Son Yazıları

Yerli ilaçla fiyatlar düşer

Dövizdeki artışla birlikte bazı hastalıklarda ilaca erişim zorlaştı. Türk Hematoloji Derneği’nin Antalya’da düzenlediği 45.Ulusal Hematoloji Kongresi’nde THD İkinci Başkanı Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan, ilaç stoklarının azalmasıyla ilgili sorumuzu yanıtladı. İlaç sektörünün dışa bağımlı olması nedeniyle dövizdeki dalgalanmaya bağlı olarak ilaca erişimin zorlaşabildiğini söyleyen Celkan sözlerine şöyle devam etti: “2 lira olan kur 5 lira olunca ilaç firması da doğal olarak ilacını çekiyor. AR-GE’lerin kurulup Türkiye’nin bir an önce kendi ilacını üretmesi gerekiyor. Bilim üretmezsek yurtdışına bağımlı kalırız. İlacın bulunması, geliştirilmesi, patentinin alınması on yılları buluyor. Türkiye’de yatırımların bir an önce yapılması gerekiyor. Biyobenzerlerin yapılması bizim yurtdışına bağımlılığımızı biraz olsun azaltabilir ve ilaç fiyatları düşebilir.” Türk Hematoloji Derneği (THD) Başkanı Prof. Dr. Güner Hayri Özsan da tarım ilacı kullanımıyla hematolojik hastalıklar arasındaki ilişkiye ilişkin, çok yüksek oranda tarım ilacı kullanılması halinde bir kanser türü olan multipl miyelomun gelişebileceğini söyledi. Özsan, “Basit bir şekilde, yediğimiz domatesten geçmesi gibi değil, yoğun maruziyet gerektiği söyleniyor. Yine de dikkat edilmeli, meyve ve sebzeler yoğun yıkama ile temizlenmeli” dedi.

Yazının Devamı

Yüksek gerilim hatlarında kanser tehlikesi

Hematoloji uzmanları Türk Hematoloji Derneği’nin (THD) Antalya’da düzenlediği 45. Ulusal Hematoloji Kongresi’nde bir araya geldi. Kongrede hematoloji alanındaki son gelişmeler konuşuldu. Dün düzenlenen basın toplantısına THD Başkanı Prof. Dr. Güner Hayri Özsan, THD İkinci Başkanı Prof. Dr. Tülin Tiraje Celkan, THD Araştırma Sekreteri Prof. Dr. Meltem Kurt Yüksel, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Muhlis Cem Ar katıldı.

KEMOTERAPİ HÂLÂ OMURGA

Yazının Devamı

Geç kalmış fareler

Yakın tarihimizin en büyük savaşlarından birinin kapısındayız, ağır silahlar ve yüz binlerce asker Irak sınırına kaydırıldı, endişe içindeyiz.

Uzun yıllar Kerkük Musul işgalini ve Türkmenler’in kırımını sadece seyretmiş iktidarın aklına birden savaş geldi.. Koalisyona katılmak için can atıyor.

