağmen, çilekli yerine vanilyalı seçmek sizin kudretinizde midir? Eğer vanilyalı seçmek kudretindeyseniz, o halde üç şey yapmak kudretindesiniz. Siz Tanrı’nın geçmişte doğru diye kabul ettiği bir inancı yanlış kılma gücüne sahip olabilirsiniz. Seksen yıl önce Tanrı’nın var olmadığını kanıtlarsınız ya da Tanrı’nın geçmişte fiilen sahip olmuş olduğu bir inanca sahip olmamış olmasını temin etme gücünüz vardır.” (Hasker- Reichenbach vd, 2018: 197)
Bazı İslamcı düşünürler Tanrı’nın geçmişi ve geleceği bildiğini ancak bireyi özgür bıraktığını iddia eder. Sorulması gereken şey şu olabilir: “İnsan anne-baba ve yoksulluk-zenginliği kendisi seçemiyor. Zengin bir ailede doğarsa rahat bir yaşam sürüyor yahut yoksul bir çevrede doğarsa ızdıraplı bir hayat geçiriyor. Müslüman bir çevrede doğarsa Müslüman olacak, Hindu bir ailede doğarsa Hindu olacaktır büyük ihtimalle. Sosyal çevremizi, dinimizi, kültürümüzü kendimiz seçemiyorsak insanın özgür iradesi hangi noktada sabitlenir?”
Boethius gibi düşünürler ise özgür irade konusunda Tanrı’yı devre dışı bırakmaktadır. Tanrı’nın geçmişi de geleceği de bilmediğini iddia ederken Tanrı’nın da insan gibi şimdide yer aldığını ifade eder.
Tanrı hakkında sorgulanması gereken meseleler şunlar olabilir: “Tanrı’nın ne olduğudur? Evreni Tanrı yaratmışsa Tanrı gerçekten büyük bir bilim adamı mıdır? Dinlerin bahsettiği gibi Alem-i Mutlak mıdır? Öyleyse neden zulümlere karşı gelmiyor sorusu akla gelebilir. Dindar Teologlar bu soruya “imtihan” cevabını vermektedir. Yine bu teologlar aynı zamanda Tanrının sonsuz merhametli olduğunu söylemektedirler. Mutlak merhametli bir Tanrı yarattığı kullarının acı çekmesinden zevk alır mı sorusu dile getirilebilir. Tanrı âlemden önce var mıydı? Tasavvufçular buna “evet” cevabını vermektedir. Bu Tanrı “manevî (spiritual) bir varlık mıdır?” Yoksa Tanrı bir şey denemek isteyip dünyayı yaratmış sonra da hiçbir şeye karışmak istememekte midir ya da gerçekten her şeye gücü yetmekte mi?”
Teistler dünyada gerçekten ahlakî bir düzenin olduğunu iddia etmektedirler. Bu mistik görüşe karşı çıkanlar teistlere şunu sormaktadır: “Neden o hâlde dünyada her gün tecavüzler, cinayetler, haksızlıklar oluyor ve Tanrı bunlara müdahale etmiyor.”

SONUÇ 

Tanrı kötülükleri engellememekle suçlu mudur? Hristiyan teologların bazılarına göre “evet” diğerlerine göre ise “hayır”. Evet diyenlere göre Tanrı, kötülükteki hakikati insanlara gösterebilmek için müdahalede bulunmamaktadır. Hayır diyenler ise Tanrının insanları özgür bıraktığını iddia etmektedir. O hâlde Tanrı gücü yettiği hâlde yapılan kötülükleri engellememekle suç ortağı olur mu? sorusu gündeme gelmektedir.
Tanrı’nın geçmişi değiştirememesi Cebbar ismine (Dilediğini yapan ve yaptıran) aykırı mıdır?  Bakıldığında son derece çelişik bir durum ortaya çıkmaktadır. Hermenötük düşünen beyinler için çelişiktir ama yıllarca dini kültürün etkisinde kalanlar için bahsedilen meseleler açık aramaktan ibarettir. Oysa din felsefesinin amacı açık aramak değil eleştirel düşünüş tarzı ile dini rasyonalize etmektir. Dinlerde Tanrı’nın insanları sevmesinin birincil kaidesi: “Tanrı’nın hoşuna gidecek şeyler yapılmasıdır”. İslamiyet akıl sahipleri ve aklını kullananları muhatap alıyorsa yazım Tanrı’nın hoşuna gidecek şeylerdir. Ancak geleneksel teizm Tanrı’yı salt “Kontrol Eden Kudret” (Cobb, 1981)  olarak değerlendirdiği için felsefe yapanları Tanrı’nın gücünü küçümsemekle suçlamaktadır. 
Dini inanışların olmazsa olmazlarından birisi de mucizelerdir. Hz. Muhammed’in Miraç’a çıkışı, Hz. İsa’nın yeniden dirilmesi gibi. Bu tarz inanışlar genelde sözlü geleneğe dayalı olarak kuşaklardan kuşaklara aktarılmıştır. Fakat şunu ifade etmek gerekirse İslâm’ın yazılı geleneğinin Hristiyanlık ve Museviliğe göre daha sağlam olduğunu söyleyebiliriz. İncil salt ahlak kitabı iken Kur’an aynı zamanda bir sosyal hukuk kitabıdır. Ancak Dinler Tarihi’i incelendiğinde Sümerler, Mısır, İlkçağ Anadolu uygarlıkları vs mucizelere dayalı sözlü-yazılı gelenek aktarımının çok fazla benzerlik gösterdiği görülebilir.
Sonuç olarak evren materyalist mânada mı yoksa idealist mânada mı devam edecektir?

KAYNAKÇA

Bu yazı daha önce Son Çağ Yayıncılığın yayınladığı akademik bir kitap bölümü olarak çıktı. Gerekli izinler alındı.

Cobb, B. John. (1981). Process Theology, an Introductory Exposition, Philadelphia: Westminster Press.
Dennet, C. Daniel. (2006). Breaking The Spell: Religion as a Natural Phenonenon, New York: Viking.
Hasker, William- Reichenbach-Bruce vd. (2018). Din Felsefesi: Seçme Metinler, İstanbul: Küre Yayınları.
James, William. (1923). The Varieties of Religious Experience, New York: Longsmans.
Kıvılcımlı, Hikmet. (2018). Komün Gücü (Siklus Temeli), İstanbul:  Derleniş Yayınları.
Martin, Michael. (1990). Atheism: A Philosophical Justification, Philadelphia: Temple University.
Peterson, Michael. (2006). Akıl ve İnanç, İstanbul: Küre Yayınları.