Türkiye Yüzyılı’nı ekonomiyi geliştirerek taçlandıralım

Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürdüğü yüzyıllar boyunca sadece politik ve askeri bir güç değil önemli bir ekonomik güç olmuştur. 16. yüzyıldan itibaren dünyada daha ileri üretim modellerinin oluşması ile birlikte Osmanlı duraklama ve gerileme sürecine girdi. 18. yüzyılda yapılan modernleşme girişimleri ‘batıcılaşmaya’ dönüştü ve ekonomiyi geliştirme iddiasıyla emperyalizme büyük ekonomik imtiyazlar sağlandı. Devlet vergisini bile toplayamaz hale geldi ve bu çarpık yapı nihayetinde yüz yılı aşmadan iflasla sonuçlandı. Ekonominin geliştirilmesi için bazı adımlar atılsa da emperyalizmin ekonominin içine nüfuz etmesi ve kendine bağlı bir burjuvazi oluşturması yapılan reformların etkin olmasını engelledi. 1908 Devrimi ile ekonominin millileşmesi için önemli adımlar atıldı. Yabancılara sağlanan imtiyazlar kaldırıldı, milli burjuva oluşturulması için çeşitli adımlar atıldı. Ancak İmparatorluğun dört bir yandan büyük saldırılar altında kalması ve Birinci Dünya Savaşı, sürecin aksamasında etken oldu.

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE İKİ KATEGORİ

17. Yüzyılda başlayan iki yüz elli yıllık ricat süreci Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile son buldu. Cumhuriyet dönemi Türkiye ekonomisini iki ayrı kategoride değerlendirmekte yarar vardır. Birinci kategori milli, kalkınmacı, planlı karma ekonomi modeli. İkinci kategori neoliberal, ‘serbest’, dışa açık kapitalist modeldir. Birinci kategori esasen milli irade ile oluşturulmuş milli politikalara dayanır. İkinci model ise daha çok IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların dayattığı veya hazırladığı reçetelere göre yönetilen ekonomi modelidir. Birinci kategoriyi 1930-1939 ve 1961-1974 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları ile incelemekte yarar var. Sözde ‘dışa açılmacı’, ‘küreselleşmeci’ neoliberal uygulamalar ise 1980 sonrasından başlayarak 2000’lerine ilk on yılına kadar devam etti.

1930’LAR; BÜYÜK SIÇRAMA

Cumhuriyetin ilk yirmi yılı kuruluş ve atılım dönemiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında İttihat ve Terakki yönetimi ile birlikte başlayan milli ekonomi hamleleri yaygın bir şekilde devam ettirildi. Cumhuriyetin ilk on yılında yabancılara verilen tüm imtiyazlar kaldırıldı, yaygın millileştirmeler yapıldı, özel sektörün geliştirilmesine önem verildi. İlk on yıl, uzun yıllar süren savaşların yaralarının sarılması süreciydi. Uygulanan destekleyici politikalarla tarım sektörü hızla gelişti ve reel gelirde hızlı büyüme oldu. 1930-1939 dönemi ise çarpıcı bir sanayileşme, büyüme ve atılım sürecidir. 1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu ile sanayide atılım dönemi başladı, gümrüklerde korumacılık artırıldı. Devletçi ve halkçı politikaların ağır bastığı, yoğun altyapı yatırımlarının yapıldığı, üretime yönelik her türlü destekleyici adımın atıldığı, ekonomik anlamda Cumhuriyetin en parlak dönemlerinden birisi yaşandı. Bu dönemin özelliği her anlamda kalkınmanın gerçekleşmiş olmasıdır. 1929 krizi sonrasında Sovyetler Birliği hariç dünya ekonomisinin büyük bir krize ve daralmaya girdiğini göz önüne alırsak gösterilen büyüme performansı çok etkileyicidir.

NEOLİBERAL POLİTİKALARIN İPİ BATIDA

1980 sonrası uygulanan neoliberal politikaların temel özelliklerinden birisi ekonominin dışa açılması, mal ve sermaye piyasalarında serbestleşmenin başlamasıdır. İhracata dayalı büyüme modeli bu dönemin eseridir. Planlamanın kaldırılması, devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması aynı dönemde oldu. Gelir dağılımının bozulması, özelleştirmelerin önünün açılması (toplumsal direnç nedeniyle ilk 20 yılda beklendiği kadar yüksek olmadı) bu dönemde yaşandı. Burjuvazi, uluslararası alanda rekabete açılırken devlet desteğinin artarak gelmesini talep etti ve istediğini aldı. Piyasalar ‘serbestleşti’ yani kuralsızlaştı ve devlet başta stratejik sektörler olmak üzere ekonomiden adım adım çekildi. Ekonomide planlamanın kaldırılması, plansız ihracata dayalı bir büyüme modelinin getirilmesi kuralsızlığı ve kaosu derinleştirdi. Bu dönemin karakteristik özelliklerinden birisi sık sık güncellenen IMF reçeteleri oldu. Reçetelerin sonucu olarak yeni ekonomik sorunlar ekonominin bir parçası oldu. Arka arkaya yapılan devalüasyonlar bunlardan biridir. Türkiye’de altı defa devalüasyon yapıldı. Bunların sadece ilki olan 1946 tarihli devalüasyon, savaş sonrası zorunlu kalınan istisnai bir dönemdi. Diğerlerinin tamamı ABD/IMF/Dünya Bankası etiketliydi ve Türkiye ekonomisini derinden sarstı, yeni krizlere sürükledi. Neoliberal politikaların uygulandığı dönemde yüksek enflasyon sorunu kalıcı oldu, kronik hale geldi ve üç basamaklı hanelere ulaşarak tarihi rekorlar kırdı. Bu dönemde enflasyonun kronik hale gelmesi tesadüf değildir. Devletin küçülmesinin zenginlik getireceğini iddia eden neoliberal zihniyet oligopollerin/tekellerin gücünü artırmış ve kuralsızlığı getirmiş, devletçiliği sona erdirerek sözde ‘serbest piyasanın’ önünü açmıştır. Bu adımlar Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığını artırmış, kendi iradesi ile kalkınmasının önüne set çekmiştir.

