Son Yazıları
10 Kasım yas günü
Çocukluğumuzda 10 Kasım yas günüydü. Törende şiir okuyanları zinhar alkışlamazdık.
Kazara alkışlamaya kalkanları da öğretmenler kaş-göz yaparak durdururdu hemen.
Yazının DevamıMedyadan bir fıkra
“Kalemi Kırılan Gazeteciler” kitabı Cumhuriyet Kitapları tarafından bugünlerde yayımlandı.
Son 12 yılda fikirlerinden dolayı gazetelerinden ayrılmak zorunda kalan gazetecilerden bahsediyor.
Yazının DevamıCumhuriyet tangosu
Cumhuriyet Bayramı’na birkaç gün kala, kendilerine “Uslu Adana Platformu” diyen grup patlattı bombayı.
Adana’da düzenlenen tango festivalini “Zina Festivali” ilan edivermişler. Hadi geçmiş olsun.
Yazının DevamıTek tabanca olmak
“Her birimiz, bu haysiyet mücadelesinde tek tabancayız” diyor Nihat Genç. “Sen de tek tabancasın, ben de tek tabanca.”
Ankara’da Cermodern’in bahçesinde oturuyoruz. Eskiden vagonların “cer edildiği” yeri almışlar, bir modern sanat merkezi yapmışlar. Vallahi güzel olmuş.
Yazının Devamı500 haftadır Cumartesi
Cumartesi Anneleri bu Cumartesi 500. kez Galatasaray Meydanı’nda toplanacak.
500. kez yaşayacaklar bir araya geldikleri zaman çocuklarının kaderini öğrenme umudunu.
Yazının DevamıFacebook’ta Beşir Fuad intiharı
Son mesajını Facebook’a video olarak yükleyip intihar eden Mehmet Pişkin aklıma Beşir Fuad’ı getirdi.
1887’de, henüz 35 yaşındayken intihar edip son mektubunu bileklerinden akan kanla yazan Beşir Fuad.
Yazının DevamıArabeskin muhteşem zaferi
Elimde müzik yazarı Yavuz Hakan Tok’un yeni çıkan “Acıların Kadını Bergen” kitabı var. Roman tadında ve etkileyici bir biyografi.Arabeskin ete-kemiğe bürünmüş hali olan bir kadının gerçekten acılı macerası film gibi canlanıyor gözünüzde.Okurken düşünmeden edemedim: Aslında Bergen erken gelmiş dünyaya. Tam bugünün yıldızıymış. Şimdi yaşasa Hadise’yi, Atiye’yi, hatta Sertab Erener’i rahat sollar.Çünkü günümüzde arabesk ile rekabet etmek çok zor. Hatta neredeyse imkânsız. Rock da yapsan caz da, pop da söylesen türkü de, para kazanmak istiyorsan patlatacaksın arabeski. Arabesk her zaman popüler bir türdü ama son yıllarda tek hakim, yegâne lider, mutlak güç haline geldi.Bugün İbrahim Tatlıses klasiklerinden Fairuz Derin Bulut nağmelerine uzanan, geniş bir cephaneliği var. Gönlüne göre seç kullan. Arabesk insanın kendisine yakışanı giymesidir.Sadece müzikle kalmadı tabii. Popüler sanatların diğer alanları da aldı nasibini arabeskin zaferinden.Bugün reytingi en yüksek diziler olaya en “damardan” girenler. En çok ağlatanlar, yüreğimizi dağlayanlar. Medya arabesk kültürün “upgrade” versiyonlarıyla dolu.Arabesk bu zaferi bileğinin hakkıyla kazandı. Yıllarca televizyonlarda ve radyolarda yasaklı olmasına rağmen direnerek.Hor görülmelere, aşağılanmalara, kenara atılmalara rağmen pes etmeyerek. Hatta bunlarla beslenerek.Tabii halk müziğine yeni ve yaratıcı sentezler getirenlerin zamanla azalmasının da etkisi var.Yeni kuşaklardan Barış Manço, Cem Karaca, Fkret Kızılok, Selda Bağcan gibi çağdaş halk ozanları az çıkınca boşluğu sokaklardan gelen arabesk dolduruverdi.Sezen Aksu’nun “damara” girmesi, Müslüm Gürses’in Açıkhava Tiyatrosu’nda konser vermesi, entellerin Etiler’e Yıldız Tilbe dinlemeye gitmesiyle falan da aradığı prestije kavuştu.Bunu söylemek istemezdim ama Arabeskin yükselişi