Türk Edebiyatı-Türkçe edebiyat tartışması dile indirgenemez

Türk Edebiyatı-Türkçe edebiyat tartışılmaya devam ediyor. Aslında basında konuyu ilk Aydınlık ele aldı. 16 Aralık 2015'te, henüz Türkçe edebiyat kimsenin gündeminde değilken, kültür sanat sayfamızda yaklaşan tehlikeye dikkat çektik. 2020'nin Aralık ayında da, şair ve yazarlarla konuşarak dosya şeklinde işledik. O günlerde, Türkçe edebiyat teriminin kullanılmasını talep edenlerin sorularımıza yanıt vermekten kaçtıklarını ve kendi mecralarında bu yayınları yaptıklarını da not düşelim. Şu an yürüyen tartışma biraz edebiyat dünyasının içinde sınırlı. Tarihçi İlber Ortaylı, konuyu önceki gün Hürriyet'teki köşesine taşıdı. Aslında iyi de yaptı. Bu iki nedenle önemli: 1. Bu konu yalnızca edebiyat alanının tartışması değildir. Bütün sanat dallarını hatta tarih, sosyoloji gibi bilimin diğer dallarını da kapsamaktadır. 2. Bu yalnızca bir ulusa ait dil tartışması değildir, evrensel bir yönü bulunmaktadır.

AYNI ŞEYİ SÖYLEYİP KARŞIT OLANLAR

Bu tartışmada Türkçe edebiyatı savunanların da, Türk Edebiyatını savunan “bir kesimin” de ortak bir yanlışı var: Konuyu dile indirgemek. “Birbirlerine aynı şeyi söyleyip karşı çıkma” durumuyla karşı karşıyayız. Sayın İlber Ortaylı'nın yazısında da maalesef bu var.

Şöyle ki, Türkçe edebiyatçılar dili merkez olarak ele alıyor. Diyorlar ki, Türkçe yazıyor evet ama etnik kökeni Türk değil. O zaman biz kullandığı dille adlandıralım. Bu geniş ve kapsayıcı olur.

İlber Hoca gibi bazı Türkçe edebiyata karşı çıkanlar da, aynı şeyi yapıyor. Dili merkez alıyor. “Etnik kökeni farklı olabilir ama hangi dilde yazarsa o dile ait olur.” diyorlar. Anadile bakıyorlar. İlber Ortaylı, “Türkçe kaleme alınan veya terennüm edilen edebiyata Türk edebiyatı denir. Avusturya’nın yazdıkları Alman edebiyatına girer. Belçikalı ve İsviçrelilerin yazdıkları da Fransız düşüncesine ve Fransız edebiyatına girer.” ifadeleri bunun açık örneği.

İlber Hoca'ya bazı itirazlarım var. Bu saydığı ülkelerin zengin edebiyat birikimi olmayabilir fakat bunlar da günümüzde Avusturya, Belçika ve İsviçre Edebiyatı'dır. Kafka, Almanca yazar ama Çek Edebiyatı'nın temsilcisidir.

Bu yaklaşımla Panait Istrati'yi nereye koyacağız? Istrati, Rumen edebiyatının yazarı ve temsilcisidir. Rumence yazmadığı için, Türkçe edebiyat savunucuların adlandırdığı üzere “Rumence edebiyatı” diyemiyoruz! Fransızca yazar. "Fransalı edebiyatı" mı yapacağız? Öte yandan, Fransız edebiyatına da sokamayız. Bu örnekleri artırabiliriz…

Yine bu yönde ele alırsak, şöyle bir soru ortaya çıkar: İngilizce yazıldığı için Amerikan Edebiyatı diye bir şey yok mu? Ortaylı'nın sonucuna göre böyle. Oysa ABD'nin yarattığı tarihsellik ve maddî kültür, ona o ismi kazandırmıştır, dil değil. Çünkü dil, o maddî kültürün bir aracıdır. Edebiyat ne şekilde adlandırılacağı tarihe, kültüre, toplumsallığa ve sınıfsallığa bakılarak yapılabilir.