Yazının Devamı

Nobel’den kalkan kazlar

Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığına göre, gelecek yılın ödülünü de tahmin edebiliyoruz: Leonard Cohen.Ateşli bir heyecan ve merakla Jack Kerauac’un ‘Yolda’ romanını, Allen Ginsberg’in şiirlerini okuyalı otuz yılı geçiyor.Tao, Zen, Budizm, LSD ve kronik depresyona kapılmış kitlelerin isyanı, dünyayı değiştiriyordu.Mülkiyetsiz, iktidarsız, sıkıcı hayatı ve gelenekleri yıkmak için yola çıkmış milyonlarca genç.Yakası koyun kürklü ceket, kirli saçlı ve omuzunda gitar bir hippiyi göreli 45 yıl oluyor, sürüler halinde Nepal’e ve Hindistan’a akıyorlardı, bir durakları da Trabzon’du. Sokakta yatıp kalkan güzel, yakışıklı bir çocuktu ancak acınası, sefil bir haldeydi. O günlerde sokak şarkıcısı gibi bir şey bilmediğimiz için bizim gözümüzde ‘dileniyordu.’Üzerimde bıraktıkları bu ‘korkunç etki’ çok sonra dağıldı, ancak hippi kuşağının ‘ateşli mutsuzluğunu’ hala anlayabilmiş değilim.Duruşları, yürüyüşleri, bakışları, konuşmaları her şeyi ‘depresyondu’, ki, depresyon felsefeleriydi.Savaşa karşıydılar, kapitalizme karşıydılar, makinelere karşıydılar, şehre karşıydılar, aileye, devlete karşıydılar...Ve tüm dünyada şöhretlerini hiçbir kural tanımayan özgür seks ve uyuşturuculara olan düşkünlükleriyle yaptılar.Kapitalist dünyayı patlatıp kendilerine bambaşka bir kapı açtılar.O çocuk yaşlarda benim dikkatimi çeken tek şeyleri ise, bir kadını baştan çıkartmak için ayartıcı hiçbir çaba sarf etmeyişleriydi. Güçlü, kaslı ve çapkın, sert, yani hiçbir erkeksi tarafları yoktu.Erkeklik de bir iktidar türüydü ve erkekliğe de karşıydılar.Gelmiş geçmiş tarihlerin en şiddetli gençlik akımı oldular. Müzikleri, giyimleri, filmleri, festivalleri, protestoları elli yıldır dünyamızda ‘iktidar’ oldu.Kurallara, geleneklere, aileye bu denli kökten sert karşı çıktıktan sonra kaçıp gidecek ütopik bir ülke olmalıydı.Gittikleri yer, müzik, uyuşturucu, nirvana ve Nepal, yani ‘ruh’un özgürlüğüne...Gittikleri yer ‘amaçsızlık’, olup bitenler karşısında kendini ve ruhunu telaşsız, yarışsız, kayıtsız bırakmak...Gittikleri yer kimsenin çalışmadığı, kimsenin buyurmadığı, nasihat etmediği, akıl vermediği, öğretmediği, yasaklamadığı başka bir dünya aramak...Müziği değiştirdiler, giyimi değiştirdiler, felsefeyi değiştirdiler... Ancak nihayet, bu büyük fırtınanın aklını başına(!) alıp yeniden ehilleşmesini de sağlayan yine kendi içlerinden çıkan müzisyenler oldu.Batı'nın savaş makinelerine Batı’nın çocukları Batı coğrafyasından tarihlerde görülmemiş bir şekilde kitleler halinde kendilerini şehirden ve siyasetten ve bilinen insanlık değerlerinden soyutlayarak ‘isyan’ ettiler.Ve içlerinden çoğu intihar etti ve ama çoğu, sonra kuzu kuzu adam gibi sakin, efendi, çok zarif şarkıcılar oldular, bir çoğu üst yönetici, bir çoğu bankacı...Bir çoğu intihar, bir çoğu uyuşturucu komasında öldü ve büyük bir kitle kırklı yaşlardan sonra normal hayatı kabullenip iş, güç ve aile hayatı kurmaya başladı.Ve geçmiş onlar için ‘nostalji’ oldu, bugün her biri on binlerce dolar seyahat masrafından kaçınmayıp o eski günlerin konser ve festivallerine koşuyor.Dillerindeki, müziklerinde sert isyan melodi melodi yumuşadı ancak zarifleşen ve biraz da pop kültürün ve piyasanın oyuncağı olan bu isyan bir gençliğin hayat ve hatıralarında uzun soluklu oldu.Elli yılı topladığımızda, kazanan, sayıları yirmiye yakın artık ikonlaşmış müzisyenler oldu, kazanan, çok sonra ünleri dünyayı saran çoğu cahil şarlatan Hintli gurular oldu ve bugün kazanan, plak şirketleri ve festival organizasyoncuları oldu.Ancak bu hareketten dünya da çok şey kazandı, en sert kurumlar gelenekler çok sıkı bir eleştiriye tabii tutuldu ve bir çok sansür ve yasağın ve hiç değişmeyecek gibi görünen sert gelenekler okullarda, barlarda, sokaklarda daha hızlı çözülmeye başladı.Bu büyük kasırganın tam ortasında ve yumuşak sözleriyle biraz uzak bir kıyısında Leonard Cohen ve Bob Dylan daha sakin kalabilmeyi yani tedaviyi başardılar, şarkılarında, aşk, şehir, yalnızlık üzerine yüksek bir filozofi ve ironi geliştirip ihtiyarlıklarını ve büyük servetler görebilecek bir ömürleri oldu.Leonard Cohen ve Bob Dylan çığırından çıkmış hatta hayatları alt üst etmiş bu fırtınayı ilerleyen yaşlarda kıvamında tutacak zeki, zengin, ironik ve hayata anlam yükleyen duygusallığın ‘ikonlaşan’ iki büyük ismi.Bugün Nobel Edebiyat Ödülü, Bob Dylan’a veriliyorsa, bunun bir çok anlamı olabilir.Öncelikle kaç yıllardır Nobel Edebiyat Ödülü ağırlığını kaybetti, yetersiz edebiyatçılara verilmesi ve siyasi oluşu yüzünden.Sanırım Nobel Edebiyat Ödülü güven tazelemek için birkaç yıl daha başarısı ve ünü tartışmasız ikon ‘isimlere’ verilecek.Bob Dylan gibi ‘kült’ bir isimle 68 gençlik hareketinin hatırlatılması çok iyi bir seçim ve çok kurnazca bir vicdan temizlemesi.Yine bitmek bilmeyen savaşların ortasında, Batı’nın en büyük edebiyat ödülünün, savaş karşıtı isyancı gençliğin sembollerinden birine verilmesi Nobel Edebiyat Ödülü’nün yeniden ‘sempati’ kazanmasını sağlar diye düşünülmüş olmalı.Yani Nobel Edebiyat Jürisi ödülü imajını tazelemek için bu sene ödülü ‘kendine vermeyi’ tercih etti.Irak ve Ortadoğu savaşlarına vicdan bulamayınca ödülü küllenmiş Vietnam karşıtlığına verdi.Bu bir gerçek, Batı’da kabul görmek isteyen bir çok edebiyatçı, Batı’nın savaşlarına açık cepheden edebi bir savaş açma cesareti gösteremiyor, işte Orhan Pamuk’unuzun Amerikan savaş makinesine tek cümlesi var mı?Ve edebiyat ve sinema ve hatta müzik, batıda ‘vicdan’ olmaktan çoktan çıktı, piyasanın holdinglerin kuklası oldular, mesela Oscar ödüllerine bakın, nerdeyse kim çok Afgan Iraklı öldürüyorsa o filme ödül verecek hale geldiler.Ödülün şarkı sözlerine verilmesi de çok zekice.