aslında Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yükselişiyle paralel.AKP de yok sayılmış, hor görülmüş, varoşlara sıkışmış “arabesk” kesimlerin tepkisiyle doldurdu yelkenini.Nitelikli çağdaş siyasetçilerin azalmasıyla, sistemin çürümesiyle oluşan boşluğa yayıldı yavaş yavaş.Tabii kendisine “acıların partisi” havası vermeyi de ihmal etmedi. Hatta 12 yıllık iktidarın ardından bile öyleymiş gibi yapabiliyor.Balkan-Akdeniz ülkesi olmak hevesiyle kurulmuş Türkiye’de yaşayanların çoğunluğu Ortadoğulu olmayı seçince de konu kapandı.Sonuçta arabeskin kültür alanında kazandığı mutlak zaferin bir benzerini AKP siyasette kazandı.“Acıların Kadını Bergen” kitabını keyifle okuduğumuz şu günlerde AKP iktidarına ömür biçmek zor. Arabeskin iktidarı ise galiba yeni başlıyor.
Yazının DevamıRomancının yapacağı yorum anca bu kadar olur
“Senin aslında ne istediğini bilmiyor muyuz sanki!”
“Demokrasiyi sizin gibilerden öğrenecek değiliz!”
Yazının DevamıAkil insanlar göreve!
Öyle vitrin meşhurlarından falan bahsetmiyorum ha! Sözde değil özde akil olacaklar. Hem aklı selim sahibi olacaklar hem de belli bir ağırlıkları, derinlikleri, perspektifleri olacak.Tek taraflı bir koro da olmayacak... Hükümetçisi, Atatürkçüsü, cemaatcisi, Kürdü, Türkü hepsi olacak içinde.Kendi egolarını tatmin için değil, “hal çaresi” bulmak için bir araya gelmiş olacaklar. Birbirlerine afra-tafra yapmayacaklar masaya oturduklarında. Gönül gözleri açık olacak.“Neyi bozabiliriz” diye değil, “neyi çözebiliriz” diye düşünecekler bir araya gelirken.Çünkü son yıllarda bizi üşüten hava değil. Ilıman geçen kışların aksine, “soğuk iç savaş” ile donduk. Bu tabiri kim icat etti bilmem ama eskiden bin yıllık İttihatçı-İtilafçı çatışması için kullanılırdı.Bugünse daha şiddetli hissediliyor soğuk iç savaşın kışı. Sınıf savaşı desen değil, aç sınıfın laneti desen hiç değil, bir garip rant kavgası. Taaruzları, muharebeleri, ricatları ve zayiatları her Allah’ın günü şaşkınlıkla izliyoruz. İçimizdeki Kobane bitmek bilmiyor!Seçim kampanyaları boyunca gördüğümüz normal bir siyasi yarış değil; adeta kan davasıydı.Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da durumun normalleşeceğine dair bir emare yok. Belli ki toplumsal ayrışma hızlanarak sürecek.Çok şükür şimdilik Ukrayna ve Yugoslavya’daki gibi sokakta karşılıklı silahlar konuşmuyor ama soğuk savaşın tansiyonu yükseliyor her geçen gün.Şimdi aklı selim sahibi insanlara düşen, birleştirici olmak. Ayrıştıranlara, çatıştıranlara inat. Soğuk iç savaşın üşüttüğü insanlara sıcak duygularla yaklaşmak. İnsanlar korkarak yaşıyor. Hangi partiye oy verirlerse versinler. Hangi “mahalleden” olurlarsa olsunlar.Bize korkularla beslenecek ruh emiciler değil, o korkuları giderecek gerçek kanaat önderleri gerek. Bu yüzden, bir ara pek moda olan “Akil İnsanlar” olayına asıl şimdi ve burada ihtiyaç var.Vicdanlı kanaat önderleri her kesimde mevcut. Mesele, mahallelerinden ve fani işlerden bağımsız davranıp davranamayacakları. “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmak ya da olmamak, işte bütün mesele. Alametler gösteriyor ki, savaşın sıcağa dönmemesi bu sayede olacak. Ya sağlayacağız ulusal barışı ya da sonunda birileri gelip bizim yerimize sağlayacak, Ukrayna ve Yugoslavya’da olduğu gibi. İşte şimdi önümüzdeki seçim.
