26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Attila İlhan ve Osmanlıca

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

AKP’nin iktidarda bulunduğu 12 yılda eğitim ve sınav sisteminin kaç kez değiştiğini, kaç skandal yaşandığını hesaplamaktan yorulmuş bulunuyoruz. Şimdi de “İsteseler de istemeseler de öğrenecekler, öğreteceğiz...” nobranlığıyla özetlenen Osmanlıca tartışmasıyla meşgulüz. Bu yaklaşımla, bırakın Osmanlıcayı, mors alfabesinin bile öğretilmeyeceği ortada ama mesele aslında AKP’ye, Erdoğan’a bırakılamayacak kadar da önemli.

Attila İlhan, ilkelerine büyük bir tutkuyla bağlı olduğu “Gazi Paşa”nın en ciddi yanlışlarından birini “dil” konusunda yaptığını söylerdi. Ona göre, devrimin Osmanlıcayla ilişkiyi “bıçak gibi” kesmesi sonucunda Türkiye’de, kendi kültüründen uzak, Batı hayranı, “devşirme” ve “komprador” aydınların önü açılmıştı. Arap-Fars-Bizans tabanı üzerinde yükselen Osmanlı kültür bileşimi ve yaşama biçimi ile Grek-Latin tabanı üzerinde yükselen Batı kültür bileşimi ve yaşama biçimi arasında “benzemezlik” vardı; biz yanlış yolu tutmuştuk.

ARAPÇA YETMEZ!

12 Eylül döneminin Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam’ın 1983’te “Öğretmen bulunabildiği takdirde Arapça, orta dereceli okullarda bir lisan dersi olarak okutulacaktır” şeklindeki açıklaması üzerine o günün şartlarında başlayan ve süren tartışmaya, “Arapça yetmez!” başlıklı yazısıyla katılmış ve deyim yerindeyse ortalığı birbirine katmıştı Attila İlhan.

“Ulusal Kültür Savaşı” adlı kitabında da yer alan 22 Mart 1983 tarihli yazısında “1960’lardan beri bu fikri savunuyorum” diyor, Türkiye’nin orta dereceli okullarında Arapçanın lisan dersi olarak düşünülmesinin, Batılı-bilimsel-çağdaş tutumun sonucu olduğunu vurguluyor ve şöyle devam ediyordu:

“Doğrudur fakat eksiktir: Bana sorarsanız, aynı şey Farsça için de düşünülmeli, üstelik Türkçe derslerine ‘Osmanlıca’ dersleri eklenmelidir. Osmanlıca, Türklerin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri özgün bir dil, Arapçadan da Farsçadan da yararlanmış ama ikisi de olmamış, yeni Türk kuşakları Osmanlıcayı anlayabilmelidirler ki gelecekle geçmiş arasındaki köprüyü sağlam kurabilsinler.”

Tam da Türk-İslam Sentezi’nin topluma giydirilmeye çalışıldığı bir dönemdeki bu yazısı nedeniyle, sonradan birkaç kez daha yaşayacağı gibi ciddi bir “nefret nesnesi” haline gelmişti ünlü şair. Bir parantez açayım... Bugün örneğin Alev Alatlı çıkıp “Zamanında Attila İlhan’a saldıranlar, aynı şeyi şimdi bana yapıyorlar” diyebilir ama hiç alakası yok... Attila İlhan ne dediği çok net belli olan, iktidarlardan ne kendisi ne yakınları için herhangi bir şey istememiş, el etek öpmemiş, dimdik duran, onurlu bir aydındı. Alatlı’yı ise 30 yıldır “hiçbir şey anlamadan” ve “Acaba gene ne demek istedi” diye düşünerek dinliyor, okuyor ve görüyoruz.

UFAK UFAK TARTIŞSAK MI?

“Selçuklu / Osmanlı bileşimi, mimariden musikiye edebiyattan askerliğe, yemek yemekten eğlence biçimlerine kadar, inanılmaz bir zenginlik ve çeşitlilik arzetmektedir. Ulusal demokratik devrimin görevi, bu bileşimi ve unsurlarını reddetmek değil, olanaklarını belirli bir ayrıcalıklar kümesine tanınmış olmaktan çıkarmak, halklaştırmak, halka mal etmektir. Sonra asıl görev geliyor: Bu ümmet kültürü temelinden, çağdaş millet kültürü bileşimini gerçekleştirmek!” şeklindeki yaklaşımı sonradan çoğumuzun kafasında daha iyi demlendi elbette... Ama kendi adıma belirteyim ki Attila İlhan’ın, tıpkı Köy Enstitüleri konusundaki gibi Osmanlıca inadında da ciddi bir yanlışlık içinde olduğuna inanmayı sürdürüyorum. Yine de, özellikle çoğunluğun sinir uçlarına dokunan yazılarında “Ufak ufak tartışsak mı...” deyişine kulak vermekten asla vazgeçmiyorum.