***

Yazının Devamı

Üç dinin üçü de yalan söylüyor, bilmek zor konuşmak kolaydır…

Tüm çağlar içinde en çok savaş gören, en çok cinayet haberi okuyan ve tarihin ilk defa şahit olduğu mucize makineleri ilk gören en hastalıklı ve en şapşal kuşağının son temsilcilerinden biriyim.

Ampul gelmeden mumlu, gaz lambalı evi gördüm. Buzdolabı gelmeden karpuzları soğuk tutmak için önleri kuyulu evlerde yaşadım. Fotokopi gelmeden teksir makinesiyle uzun yıllar yaşadım. Asfalt hiç yokken bütün sokakları Arnavut kaldırımlı sokaklarda oturdum. Çamaşır makinesi gelmeden derede çamaşır yıkanan günleri yaşadım. Televizyon gelmeden akşamları masal anlatılan geceleri bilirim. Teyp gelmeden plakçılara koştuğumuz günleri bilirim. Telefon gelmeden babam, ağbim yemekte akşama ne ister her gün düzenli bir koşu gidip haber aldığım günleri bilirim.

Yazının Devamı

Murat Hazinedar ve evrim teorisi

‘Bencil Gen’in yazarı Darwinci bilimadamı Richard Dawkins gen ve DNA üzerine tezleriyle memleketin .mına koydu.

‘Aklın İsyanı’ kitabını okurken, sona doğru, birkaç sayfa Dawkins’in dünyanın başına açtığı belaları bir kez daha okurken bir daha kara kara düşündüm.

Yazının Devamı

Menderes-Demirel-Özal ve Tayyip Erdoğan'ın elinde sadece buldozerler vardı

Konuşma ve konferanslarımda ülkenin yaşadığı siyasi felaketlerin insanımızı derin bir kasvete sokmaktan öte, ülkesi adına umudunu ve güvenini sarsacak bir noktaya getirdiğini görüyorum.

Yaşadığımız felaketler normaldir demeyeceğim, ancak büyük resim, modernleşme-şehirleşmeyi gözden kaçırırsak, güçsüzlüğün faturasını kendimize çıkartır hayal kırıklıkları içinde ufalır gideriz.

Yazının Devamı

İnsan ne öğretiliyorsa odur

Fiziki soğukla sosyal yalnızlık arasında sıkı bir ilişki vardır ve deneylenmiştir, sosyal olarak kendini çok yalnız hisseden insanlar günlük sıcak duş aldıkları takdirde bu fiziki sıcaklık onlara sosyal bir sıcaklık hissi de verecektir.

80’li ilk gençlik yıllarındaki derin yalnızlığımızın günlük duşla da alakası vardı. Arkadaş sohbetlerinde söylerim. 80’den bugüne yalnızlığımızda değişen bir şey yoktur, bugünlerde sadece günlük sıcak duş alabiliyor ve fiziki sıcaklıkla sosyal sıcaklığı karıştırıyoruz. Oysa hava eskisi gibi, buz gibi soğuk ve bu soğuk karşısında yalnızlığımız yine bıçak gibi çok sert.