EDEBİYATI DİĞER SANAT DALLARINDAN KOPARMAK

Vatan Partisi Lideri Doğu Perinçek'in 18 Aralık 2020'de bu tartışma üzerine Aydınlık Gazetesi'ndeki yazısı ufuk açıcıydı. Perinçek, “Türkçe edebiyat dediğiniz zaman, edebiyatı diğer sanat dallarından koparıyorsunuz. Türkçe resim olmadığına göre, Türkçe edebiyat da yoktur. Türkçe heykel adlandırması ne kadar bilim dışıysa, Türkçe edebiyat da o kadar bilim dışıdır. Türkçe mimarî lafı bize ne kadar acayip geliyorsa, Türkçe edebiyat da o kadar acayip gelmelidir. Örneğin Mimar Sinan, Türkçe mimar değil, Türk mimarıdır. Aynı zamanda feodal toplumun mimarıdır.” sözleriyle edebiyatı diğer sanat dallarından ayırma girişimlerine dikkat çekmişti. Kaldı ki, aynı kitaplarda olduğu gibi sinema afişlerindeki “Alman sineması-Türkiye sineması” ifadeleri, sanat alanının toptan saldırı altında olduğunu gösteriyor.

Dil bir araç. Aynı ressamın tuvali ve fırçası gibi. Edebiyatın temelinde bir maddî kültür bulunuyor. İşte tam bu nedenle, o maddî kültüre ait olan isimle anabiliriz ancak. Diğer sanat dalları için de geçerli. Bu nedenle bu tartışmayı edebiyat alanına sınırlandırarak sadece dil üzerinden yapmak doğru değildir.

İDEOLOJİK TARTIŞMAYA İDEOLOJİK CEVAP

Türkçe edebiyat başlı başına bir ideolojik tartışmadır. Neoliberal sistemin kültürel saldırısıdır. Türkçe edebiyat, postmodern bir iddiadır. Postmodernizme göre her şey bir metindir. Bu metinler de parçalı, kopuk, bağlantısızdır. Gerçek ve kurgu arasındaki çizgiyi belirsizleştirir. Bu anlamda “simülasyonda yaşıyoruz” iddialarına da kapı açar. Bugün edebiyatta da karşımıza çıkan posthumanizm, postmodernizmden beslenir. Özetle postmodernizm, tarihselliği ve maddi kültürü yok etme amacındadır.

Türkçe edebiyat adlandırması, yüzlerce yıl içinde oluşan maddi kültürün bir parçası olarak Türk edebiyatının bütünselliğini ortadan kaldırır; onu parçalı, kopuk, bağlantısız hale getirir. Buradaki esas amaç da budur. Zaten bu adlandırmayı kullanan yayınevlerinin bastığı kitaplara göz attığınızda, neoliberal ve postmodern ağırlıklı kitaplar yayımladıklarını görebilirsiniz. Bu açıdan Türkçe edebiyatçılar, ideolojilerine uygun bir tavır sergiliyorlar. “Ama ona Fransızca edebiyat demediniz” yönündeki açık arayan anlayışlar da yanlıştır. Tutarlı olsa, doğru tavır mı sergileyecek?

Yeri gelmişken söyleyelim. “Adlandırma önemsiz” diyenler, “Kim ne derse desin”cilerin tavrı da, bu meseleyi önemsizleştirerek “Türkçe edebiyat” adlandırmasının kabulünden başka sonuca yol açmıyorlar. Çünkü Türkçe edebiyat girişimi için, maddi kültürü ve dolayısıyla edebiyatı ortadan kaldırma girişimi diyebiliriz. Türk Edebiyatı'nı savunmak aynı zamanda edebiyatı savunmaktır. Bu saldırı sadece “Türk”e, bir ülkeye ve millete karşı değil. Evrensel bir yönü var. Çünkü çağımızda ulusal olmayan evrensel olamaz. "Türkçe edebiyat" ulusallığı, dolayısıyla evrenselliği ortadan kaldıran bir dayatma ve saldırıdır. Bu bir edebiyat yarıştırma değildir. Bilim dışı saldırıya bilimle yanıt verilir. İdeolojik saldırıya ancak ideolojik yanıtlar verilebilir. Bu tartışmayı yapanlar, milletimize bunu kavratmak zorundadır.