Yazının Devamı100 yıllık aşkın ıstırabı
Türk sineması 100 yaşında... Tabii Türk sinemasıyla seyircisi arasındaki büyük aşk da.İstanbul Modern’de alay-ı vâlâ ile açılan “100 Yıllık Aşk” sergisi zaten bu bitmeyen gönül macerası üzerine.Ne de olsa hakkında destanlar yazılsa az! Öyle bir aşktır ki bu, çoğu romantik film yanında yaya kalır.Bir kere fırtınalıdır. Bir dönemi diğerine benzemez. İnişleri, çıkışları, dalgalanıp da duruluşları vardır.Bir bakmışsınız aralarından su sızmıyor, gişelerin önlerinde kuyruklar, kuyruklar... Sonra bir de bakmışsınız millet sinema salonlarının yolunu unutmuş. Her yerde boş koltuklar.Yılda yüzlerce filmin çekildiği, seyirciyle sinemanın tekrar tekrar seviştiği zamanlar var.Bir de yılda ite-kaka 5-10 filmin ancak üretildiği, sinemayla seyircinin yatakları ayırdığı zamanlar.Seyirciyi takmayan filmler çekilir bir dönem. Sanki sinema kendisini terk eden sevgiliye trip atmaktadır!Ama birden küllerinden doğar yine aşk, alev alev yanar. AVM sinemasındaki üç filmin ikisi Türk filmi oluverir.Sonraki yıl tam tersi olur ama: Yerli filmlerle sinema seyircisi birbirini sokakta görse selamlaşmaz.Sanki o kadar film çekilmemiş, yıldızlar parlayıp sönmemiş, mendiller ıslatılıp kahkahalar atılmamıştır. Bazen de araya karakedi girer: 70’lerin sonlarında televizyonun hayatı istila edişi gibi mesela.Ya da seks filmleri furyasının ailelerin ayağını sinema salonlarından temelli kesişi gibi.Ama nasıl ki su her zaman yolunu buluyorsa, onlar da yeniden kavuşmanın bir yolunu bulurlar hep.Nabokov’un sözünü sinemamıza uyarlarsak: Esas olaylar perdedeki karakterler arasında geçmez. O filmin kendisiyle seyirci arasında geçer.Bu tutkudan dolayıdır ki Hollywood filmleri bile televizyonda Kemal Sunal’ın bileğini bükememiştir.Bu tutkudan dolayıdır ki bugün Yeşilçam formüllerini en iyi uygulayan diziler reyting şampiyonu olmaktadır.Bu tutkudan dolayıdır ki en kötü Türk filmleri bile toplumsal hafızamızın birer parçasına dönüşmüştür.Bu tutkudan dolayıdır ki “Sevmek Zamanı”, “Hudutların Kanunu”, “Selvi Boylum Al Yazmalım” ya da “Muhsin Bey” gibi dünya çapında başyapıtlar üretmiştir Yeşilçam.Türk sinemasıyla seyircisinin ilişkisinde bir senaryoda olması gereken her şey var: Aşk, nefret, tutku, fırtına, ihtiras...Bu yüzden 100 yıllık aşkı anlatmaya belki de sergiler yetmez. Bunun asıl filmini yapmak gerek.
Yazının DevamıUzak komşu Bulgaristan
Geçtiğimiz ay konser için gittiğimiz Bulgaristan’da edebiyat etkinlikleri yapmayı da ihmal etmedik.
Sivil Toplum Örgütü olan Sofya Platformu ve Sofya’daki yayıncım Trud tarafından adıma düzenlenen etkinliklerdi.