Yazının Devamı

Şifreli teknik servis

Aslında yazının konusu bildiğiniz istihbarat gizli servisi değil, buzdolabı, çamaşır makinesi, kombi gibi ev makinelerinin ‘teknik bakım servisi’nin ‘gizli servisi’, neyse birazdan açıklayacağım.FETÖ’nün aklınca konuşmalarında şifreli mesajlar veriyor, hatta nerdeyse günlük emir ve talimatları video kaydıyla taraftarlarına iletiyor.Şifreyi sadece konuşmasıyla değil bazen ‘hareketleriyle’ de mesaj iletiyor, son konuşmasında, bir koltuktan kalkıp diğerine geçti, FETÖ şifre çözücüleri bu koltuk değiştirmenin ne anlama geldiğinin şifrelerini çözmeye başladı.Çok geçmedi, FETÖ, sonraki videosunda, bu millet sıyırmış, cinnet geçirmiş, tımarhanelik olmuş, her hareketimden bir mana çıkarıyorlar deyip, milletin iyice delirtmek için, bu kısa açıklamadan sonra, işte yine koltuk değiştiriyorum deyip diğer koltuğuna geçti, şeytani bir sırıtmayla, ne anlama geliyor hadi bunu da bulun bakalım, diyerek.Hadi, bunu da çözün gibi, hem şifreli mesajlar veriyor hem de hadi çözün gibi yem atıyor hem de meydan okuyup hadi size zor bir soru, bakalım bunu çözebilecek misiniz diye kendince eğleniyor.FETÖ’nün şifreleriyle FETÖ şifre çözücüler arasındaki savaş artık bir satranç düellosuna dönüştü.Vatan haini FETÖ örgütüyle düşe kalka artık ‘gizlilik teknolojisi’ ve ‘gizli şifreler’ her şeyimiz oldu.Heyhat, insan biraz düşününce anlıyor ki, hayatımız ‘şifrelerle’ dolu, benim görebildiğim iki tür şifre sistemi var, birincisi, mesela bakkala girdiğimde bakkal benim ne alacağımı biliyor ve ben henüz ne alacağımı söylemeden hazır ediyor.İkinci şifreler, partiler, kurumlar, örgütler üzerinden çalışıyor, mesela her örgütün bir konuşma dili var, başkanın ya da üyelerinin her lafının ne anlama geldiğini, o kurum içindekiler anlıyor ve harekete geçiyor, o kurum dışındakilerin anlaması ise epey zaman alıyor.Evimde gazete ve dergi ve matbuu kağıt tutmam, çünkü kalabalık yapar ve çoğu işe yaramaz kitabı da eve almam, yer yok çünkü.Ancak bazı resmi kağıtları tutmak zorundasın, mesela mahkeme tutanakları, celpleri, ne işe yarayacaklar bilmiyorum ama aman atmayayım, kaybolmasın diye bir korku vardır içimizde.Mesela mahkeme celbi gelir ve orada ifade vermenin ya da duruşmanın yeri saati yazar, dikkat buyurun, kapınıza bir resmi kağıt gelir.Cemaatin hukuk kurumlarında ben Allah olduğum dediği günlerde, bir telefon geldi, falan saatte ifade vereceksiniz, diye.Hayırdır, neden resmi tebligat gelmiyor, neden telefon ediliyor, aldı mı seni bir telaş.Davayı açan da Fetullah’ın meşhur rektörü, Maliye Bakanı Unakıtan’ın hani mikrofonu açık kalmıştı ve rektör için aşağılık lafları bütün ülke canlı yayın izlemişti, konu o.Yine işi bıraktım, adliyeye koştum, başsavcının makamına çıktım... Yanındaki sekreterden izin alıp görüşme sırasını beklemeniz lazım.Hayır, bizler ve cumhuriyet savcıları da şifreleri gayet iyi bilir.Kapıyı çalmadan içeri girdim, cumhuriyet başsavcısına direk: ‘Celp kağıdı gönderirsiniz olur biter, niye telefon ediyorsunuz, Allah mısınız, korku mu salmak istiyorsunuz' dedim.Kapıyı izinsiz açışım, resmiyetin zorunlu hiçbir saygı ve nezaketini hiçe sayışım başlı başına suç, ayrıca, başsavcının yüzüne karşı meydan okuyuşum, daha vahim suç.Başsavcı cevap verdi, ‘Telefonla da bildirilir kardeşim ne var bunda’ dedi.‘Otuz yıldır mahkemelere gidip geliyorum hayatımda ilk defa telefonla bildiriliyor, böyle manyaklık ne zaman adet oldu, siz kime gözdağı veriyorsunuz?’