Zaman için prelüdler

1./ KUŞLANAN ZAMAN


Gözlerinle delirt, bakışlarınla sil. Madem ayrı kıyılardayız, nefesin başka nefesin göğünde yalnız…
Gölgele öyleyse aramızdaki zamanı. “Kış”, de; “bahar”, de, “yazı bekle”, de…
Gel, öyleyse güzlenen bir zaman yaratalım aramızda. Sevince sevinç katan söz madem bu kadar uzak bizden, geçelim ırmakları. Taşların dilini öğrenelim, kuşların kanatlanan zamanına verelim kendimizi.
Hadi, gel; madem göç başladı içimizde, geceni al benden. Suskun, uslu geceni… Ve zamansız gününün Meryem’i ol.
İsa Golgota’da kutsallaştırılan bir dilin acemi oğlanıydı. Acısını bayraklaştırması bundandı.
Bir dile seda olmak yerine, bir kadınla ses olabilmek yolculuğu bundan engellendi belki de!
Bir eşik ötede durmak nafile. Işığını karşılayan hoyrat dil mi yoksa, bilemem!
İnsan kederine gidermiş, duygu da ona yabanlık edenine.
Oysa, kendini dönüştüren neyse ondan yana olmalı insan. Evet, sızısı kaçınılmaz böylesi ânların. Yılanların bize öğrettiği de bu.
Geceyi gündüz, gündüzü gece kılan ebabil kuşları da anlatmaz mı bize kendi olmanın derdini.
Madem sesinde sessin, sözünde kendin; dinle öyleyse şu söyleneni:
“Beni böyle uzun sev
Gölü delirt
Tutuştur suyun kanını

Gitmeni yalanlayan kuşları bul

Bir küflü yorgunluk
Zamansız bir deniz kaldı
Gecenin avuçlarında

Hem varım sanki yokum

Beni böyle ıslak sev
Gizimi dağıt

Kuşlar demiştik kuşlar

Kal öyle
Öyle rüzgârlı

Ahşap kapı
Açılıyorum sana” (“Sanki Yokum”/ Gonca Özmen)

2./ GÖZLERİM ÜŞÜR

Gidince görendin. Sessizliğinde yalnız olan ne varsa taşırdın bakışlarına. Yansırdı sevincin de kederin de… Bu kez yeni bir dil kurulurdu aramızda.
İçlenmek yerine sevmek gerek derdi ellerin. Gene de ilk öpüşte bir telâş alırdı seni. Dururdu aramızda akan o ırmak.
Gözlerini alır giderdin. Sonra sen de giderdin. Kokun ve sesin kalırdı.
Şimdi ise gidince sen; hemen başka bir dönenceye giriyorsun. Başkalaştırıyorsun hayatını. Sözle hatırlanan… Kısa ânlara sığıştırılan bakışın esintisine de alıp götürüyorsun.
İnsan nerede, neyle yaşar… Sorular uç verince aklıma geliyor üşüyen gözlerin… Kaçırdığın bakışların…
“Beni anla,” der halinle örtüşüyordu her biri.
Birbirine taşınan duyguların kapıları açılamıyorsa, eşikte beklemek nafile. Tek bir önceliğiniz olursa, bir zaman sonra hayatınızda hiçbir önceliğiniz de olmayacak demektir.
Birinin diğerinin yerini alması fena, hele gölge düşürmesi. Öyleyse, seçimlerindedir insan. Ya orada varsındır, ya da beride yoksun.
Sevmek geçiştirmeye gelmiyor. Hele birinde varken diğerinde yok olmak. Ne kaçışıdır bu insanın ne de sığınışı.
Düş oyunu desen hiç değil.
Kendini veremediğin hiçbir şey seni alıp başka bir yere taşıyamaz. Ne sevmelerinde ne de uğraşılarında sen kendi senini var edemezsin.
Öyleyse dinle şu sözü aramızda sır olarak kalmasın sevgimiz:
“Bu dünya soğuyacak,
yıldızlar arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadife bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya

‘Yaşadım’ diyebilmen için…”
(“Yaşamaya Dair” 3/ Nâzım Hikmet)