Yazının DevamıAyfon altı kuyruğunda
-Kardeşim araya kaynamayın hepimize yetecek kadar Ayfon var.-Ben yer ayırtım kaç gün önce! -Zaten diziyi de kaçırdık!-Ablalar doğru söylüyor reis, internetten ayırttık yerimizi. Aha işte bu da numaramız.-Ben Anadolu çocuğuyum! Anlamam numaradan! Alamazsam bakamam konu-komşunun yüzüne.-Valla bizim mahallede de tefe koyarlar beni. -Ne yapıcaz?-İngiltere’de bir kadın sırasını kapmaya çalışanlara lav silahıyla saldırmış. -Biz de mi yapsak?-Neden olmasın? Sonuçta Türkiye bir noktaya geldi.-Eski Türkiye’de böyle miydi? Bir Ayfon çıkacağı zaman kuyruk bile olmazdı. Şu manzaraya bakınca insan gurur duyuyor!-Yine de sırayı bozmayalım ablalar-abiler. Allah’ın izniyle telefonumuzu alıp IŞİD’e katılacağız.-Ne! Üstüme iyilik-sağlık. -Baksanıza ayol ne diyor!-Öyle abla, hepimizin bir vizyonu, misyonu var. Madem Passolig yüzünden maça gidemiyoruz bari stres atalım.-Ben şahsen bağımlılıktan buradayım.-Hayırdır abla?-Yani bir telefon çıkıyorsa ilk benim elimde olacak. Mani olmaya kalkan çıkarsa IŞİD-MİŞİD dinlemem alırım kellesini.-Sen de haklısın kızım. Hatırlıyorum da, bunun bir önceki modeli çıktığında daha El Kaide vardı.-O da bir şey mi, ben Hizbullah zamanlarını hatırlarım.-Vay be. -Nasıl da geçiyor zaman.-Kaçta başlayacaklarmış telefonu satmaya?-Eski Türkiye olsa bir haftadan önce zordu. Ama bugün şafakla başlarlar Allah’ın izniyle.-Valla kızıma söz verdim, almadan dönmem.-Benim oğlan da alamazsan hiç dönme baba istersen şehit sayarız seni dedi.-Arkadaşlar kısık sesle konuşalım, aramızda casuslar olabilir. -Beyefendi haklı. Darbeciler her yerde. -Zaten şu uzun saçlı elemanı hiç gözüm tutmadı.-Hop! Ağır ol bakalım bey amca. Geziciyiz diye Ayfon’dan mahrum kalacak değiliz.-Onu bunu bilmem. Çok şükür siyasetten de anlamam. Allah devletten razı olsun bugünleri gördük.-Şu öndeki Kürtlere dikkat edelim özerklik talep etmesinler. Yoksa hayatta gelmez sıra.-Zaten ne malum herkese olduğu? Belki sırf yandaşlara verecekler?-Asıl kuyrukta paralelciler varmış birbirlerine yer tutuyorlarmış diyorlar.-Steve Jobs’un babası Suriyeliymiş.-Ya... Dün haberlerde gördüm içim parçalandı.-Steve Jobs’un babasını mı?-Hayır Suriyeliileri. Bir lokma ekmek için kuyruk bekliyor sınırda garibanlar.-He valla. Teyzemgiller de Bulgar göçmeni. Külotlu çorap uğruna sıraya girerlermiş sabahtan.-Müstahak ablacım. İleri demokrasi olmazsa öyle olur. -Vatandaş dediğin hakkına hukukuna sahip çıkacak.-Gençler burada bekliyoruz ama Allah aşkına ne hikmeti var bu aletin?-Ohooo, sen daha oradaysan hiç yaşama amca. Zaten yaşın da olmuş John Travolta.-Baban yaşında adamla doğru konuş kardeşim.-Sana ne oluyor Ayfon kaymağı!-Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan? Ayfonumda Reza Zarrab’ın numarası var!-Ne olmuş! Benimkinde de Ebru Gündeş var!-Tamam beyler sakin.-Evet oyuna gelme vatandaş! -Bizi birbirimize düşürmeye çalışan dış güçlerin oyunları bunlar.-Aynı dalın gülüyüz biz! Aynı kuyruğun tüyüyüz biz!-Bu kuyruk bizim! -Burası Türkiye, yok öyle!
Yazının DevamıCesur yürekliyiz vesselam
İskoçya’nın bağımsızlık referandumu günü sosyal medyada William Wallace ve silah arkadaşlarını milletçe “trend topic” yaptık.