‘Tamam tamam kardeşim abartma, telefonla bildirme usulü de vardır’ deyip beni postaladı.Görüldüğü üzere başsavcıyla bir sokak kabadayısı gibi kozlarımızı paylaşmamız gayet normalmiş gibi görünüyor, değil, bu hareketlerin hepsi ‘suç’tur..Ancak neyin ne olduğunu o da ben de bildiğimiz için, resmiyet dışında bir başka alemin kurallarıyla yaşadığımızı o da ben de bildiği için ‘suç’ değildir.Konuşmanın görüşmenin şikayetin hesaplaşmanın ‘şifrelerini’ bilirsen, sorun yok.Bu şifreleri bilmeyen biri dışardan baktığında başsavcıyla konuşma şeklimin ‘canına mı susadın’ diye ‘kendini zorla hapse mi attırmak istiyorsun’ gibi algılayabilir, hayır.Partilere sonra geçeceğiz, şimdi gelelim, teknik bakım servislerinin gizli şifrelerine...Demir Döküm kombisi olmayan yoktur, yeni eve taşındığımız yedi yıldan beri kombi kartı her yıl arıza veriyor ve her yıl düzenli olarak bir kere kombinin kartını değiştiriyoruz.İlk yıllar tabii ki itiraz ettik, servisin üst yöneticilerini aradık, bu kart her yıl niye bozulur diye veryansın ettik, o ilk yıllar ‘şifreyi’ bilmediğimiz için, kendimiz kudurduk, kendimizi boşuna parçaladık. Sonra alıştık, her yıl düzenli ‘kart’ değiştirilecek ve yüz liradan üç yüz liraya kadar para bir nevi kombi kirası gibi verilecekmiş. Sesini çıkartıp depresyona kavgaya girmene gerek yok.Her yıl düzenli ‘kart’ değişimi niyeyse kış aylarına rastlar, bu da bir ‘şifredir’, şunu demek isterler, sıkıysa değiştirme eksi yirmi derecede evin içinde iki gün dahi oturamazsın, mecbursun, kuzu kuzu değiştireceksin.Kart değişimi dışında her yıl bir ya da iki defa kombi arıza verir, acilen bakım servislerini ararsın, (uzun süreçlerle yazıyı uzatmayalım bütün detaylarına hakimim) bakım servisi gelir, önceki hizmet bakım faturasına bakar, orada ne okuyorsa durumu çakızlar, ve kendisi de bir sonraki bakıma gelecek arkadaşın dilinden anlayacağı hizmet bakım belgesini düzenler ve her yıl düzenli bizden yüz, iki yüz lira gibi parasını alır.Sorunlar kabaca şöyledir, ağbi senin anlayacağın su geçişini hissetmiyor, fırıldağı değişecek... Neyin ne olduğunu daha iyi anlamak için biraz daha soru sorsan, sonu firütör, diritör, .sikitör, gibi kelimeler söyleyecek. Bu kelimelerin başına dedek.. didök.. kudak.. koduk.. gibi başlayan kelimeler söyleyecek.. Ne anlama geldiğini sormayın, biz artık aramızda anlaşıyoruz.İlk beş yılım bu kelimeleri arızaları servisleri nereye nasıl şikayet edeceğimi daha sağlam garantili nasıl olacağını defalarca anlamaya ve girişime çalıştım, keriz gibi boşuna sinirlerimi yıprattım.Şimdi kombi bozulunca, hiç tartışmıyorum, servis geliyor, ben iki yüz lirayı hazır ediyorum, o da kombiden iki vida açıyor, sonra kapatıyor, parayı alıyor ve gidiyor.Son üç senedir çok mutluyuz, kombiyi açışı ve kapatışı iki dakikayı geçmiyor ve kombiyi açarken, kombinin içine değil, gülerek, nasıl geçirdik diye suratıma bakıyor. Ve hadi bir şey sor da sana bilmediğin birçok küçük motorun bulunmayan parçanın ancak Almanya’dan getirtilecek aletlerin ne kadar pahalı olduğunun hikayesini bir daha anlatayım der gibi bir meydan okuyuşla eğlenir.Sonunda şifreyi çözdüm, sesini çıkartma, gülerek karşıla, gülerek Allah razı olsun deyip yola koy ve parayı avuçlarına ver.Ve hizmet bakım belgesini aman yanından ayırma, birkaç aya diğer bakım servisi gelecek, belgeye bakıp, ezberden ha bu kerizmiş, aynı şey değiştirilecek takılacak yalandan çıkartılıp takılacak. Yani hizmet bakım belgesi, önceki serviscilerle sonraki serviscilerin gizli olarak anlaştığı şifre belgesi.Şifrelerden anladığım şu, kombi bir yılda dört kere beş kere bozulmaz, iki ya da üç kere bozulur, bu makul ve eşitlikçi bir bozulmadır, rıza göster, direnme, kabul et.Kombi her yıl iki kere bozulur ve kira gibi bu iki ödemeyi yapmak zorundasın, sakın kendini mahvetme.. Gerçek sorumlular, açacağın telefonlar, müracaat ve şikayetlerinin asla ulaşamayacağı uzaklıktadır. Onlar fenafillah gaip aleminde yaşarlar, dünyanın bütün hukuk ve ayrıntı ve tüzük ve hakları konusuna hakim yüce yargıçlar ve yaratıcı onlardır.Gidebileceğin şikayet edebileceğin anlayabileceğin işin altından çıkabileceğin bir yer makam hukuk kural yoktur, mahkümsun. Sen kombi cemaatinin karınca kadar küçük bir üyesisin yerini bil.. Çünkü bu büyük şirketler bu küçük arıza kayıtlarının hukuk yönetmelik konusunda