Yılın ilk yağmuru altında...      

Göz açıp kapayıncaya dek koca bir yıl daha geçip gitti işte. Yaş ilerledikçe zaman daha hızlı akıyor sanki. Yeni yılın ilk günü erkenden yollara düştük çaresiz. Almanya tembelliği kaldırmıyor.

Alacakaranlıkta sokağa dökülenlerin, tramvay duraklarında bekleşenlerin çoğu göçmen emekçiler. Noel tatilinin rehavetini henüz atamamışlar üstlerinden. Dalgın, uyuşuk, bezgin bakışlarla taze yılın taze yüklerini omuzlamaya gidiyorlar. Birazdan onları toplayıp götürecek tramvaylardan isteksizce inecek, Frankfurt'un yüksek yapıları arasında ivedi adımlarla bir bir kaybolacaklar. Ekmek kavgası kaldığı yerden sürecek...

Yılın ilk radyo haberleri can sıkıcı yine; savaşlar, krizler, artan fiyatlar, işsizlik rakamları...

Emeklilik yaşı yetmiş olmalı, diyor utanmaz bir siyasetçi. Sesi kararlı. Ne güzel özetliyor kapitalizmi. Seksen hatta doksan olsa keşke emeklilik yaşı! Ölene kadar, ölesiye çalışsa herkes. Göğe değen yapılarını birkaç kat daha yükseltse bankalar 'büyük insanlığın' alın terleriyle...

Yeni yılı kar altında karşılamayı düşleyenlere inat inceden bir yağmur başlıyor. Yılın ilk yağmuru bu. Kentin göbeğindeki Goethe Alanı eskisi gibi ışıltılı değil. Sokak lambalarının yarısını söndürdü belediye. Rusya gazı kesilince, adı konulmasa da, 2023'ü zorunlu tutumluluk yılı ilan etti Almanya. Ölüm döşeğinde pencereyi gösterip, ''Işık, daha fazla ışık...'' diyen Frankfurtlu Goethe'nin dev anıtı bile karanlıkta kaldı bu aralar...

Yağmur şiddetleniyor. İri damlalar tıp tıp dövüyor taksimin camlarını...

Klasik radyo yeni yıl konserini tekrar yayınlıyor. Çek besteci Bedrich Smetana'nın Die Moldau'su çalıyor. Die Moldau: Vıltava Nehri... Flütlerin, kemanların, çelloların tüyden hafif tınılarıyla Vıltava'nın bulanık sularını Prag'dan asil bir ruhla uğurlayıp Elbe'ye doğru nazlı nazlı akıtıyor Smetana...

Geçtiğim taksi durakları boş. Avrupa Merkez Bankası'nın ışıkları sönük. Borsa Noel sessizliğinde hâlâ. Tecim kenti Frankfurt gri bir durgunluk içinde. Geçen yılın yorgunluğundan silkelenmesi birkaç gün daha sürer...

En iyisi Eski Opera durağına yanaşmak; yağmurdan kaçan bir müşteri arka kapıyı açana kadar radyonun sesini yükseltip Karl Köprüsü'nden Vıltava'yı izliyorcasına esrik düşlere, hüzünlü şiirlere sarılmak...

Ellili, altmışlı yıllarda dilinde hasret türküleriyle Nâzım Hikmet'imiz de defalarca geçmişti Prag'ın o yorgun köprüsünden. Taş yontuların, külâhlı kulelerin arasından, Vatslav Caddesi'ne, Şarl Meydanı'na, Üç Leylek Lokantası'na, Slavya Kahvesi'ne yürümüştü hasta yüreğinde gezdirdiği İstanbul'uyla...

“Pırağ'da bir yandan ağarıyor ortalık,

bir yandan da kar yağıyor

sulusepken, kurşunî,

Pırağ'da ağır ağır aydınlanıyor barok:

 huzursuz, uzak

 ve yaldızlarında kararmış keder.

Ölen bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benziyor

Dördüncü Şarl Köprüsü'nde heykeller...

                               (…)

 Şair, memleketten uzak,

 hasretlerle delik deşik,

 Eski kentte duruyordu,

Meydanlıkta yapayalnız.”

Smetana'nın büyüleyici ezgileri eşliğinde, büyük ozanımızı Prag'la bir kez daha buluşturmak ne güzel...Vıltava sularında onun dizeleriyle kaybolmak ne güzel...

Yılın ilk yağmuru altında, Nâzım Hikmet'e ve şiirlerine nemli gözlerle dokunmak ne güzel...

“Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır.

  Vıltava suyunun köpüklerine

 martı kuşlarıyla gelir İstanbul.

 Lejyonerler Köprüsü'ne gidelim Tavfer,

 martı kuşlarına ekmek verelim.”

 Şiirin tamamı için: Pırağ'da Vakitler, 1956  Nâzım Hikmet.