Mel Gibson’un “Cesur Yürek” filmini biz Türkler kadar seven başkası mıdır acaba? Şahsen kuşkuluyum.
Yazının DevamıBir duyguyu satmak
Hafta sonu Ayşe Arman’ın Christian Louboutin ile yaptığı röportajı okudum ve bir cümlesi kazındı aklıma.Evet, Musul’daki rehinelerin kurtuluş coşkusuna rağmen... Suriye sınırındaki mültecilerin trajedisine rağmen... Galatasaray’ın ruhsuzluğuna, ligin sıkıcılığına rağmen... İskoçya bağımsızlığı reddederken en sevdiğim gruplardan Redd’in dağılmanın eşiğine gelmesine rağmen...Yeni başlayan hafta yurtta ve dünyada her türlü vukuata gebe görünmesine rağmen...Hafızamın odaklandığı cümle ayakkabı tasarımcısından geldi. Şöyle diyordu Christian Louboutin: “Ben ayakkabı satmıyorum. Ben bir duyguyu satıyorum.”Bu öyle bir cümle ki, günümüz siyasetinin, kültürünün ve psikolojisinin anahtarını içinde barındırmakta.Bugün ayakkabıcılar, siyasetçiler ve reklamcılar tek ve aynı şeyi satıyorlar: Duyguları.İnsanoğlunun rasyonel bir varlık olmadığını sonunda keşfettiler. İnsanoğlu hisle çalışan bir aygıt.Sırf kendisini daha “cool” hissetmek uğruna dünyanın en rahatsız ayakkabısına dünyanın parasını verebilir.Sırf duygularına hitap ettiği için siyasi liderlerin kötü taraflarını görmezden gelebilir. Kitabın içeriğiyle değil, o kitaba sahip olma duygusuyla ilgilenir. Konserle değil, o konsere gidenlerin duygu dünyasına giriş biletiyle.Artık albümlere, kitaplara, liderlere ya da ayakkabılara değil, doğrudan duygulara yatırım yapılıyor. Çünkü duygular her şeyi sattırıyor! Eskiden “Adidas giy ve Messi gibi şut çek” denirdi. Şimdi “Messi’nin yaydığı duyguya teslim ol” deniyor.“Algı yönetimi” dediğimiz şey yerini “duygu yönetimi”ne bırakıyor. “Algı savaşları” da “duygu savaşları”na. Milletin “gönül tahtına kurulanların” sırtları yere gelmiyor. İstersen tersini bilimsel olarak ispatla, nafile.Söylenenlere, yazılanlara ya da ne yapılanlara değil bizde uyandırdıkları duygulara bakıyoruz.Kendimizi özel hissetmemizi sağlıyor mu? Önemli hissetmemizi sağlıyor mu? Güvende hissetmemizi sağlıyor mu?Erdoğan kısık sesiyle Van mitinginde konuşurken gözyaşlarına boğulan hanımlardan prensipte farkımız yok.Entelektüelin dramı burada: Dünyanın en irrasyonel varlığı olan insana dünyayı rasyonel yoldan izah etmeye çalışmasında.Tamamen duygulara dayanan birey-iktidar ilişkisini mantık yoluyla çözebileceğini ummasında.Gezegende rasyonel birileri varsa o da ancak balinalar ya da yunuslar olabilir. İnsanlar olmadığı kesin!Bu yazıyı okuyup da “yok canım, ben hep aklın yolundan giderim!” falan diyen birini görürseniz inanmayın. Ya yalan söylüyor ya da kendisini zeki hissetmek için öyle diyordur!
Yazının Devamıİçimize açılan okullar
Annem birinci sınıfın ikinci günü “hadi okula!” diye uyandırdığında verdiğim cevap hâlâ hatırlanır: “Dün gittim ya!”
Rahmetli “Bugün de gitmen lazım Tuna. Hatta korkarım yarın da...” diyerek yataktan kaldırmıştı.
Yazının DevamıAnadolu çocukları ve Balkan çocukları
İnsan gerçekten hayret ediyor: “Beyaz Türk” meselesi hakkında hâlâ söylenmemiş şeyler var.Tanıl Bora bu ayki Birikim’de konuyu en başından bugüne kuşatmak istemiş. “Muhafazakâr ve İslamcı söylemde Beyaz Türk hıncı: Beyaz Türk’e kahretmek.”