uluslar arası mahkemelerde dahi her detayına hakimdirler. Hakkını aramak ve şikayet etmek isteyenlerin bu devasa organizmaya karşı yapabileceği hiçbir şey yoktur, sen şifreni çöz ve talimat ve emirlere boyun eğ.Hatta iddia ediyorum ki Yargıtay Başkanı ve Tayyip Erdoğan dahi kendi kombisinden şikayetçi olsa yapabileceği bir şey yoktur. Yargıtay Başkanı ya da Cumhurbaşkanı'nın yüzlerce avukatı dahi olsa, teknik bakımcılar, onların önüne, altlarından kalkamayacağı, parçası yoktur, yapacak bir şey yoktur’un, sinsi gizlenmiş küçücük hukuki ayrıntılarını koyacaktır.Ve bu büyük firmalar yapıları gereği medya ve siyaset üzerinde muhteşem bir güç oluştururlar, teşhir edilmeleri hesap sorulması hukuka mahkemeye zorlanması mümkün değildir.Şifreyi çözün, kaderinize razı olun bir de kendinizi servis elemanı önünde cehaletiniz ve çaresizliğinizle ezdirmeyin.Evet, mesela, Murat Hazinedar üzerine bir çok şaibe yolsuzluk ihale yazıları yazdık, ahali ayağa kalktı. CHP’den bir çok partili bizi aradı. Gerçekten bir çok sorumlu CHP’li de konuyu parti meclisine getireceklerini söylediler. Canlarının yandığını sonuca gitmek için büyük bir kavga vereceklerini söylediler.İşte bu şifreleri de bilmelisiniz.Yüz yüze ya da telefonla ulaşan yüzlerce girişimin şifresini çözmem çok uzun zaman almadı.Şifre şudur: Beşiktaş Belediyesi’nde büyük bir rant vardır. CHP’nin aç yüzlerce elemanının bu büyük ranta ihtiyacı vardır. Bu rant zaten AKP’lisinden cemaatine sosyal demokratına kadar herkesin ‘ortak’ rantıdır. Hiç kimsenin gücü bu rantı durduramaz.İstediğiniz yasa tüzük yönetmelik hukuk mahkeme şartlarını konuşun, bu rantı önleme gücü hiç kimsede yoktur.Ve partinin önde gelen isimleriyle yaptığınız şu konuşmaların şifrelerini de daha baştan öğrenmelisiniz.‘Parti meclisini toplayacağız’, ‘şüphen olmasın kesin göndereceğiz’, ‘Bu ülkenin CHP’ye ihtiyacı var…’, ‘CHP, bu şaibenin altında daha fazla yaşayamaz…’Bu cümlerin her biri ‘şifredir.’Aslında FETÖ’nün kullandığı dille, bizim bakım servisi elemanlarının kullandığı dille, partililerin kullandığı bu dil ‘aynı şifredir.'Anlamını çıkartmakta zorlandığınız bu kelimelerin hepsi aslında şu anlama gelir: Sus, konuşma. Yapacağın bir şey yok. Otur aşağı kimsenin gücü buna yetmez. Bağırır çağırır kendini perişan ettiğinle kalırsın. Başını eğ, rıza göster.‘Murat Hazinedar' gibi bir parçayı nerde bulacaksın. Bu parçayı çıkartırsan kombi çalışmaz. Murat Hazinedar’ı, ağbi, Almanya’da fabrikayı arayın orada da yok, iki tane kalmış o da bizim serviste. Şimdi ağbi Muratikör Hazinefirütör, su akışını düzenliyor, su gelmezse partinin motoru çalışmaz.‘Ağbi, istediğin yere telefon et, istediğin şikayeti yap, Muratkoduktör bu kombinin en sağlam parçası. Orijinal parça...‘Ağbi, bu orijinal fabrika kartıdır, bozulmaz ağbi. Siz bu kombiyle oynamışsınız ağbi. Almanya bu ağbi, kart, yazılım işlemi, bütün dünya kullanıyor ağbi.’‘Valla ağbi sizden başka şikayet eden yok. Bu partide herkes kombisinden memnun ağbi, bilmem niye sizin kombi çalışmıyor.Bu şifrenin felsefi anlamı da şudur, büyük partiler büyük kurumlar çalma-çırpmanın örgütlendiği muhteşem organizasyonlardır, kimsenin karşı gelmeye gücü yoktur.Yüzümüze karşı konuşulan bu şifreli mesajların argodaki anlamı da şudur: ne oldu bağırdığınla kaldın, nasıl koduk geçirdik.Bu şifrelerin istatistiği de şöyledir.Her yıl bir ya da iki sefer düzenli olarak bir yazar ya da araştırmacı gazeteci bu konuları dile getirir.Önce isyan edersiniz, şikayet, hukuk diye hesap sormanın içine düşersiniz.Sonra şifreyi çözüp anlarsınız. ‘ağbi, bu partide yedi yıl önce ‘yazılım’ yapıldı, bu ‘kart’lar bu yazılımın ürünü.’‘Yeni bir yazılım için kombiyi tümden değiştirecek yeni bir kombi takacaksın…’-'Valla benim yeni bir kombi için medyam propaganda gücüm reklam gücüm param yok..’‘Eee ağbi, bu kombinin yazılımı bu, bu yazılım kartını bilmeden, konuşmayacaksın…