İSTİKRARLI BÜYÜME PLANLI KALKINMAYLA OLUR

1930-1939 dönemi büyüme oranı yüzde 6,5-7,0; 1961-1974 arasında yüzde 5,5-6,5 aralığında oldu. Neoliberal dönemde 1980-1988 arasında yüzde 4,0-5,0; 1989-1998 arasında 3,5-3,8 bandında büyüdü. Sanayi ve tarımda büyüme oranlarına bakalım. 1930-1939 yüzde 3,5-6,0 1961-1974 arasında 1,2-3,0 oldu. Neoliberal dönemde sanayide büyüme 1980-1988 arasında yüzde 1,0-1,7, 1989-1998 arasında yüzde 0,7-1,2 arasında gerçekleşti. Tarımda büyüme 1930-1939 arasında ortalama yüzde 8; 1961-1974 arasında yüzde 7,0-8,0 oldu. Neoliberal dönemde 1980-1988 arasında yüzde 5,5-7,0 1989-1988 ortalama yüzde 5,0-5,5 oldu. Bu veriler planlı karma ekonomi modelinin neoliberal ortodoks modele olan üstünlüğünü çok net bir şekilde gösteriyor. Aynı dönemlerin enflasyon verilerini karşılaştırdığımızda neoliberal politikaların uygulanmaya başlamasıyla birlikte enflasyon sorunun ekonominin gündemine girdiğini görürüz. Bunu tesadüf veya başka bir gerekçe ile inkâr etmek mümkün değildir; veriler tüm gerçekliği ile ortadadır.

IMF REÇETELERİ SORUNLARI ÇÖZMEDİ, DERİNLEŞTİRDİ

2000’lerin başında uygulanan IMF politikaları kısa vadede bazı sorunları (enflasyon ve kamu bütçesinde disiplinsizlik) çözer gibi olsa da üretimi ve yapısını zayıflatmış, düşük katma değerli üretime yönlendirmiş, yüksek işsizliği kronik hale getirmiş, TL’yi aşırı değerlendirmiş, ithalatı teşvik etmiş, yüksek reel faiz karşılığı sıcak paraya bağımlılığı artırmıştır. Bu dönemde geçici olarak ‘çözülen’ sorunların kaynağının yine IMF reçeteleri olduğu gerçeğini hatırlamakta yarar var. 2013 sonrasında ekonomide en önemli aks değişimi üretim konusunda oldu. İhracat odaklı büyümeye ağırlık verilmesi sıcak paranın kaçışışı ve GSYİH’de imalat sanayinin payının artması dikkat çeken özelliklerdir. 2001 krizinde kamu net borcu/GSYİH oranı yüzde 65’lerden bugün yüzde 20’nin altına inmesi dikkat çeken başka bir başarı. Toplam ihracatın GSYİH’ye oranı 2010 yüzde 12’lerden bugün yüzde 30’lara ulaştı. Türk girişimcisi artık dünyanın hemen her yerine ihracat yapabilir ve rekabet edebilir seviyeye ulaşmıştır. Aynı dönemde altyapı yatırımlarına ağırlık verildi, bu da üretimi ve büyümeyi destekleyen en önemli etkenlerden birisi oldu. Aynı dönemde en önemli gelişme savunma sanayisinde gösterilen başarı oldu. Millilik oranı yüzde 80’leri aşan savunma sanayi net ithalatçı olmaktan çıkmış net ihracatçı bir yapıya bürünmüştür. Planlı olarak kamu özel işbirliğiyle yapılan milli üretim modeli esasen tüm ekonomiye örnek bir modeldir. Türkiye, savunma sanayisinde uygulanan modeli tüm ekonomiye uyarlanmalıdır. Savunma sanayisindeki başarı tüm gerçekliğiyle ortadadır ve verilerle sabittir, bize doğru modeli göstermektedir. ‘Rasyonel zemin, şeffaflık, kurala dayalı, yapısal reform, hesap verebilirlik’ gibi soyut, içi boşaltılmış kavramlara karnımız toktur.

ÜRETİM, PLANLAMA, KALKINMA, REFAH

Sonuç olarak, bugün yeniden uluslararası tekellerin dayattığı kendi ihtiyaçlarına göre Türkiye’yi şekillendirmeyi amaçlayan politikalar gündeme gelmiş bulunuyor. Bu politikalar Türkiye’nin sorunlarını çözemez. Türkiye’nin ihtiyacı olan politikalar üretimin planlı olarak güçlendirilmesi, kamunun ağırlığının artırılması, büyümenin daha yüksek katma değerle sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi ve refahın artırılmasıdır. Türkiye artık üstündeki ölü toprağını atmıştır. Fakat bugün uygulanmaya çalışılan IMF etiketli reçeteler Türkiye’yi yeniden geriye götürmekten ve üstüne ölü toprağı serpmekten başka bir işe yaramaz. Bu vesileyle Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılını kutlarım ve nice yüzyıllar, binyıllar devamını dilerim.

Kaynakça; Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Prof. Dr. Gülten Kazgan