Esaslı bir “toparlama” girişimi. Yine de Bora’nın da etrafında dolaşıp temas etmeye çekindiği bir nokta yok değil. Zaten hangi taraftan olursa olsun, aklı selim sahibi aydınların aynı tespiti yapmaya çekindiğini fark etmişimdir. Herhalde “Pandora’nın kutusunu” açmaya çekiniyoruz. Ayrıca, ötekileştirme tuzağına düşmeden bu toplara girmek kolay değil.Ama bunu yapmadan da meselenin adını koymak zor. Bu yüzden kısaca hatırlayalım, müsaadenizle. Ülkemizdeki kültürel yarılma Anadolu kökenliler ile Balkan kökenliler arasındadır.Tabii ki bu bir genellemedir ve istisnası çoktur. Ama maalesef bendenizin halüsinasyonu da sayılmaz pek.Mesela hanlar-hamamlar sahibi bir AKP’li zenginin iktidarı protesto eden ortadirek gençleri “Beyaz Türkler, ne olacak!” diye aşağılamasının temelinde bu var.Öte yandan, CHP’ye oy veren bazılarının, zencilerin yönettiği bir ülkedeki beyazlarmış gibi davranmayı muhalefet etmek sanması da aynı sebepten.Tabii Sırrı Sakık’ın kafası kızınca Balkan ve Kafkas göçmenlerine “Dağdan gelip bağcıyı kovamazsınız!” demesi de.Osmanlı’nın Balkanlar ve Kafkasya’daki toprakları kaybedildiğinde milyonlarca insan Anadolu’ya göçmek zorunda kaldı.Balkan Savaşı’nın travması öyle derin ve ağır ki bugün bile sürüyor. Söz konusu travmayı fark edemeyişimiz, halen içinde olmamızdan. Oysa bugün yaşadığımız toplumsal anksiyetelerin çoğu o savaşın ortak bilinçaltımızda açtığı yaralardandır. Çoğu Selanik, Üsküp, Saraybosna, Filibe gibi yerlerden göçen insanlar bir çeşit küçük burjuva kültürüne sahiptiler. Bazıları göçmenliğe mahsus özgüven sorunlarından dolayı üstünlük taslamış olabilirler. Anadolu’dakiler de onları “el” saymış olabilir.Tabii bir de cumhuriyeti kuran kadrolardaki Balkan etkisi var. Başta Atatürk bir Makedonya çocuğu.Balkan kökenliler memleketi yönetmenin kendi hakları olduğunu, Anadolulular da ötekileştirildiklerini hissettiler belki. Bir taraf “gâvur” dedikçe, diğer taraf “yobaz” diyerek cevap verdi. Nüfusun bir kısmının Erdoğan’a kayıtsız-şartsız biatının arkasında da onu “Anadolu çocuğu” yani “kendilerinden” görmelerinin duygusal sebepleri var. Erdoğan da buna oynuyor. Tanıl Bora toplumdaki duygusal bölünmenin bazen “kültürel tiksinti” boyutuna vardığını söylemiş ki itiraz etmek zor.İktidar yanlısı bir gazete İhsanoğlu’nun “ecnebiliğini” ispat için eve ayakkabıyla girmesini manşet yapmıştı mesela. Kaldı ki adamcağız Balkanlı falan da değil.İki tarafın medyasında da karşılıklı ötekileştirme söylemi üreten fanatikler mevcut. Sanırsınız Yankee’lerle Redneck’ler kapışıyor. Yani ne kadar rasyonel analizler yaparsak yapalım iş gelip hissiyata dayanıyor. Bu yüzden sanatçılara çok iş düşüyor aslında.Aynı yarılmayı evde yaşıyarak büyümüş bir çocuğum ben. Ailemin bir tarafı Filibeli bir tarafı Yozgatlı.Hayatları boyunca birbirlerini pek anlamadılar.Haliyle, acilen bir “Anadolu ve Rumeli Muhabbet Cemiyeti” kurulmasından yanayım. Gönül gözü kapanmamış herkesin dikkatine.
Yazının Devamı