Yazının Devamı

Bir kuru kaysı

Kahvenin önünde ayaküstü laflıyoruz, dile kolay, elli yıl öncesinden ilkokul arkadaşım, geçmiş günlere dair hatıra, anı laflıyoruz.

Ne konuşacağız, çoluk çocuk, geçim derdi, elli yıl kavga, dövüş, didiş bağ-kur maaşına teslim ol.

Yazının Devamı

Tek servetimiz fikirlerimizdir

Bir yüzyıl topraklarımız üç tarzı siyaset, Türkçü, İslamcı, Osmanlıcı, artı, dördüncü siyaset ‘batıcılık’ı yaşadı ve bütün bu siyasetler mahvımıza sebep oldu. Doğu Türkistan’dan Kapıkule’ye elimizde tutabildiğimiz ‘bağımsız’ bir toprak parçası kalmadı. Hemen her Türk ülkesinde emperyalistler, ajanlar, cemaatler, mezhepler, tarikatlar, işbirlikçiler cirit atıyor ve bu siyasetler üzerinden bir umut da görünmüyor.

Vatanı, devleti ve cumhuriyeti koruyacak nesiller bu siyasetlerin içinde hastalandı. Atatürk mü Abdülhamit mi, dini eğitim mi laik eğitim mi, tartışmaları kör inançların içinde kördüğüme dönüştü. Dost kim düşman kim karıştı. Kendi ordumuzu dahi yönetemiyoruz. Kendi sınırlarımızda hakimiyetimiz kalmadı.

Yazının Devamı

Değiştiremeyeceğiniz hiçbir şeye inanmayın!

Montaigne’nin lafıdır, bir sinek yaratamayan insan yüzlerce Tanrı yarattı... Yüzlerce Tanrı yüzlerce ‘kör inanç’ın bataklığında ülkemiz stop etti, yangın çürüme, bitiş sınırlarına ulaştı. Lenin’in lafıdır, uçurumun kenarında insan akıl yürütemez, akıl stop etti, ülkemizi hukukumuzu insanlığımızı yürütemiyoruz. Önyargı ve inançlarını sorgulamaya gücü yetmeyenler, çürümenin ta kendisidir. Ve çürüme, iktidarını daha sıkı tahakküme zorlar.

***

Yazının Devamı

Yeni CHP Murat Hazinedar bataklığında son günlerini yaşıyor

Murat Hazinedar, belediye meclisinde delirmiş bir öfkeyle ve ağza alınmayacak laflarla ve hepsi yalan iddialarla 40 dakikadan uzun konuşma yaptı. Konuşma kaydı elimizde..

Murat Hazinedar’ın hakkında çıkan şaibe dosyaları karşısında kudurduğu anlaşılıyor, öyle bir cinnet hali ki, deli doktorları kollarını bağlamadan, kanat açıp tımarhaneye kendisi uçuverdi..

Yazının Devamı

İktidarlarında dini değerler birleştirici değil bölücülüğe dönüştü

Bekir Bozdağ yeni bir mağduriyet bulmuş, kısacık özetiyle şunları bağıra bağıra söyledi: “Meclisi, Külliye’yi koruyacak uçaksavarlar makineli tüfekler niye düşünülmemiş, şimdi biz devletin kurumlarını radarla, uçaksavarla, makineli tüfeklerle, bir bir koruyacağız.”

Önce Ankara’yı bilmeyenler için hatırlatalım, meclisin tam karşısında İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı binlerce polis var. Bir olay anında meclise intikalleri bir dakika dahi değil on-onbeş saniye sürüyor, çünkü yolun karşısı kadar uzaklıkta. Aynı şekilde Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve bir çok komutanlık meclisin elli metre solunda dizilmişler, meclise intikalleri bir dakika sürmez.

Yazının Devamı

FETÖ’nün duaları CHP’ye yaramadı

Her gün kavga dövüş bize pek yakışmıyor, hadi biraz CHP’nin vekilleriyle haşşak kebabı yapıp, eğlenelim...

Gerçi CHP’li vekillerin kebabı meclis bahçesinde yapıldığı için bizimkinden daha lezizdir.

