26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Avustralyalı gardaşlar’a yazık olmuş

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

‘Türkişi dondurma’ filminde temel zaaf, tarihi eğip bükmesi değil, sinema estetiği denilen şeyden hiç nasiplenmemiş olması. Çanakkale’de Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gençlerin hayatı harcanmıştı. Bu filmde de ‘Avustralyalı gardaşlar’a yazık olmuş.

İNGİLİZ-Fransız donanmalarının Çanakkale’ye saldırdığı 1915 Şubat ayından bir süre önce Avustralya’da küçük bir kasabadayız. İngiliz subaylar, Kraliyet adına asker toplayıp Türklere karşı savaştırmak için yoğun propaganda yapmakta. Karşılarına önce “Bu bizim savaşımız değil, oğlumuzun kocamızın ölmesini istemiyoruz” diyen kadınlar çıkıyor. Sonra da dünyanın öbür ucundan gelmiş, geçimlerini dondurmacılık ve devecilik yaparak sağlayan, kırık dökük İngilizce konuşan üç Türk...

Bu uzak ve yabancı diyara neden nasıl geldiklerini bilmediğimiz, Avustralyalılarla ilişkileri farklı düzeylerde, birisinin eşi Avustralyalı, birisinin Türk olan, üçüncüsü de sağır dilsiz savaş karşıtı genç kıza gönlünü kaptıran hemşerilerimiz, Çanakkale’ye asker sevkiyatını önlemek için İngilizlerden çaldıkları silahlarla harekete geçiyorlar. 40 ve 60 yaşlarındaki Osmanlı tebası iki Afganın Çanakkale’ye saldırıyı protesto etmek ve padişahın cihat çağrısının gereğini yerine getirmek için bir trene silahlı gerçekleştirmeleri, Avustralya tarihinde “Broken Hill Olayı” olarak anılıyor. Sivillerin öldüğü, saldırganların da birkaç saat içinde öldürüldüğü katliamın İngiliz provokasyonu olduğunu da iddia edenler var, Almanları suçlayanlar da... Öldürülen iki Afganın üzerinden Osmanlı bayrağının çıkmasının ve geride bir mektup bırakmış olmalarının, “Biz Çanakkale’ye gitmezsek, onlar buraya gelip hepimizi öldürecek” propagandasına güç verdiğine ise kuşku yok.

GERÇEKLERLE OYNAMAK
Mustafa Uslu’nun yapımcılığında, “Ayla” ve “Müslüm” filmlerinin yönetmeni olarak tanıdığımız Can Ulkay’ın imzasını taşıyan “Türk İşi Dondurma”, bu olaydan hareket eden ama “tümüyle kafasına göre takılan” bir çalışma. Açılışta “Gerçeklerden esinlenilerek kurgulanmıştır” vs denilse de, yani “esinlendik ama ortaya başka bir hikâye koyduk, idare edin” açıklaması yapılsa da “vatanseverlik destanı” yazmak için tarihi gerçeklerle gönlünce oynamanın pek kabul edilebilirliği yok bana sorarsanız. Bu tavra, gene Mustafa Uslu’nun yapımcı olduğu “Çiçero”da da tanık olmuştuk. Öte yandan, Çanakkale 1915’e Avustralyalılar açısından savaş karşıtlığı, Türkler açısındansa vatanseverlik duygularıyla doğru bir şekilde bakmaya çalışan filmin temel zaafı, tarihi eğip bükmesi vs değil, sinema estetiği denilen şeyden hiç nasiplenmemiş olması.

ŞARAMPOLE YUVARLANMAK
Aklın almayacağı, fecaat denilebilecek sahneler var “Türk İşi Dondurma”da. Örneğin öyle bir “evde katliam” sahnesi seyrettik ki anlatsam inanmazsınız. Yarıya yakını mizahi anlatıma sahipken sonra birden direksiyon kırıp aksiyon ve dram yapısına bürünmeye çalışan ve de virajı alamayıp şarampole yuvarlanan film, foto-roman düzeyine bile çıkamıyor sinema dili açısından. Her lafa “gardaşım...”la başlayıp “gardaşım”la bitiren, “Napçaz gardaş... Nettin gardaş... Tamam gardaş”larından yaka silker hale geldiğimiz iki ana karakter, yönetmenin mi senaristin mi kurbanı olmuşlar, ona bile kafa yormaya pek gerek yok açıkçası. HacivatKaragöz oyunlarında bile daha derinlikli tiplemeler olduğunu belirtmekle yetineyim. Gerçek ya da yarı-kurgu, böyle bir hikâye için olabilecek en kötü, en saçma film adının seçildiği “Türk İşi Dondurma”, tıpkı “Çiçero” gibi elden kaçıp gitmiş güzel bir fırsat neresinden bakılsa. Mustafa Uslu, çalışkan bir yapımcı ve kısa sürede “Bu bir Mustafa Uslu filmi” dedirtmeyi başarmışsa da “Ayla”, “Müslüm”, “Çiçero” ve “Türk İşi Dondurma”ya sırasıyla baktığımızda grafiğin sürekli düştüğü de çok açık. Çanakkale’de Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gençlerin hayatı harcanmıştı. Bu filmde de “Avustralyalı gardaşlar”a yazık olmuş. Ve de deveye!