26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cüzam ve Furuğ

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen ayın son günü, 31 Ocak, Dünya Cüzam Günü, devamındaki hafta ise Dünya Cüzam Haftası’ydı. Dünyanın en eski ve en sinsi hastalıklarından, “kara veba” olarak da bilinen, Türkiye’de Türkan Saylan’ın çabaları sonucu kökü çok büyük oranda kazınan cüzam, Che Guevera’nın da mücadele hedefleri arasında yer alıyordu bilindiği gibi.
Bir tarih daha vereyim... 13 Şubat, yani yarın, İranlı şair Furuğ Ferruhzad’ın 49. ölüm yıldönümü.
1967’de bir trafik kazası sonucu 32 yaşındayken ölen Furuğ’un Che Guevera ve Türkan Saylan’la devrimcilik dışındaki ortak noktası ise gericilikle, boş inançlarla ve önyargılarla olduğu kadar cüzamla da savaşmış olması.
Yaşamlarını, ezilenleri, acımasızca sömürülenleri, en alttakileri kurtarmaya adamış olan bu insanlar, tüm hasta grupları içinde en dışlanan, en uzak durulan, dokunmaktan bile kaçınılan bu insanlara yardım eli uzatmayı da öncülük olarak kabul etmişlerdi.
Muazzam derinlikteki İran şiirinin en ayrıksı temsilcilerinden, toplumsal ve cinsel isyanın sesi Furuğ yedinci sanatla da yakından ilgilenmiş, Batı sinemasını daha iyi tanımak için bir süre İngiltere’de çalışmalar yapmıştı. “Bir Ateş” (Yek Âteş) adlı belgeseliyle İtalya’daki bir festivalde birincilik ödülü alan Furuğ Ferruhzad, 1963’te çektiği “Kara Ev” (Khaneh Siah Ast) filmiyle de Almanya-Oberhausen Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü kazanmıştı.
Bir parantez açmam gerekirse... Furuğ’un şiirleriyle üniversite yıllarımda tanışmış, Türkiye’de yayımlanan ilk kitabı “Sonsuz Günbatımı”nın (Ada Yay., 1989) Celal Hosrovşahi’yle birlikte iki çevirmeninden biri olan Onat Kutlar’la uzun sohbetler etmiştik. O zamanlar hukuk fakültesinde öğrenciydim ve Onat Kutlar da benden yıllar önce aynı fakültede okurken sınıf arkadaşı olan Hosrovşahi’yle “Kara Ticareti Hukuku çalışmaktan bıkıp Furuğ çevirdiklerini” anlatıyordu. Aradan geçen yıllarda Türkiye’deki şiir çevirilerinin, seçkilerinin sayısı çoğaldı Furuğ’un; dolayısıyla onun hakkındaki bilgimiz de epeyce arttı.

ŞİİR-FİLM: ‘KARA EV’
20 dakikalık “Kara Ev”, tam Furuğ’a yakışır nitelikte kara bir şiir-film aslında... Yapımcı arkadaşı İbrahim Gülistan, Tebriz’deki Cüzamlılar Evi’yle ilgili bir belgesel çekmesi teklifi almış ve Furuğ’dan filmin yönetmenliğini üstlenmesini istemiş. Küçük bir ekiple birlikte cüzamlılar kampına giden Furuğ, anlatıcılığını da üstlendiği filmde, elinde senaryo vb. olmadan cüzam hastalarının dünyasından çarpıcı kesitler yakalıyor, etkileyici portreler sunuyor. O kahredici dünyada da şiirsel bir yolculuğa çıkılabileceğini gösteriyor Furuğ ve cüzamlılara adeta kamerasıyla dokunuyor.
Merak edenlerin, bu filmi internette izleyebileceklerini de not düşeyim.
Abbas Kiarostami’nin 1999 yapımı “Rüzgâr Bizi Sürükleyecek” filminin adının da Furuğ’un ünlü bir şiirinden alıntı olduğunu anımsatarak, noktayı, “Kara Ev”e çok yakışan bir Furuğ Ferruhzad şiiri olan “Gece Görüşmesi”yle koyayım:
“Ve o şaşırtıcı yüz / Konuştu benimle pencerenin öbür yanından ve dedi ki / Hak, açıp gözünü görenindir / Ben ürkütücüyüm yitme duygusu gibi / Ama gene de tanrım / Nasıl korkulur benden? / Sisli çatıları üstünde gökyüzünün / Hafif ve başıboş dolaşan / Bir uçurtmadan başka / Hiçbir şey olmayan benden? / Aşkımı, isteğimi, nefret ve acılarımı / Gece ayrılığında mezarların / Kemirmiştir adı ölüm olan bir fare / Ve o şaşırtıcı yüz / İnce, uzun ve çok zayıf / Akan çizgileri esen rüzgârla / Her an silinen ya da değişen / Ve yumuşak ve uzun saçları / Kapılarak gecenin görünmez dalgalarına / Serilen karanlığın ovalarına / Deniz dibi bitkileri gibi / Aktı pencerenin öbür yanında / Ve bağırdı: / İnanın ne olur bana! / Diri değilim ben!”