Yazının Devamı

Lozan’ı beğenmiyor beyfendi, Şu konuşana bak

Lozan’ı beğenmeyen şu yobazlara bakın.Osmanlı orduları topyekün teslim olma anlaşması imzalamış, hala haberleri yok.Osmanlı orduları topyekün silah bırakmış, hala haberleri yok.Düşman dört bir koldan elini kolunu sallayıp Anadolu’ya girmiş, hala haberleri yok.Bir millet canını toprağını zor kurtarmış, hala haberleri yok.Silah yok, yol yok, elde yok, ayakta yok; padişahı, saraylısı İngiliz gemilerine binip fareler gibi kaçmış, hala haberleri yok.İtalyalarda Vahdettin’in sarhoş damadı, Osmanlı tuğrasındaki elmasları çakıyla söküp şaraba karıya yatırmış, hala haberleri yok.Besledikleri Şerif Hüseyinler Osmanlı’yı hançerlemiş, hala haberleri yok. Bir millet kendini ‘yoktan’ var etmiş, haberleri yok.Bir de kalkmış, Lozan’ı beğenmiyor.Şu konuşana bak...Kendi ordusunu kendi tasfiye etti, önce savcısıyım, sonra kandırıldım dedi.Tarihlere kendi ordusunu bir cemaat şeyhine teslim eden ilk devlet başkanı olarak geçti.Kendi hukuk kurumlarını hakimler kurulundan yargıtayına anayasa mahkemesine kadar bir cemaat şeyhine teslim etti.Cıscıbıldak bir MİT başkanı kaldı yanında, o da bugün şüpheli.En yakın emir subayına kadar devleti, üniversiteleri, imarları bir cemaat şeyhine teslim etti.Telefonlarına sahip çıkamadı tüm dünya dinledi, kendi yatak odasına sahip çıkamadı.Kendi atadığı bakanlar dahi yardımcıları dahi hain FETÖ'cü çıktı.Uyumuş, kandırılmış bir memleketin hukukundan, güvenliğinden, emniyetinden polisine ne varsa teslim etmiş ya da kaptırmış.Sonunda kaldığı otelde kendi …. kıl payı zor kurtarmış.Şimdi Lozan’ı beğenmiyor.Tarihler yazmış mıdır ordusunu, emniyetini kaptıran bir lider.Tarihler yazmış mıdır kozmik odasına, yatak odasına kadar girilmiş bir lider.Şimdi kalkmış Lozan’ı beğenmiyor.Hırsızlıktan, yolsuzluktan, isyandan memlekete iki gün huzur gelmemiş.IŞİD’i, tarihin en vahşi örgütünü bütün dünya bu iktidar günlerinde tanıdı.Ankara, İstanbul, Antep sokakları defalarca havaya uçuruldu, artık birer ikişer değil, yüz-yüz ikiyüz-ikiyüz ölmeye başladı insanlar. PKK’yla çözüm diye toprak vermeyi dahi masaya koydu.PKK’nın ikinci bir bayrak çıkartıp ikinci bir düşman ordusu kurmasını dahi gazetelerinde üstelik sevinçle manşetlere taşındı.Zafiyetleriyle PKK yüzlerce bomba patlattı, şehitler birer ikişer değil parmakla sayılmıyor artık, haddi hesabı yok...Osmanlı fetih diye kaşındı, durduk yere Suriye’yi sataştı, milyonlarca göçmen, yüz binlerce ölü...Tarihler böyle kanlı bir savaş görmedi.Kaçanlar göçenler ne Avrupa’ya sığdı ne Türkiye’ye.Yüz binlerce minik kız çocuğu henüz üç-beş yaşında sakat kaldı, geri kalan küçük kızlarda ya satıldı ya IŞİD’e cariye yapıldı.Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Ve emperyalistler bir kolayca kandırılacak, iktidar için devlet din demeden her şeyi yapacak ‘manyakları’ bulmuş, eline Sevr haritasını alan, koşup gelmiş sınırlarımıza dayanmış.Her gün savaştayız. Her gün bombalar patlıyor.Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Bütün dünya hırsızlıklarını ekranlardan videolardan utana utana izlemiş…Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Kendine inşa ettiği şatafatlı sarayı dahi kendi atadığı pilotlar bombalanmış. Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Bu halk ona, anayasasıyla, ordusuyla, hukuk kurumlarıyla, emniyetiyle, meclisiyle bir ÜLKEYİ EMANET ETMİŞ.Bugün ortada ne anayasa ne ordu ne emniyet ne meclis kalmış.Hırsızlıklar dışında hiçbir şeyi ELİNDE TUTAMAMIŞ.Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Cemaatler, cinler, ordusunda, emniyetinde sarayında fink atıyor, ne MİT’i ne savcıları becerip ayıklayabiliyor, ne kendisi korkudan şüpheden bir gece uyuyabiliyor!Memleketin elinde ne ordu kaldı ne emniyet…Memlekette bir gram huzur kalmadı.Kimsede onur kalmadı, saygı kalmadı, güven kalmadı.Memleket toprakları hem IŞİD’le hem PKK’yla hem ABD’yle hem Suriye’yle savaş halinde.Sabah akşam müslüman müslümanın kafası kesiyor.Sayelerinde bir dünya savaşı çoktan başlayıp ucu sınırlarımızı tutuşturmaya başlamış.Hala laubali...Hala, bilmem, neyin kibri...Hala yediği ekmeğe saygısız...Hala ona bir ülke bağışlayan kahraman kurtarıcılara dil uzatıyor. Memleket mahvolmuş hala TRT’si yandaş ekranları sabahlara kadar yoksul halka cin hikayeleri anlatıyor.Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Cemaatler devleti, hukuku, kurumları kendileri gibi tımarhaneye dönüştürmüş.Toprağımız, vatanımız ateşler içinde yanıyor bir daha kurtulur mu herkes korku panik içinde...Kimsenin kimseye güveni kalmamış, öyle hale geldi ki yangın, artık millet sayelerinde kim Allah diyorsa ondan şüpheleniyor.Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.Bakanlar, savcılar, hakimler şüpheden şüpheye düşüp aklını yitirmiş, öğretmenlerin bir yarısını kovuyor, askerin bir yarısını kovuyor, üniversitelerin bir yarısını kovuyor.Hainleri bir posta kovuyor hainler bitmiyor, hainleri bir posta kovuyor bitmiyor, sayelerinde memlekette hain bitmiyor.Hala manşetlerde ekranlarda sabah akşam hala herkes, herkesi hain diye ihbar ediyor. Kalkmış bir de Lozan’ı beğenmiyor.

Yazının Devamı