27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Egemenlerin, futbolun egemenleri ile savaşı...

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Türk futbolunda neler oluyor? Daha doğrusu Türkiye'de salt futbola ilişkin depremler mi yaşanıyor, hayatın diğer alanlarında her şey yolunda mı gidiyor? Sorular çoğaltılabilir. Bu aşamada gerek de yok. Ama bu soruların yanıtını bulmak için geçmişe doğru kısa da olsa bir yolculuk yapmak gerekli hatta zorunludur. Başka türlü, bize bugünün sorunları, aniden ortaya çıkmış olaylar gibi gösterilen olay ve olgulara doğru bir şekilde yakalaşamayız. Çünkü toplumsal olaylar bütünsellikleriyle, çok yanlılıklarıyla, bağımlılıklarıyla, çelişmeleriyle ve değişkenlikleriyle ele alınmalıdır. Diyalektik ve bilimsel yasa böyle diyor.

Öyleyse, henüz kültürü oluşturulamayan, içinde bulunanların tutum ve davranışları, ilişkileri henüz Beysoylu(feodal) aşamadayken futbolu yönetenlerden Kentsoylu(Kapitalist) üretim ilişkileri doğrultusunda davranmalarını beklemek bugün yaşanan sorunların başlangıcındaki yanılgıdır. 12 Eylül darbesini yapanların temel amacı Yüce Atatürk'ün kurduğu devletçi yapıyı kırıp ülkenin önemli kuruluşlarını yabancı şirketlere satmaktı. Yani amaç Türkiye'nin Pazar ekonomisini sunulmasıydı. Peki, futbol böyle bir planın dışında kalabilir miydi? Elbette kalamazdı. Bu arada pazar ekonomisine açılım yapılırken Turgut Özal'ın kurumlaştırmaya çalıştığı serbest dolaşımın kültürü de oluşturuluyordu. Ne diyordu Özal? "Benim memurum işini bilir", "Gemisini kurtaran kaptandır", "her koyun kendi bacağından asılır."

Bu bireyselcilik içeren söylemler zararsızmış gibi görünse de yavaş yavaş insanların yaşam felsefesini oluşturmaya başlamıştı. Bu söylem toplumsal olaylar karşısında bir araya gelme, birlikte hareket etme gibi zararlı(!) söylemlerin de önüne geçecekti. 12 Eylül ile başlayan diktatörlük karşısında doğan toplumsal duyarlılığı kırmanın en etkin yolu henüz bilimsel temeli oluşturulamayan futbolu bezeyip, büyültüp, kör milliyetçilik ile sarmalayarak topluma sunmaktı. Verilen ileti açıktı: Sokaklarda yürüyemezsiniz, meydanları dolduramazsınız ama statların etrafında bağırmanın bir sakıncası yoktur.

"İdeolojik davranışlar içine girmeyin de, futbolda çeteleşseniz de olur" düşüncesi egemenlerin sığındığı bir liman oldu. Çünkü kos koca kent meydanları göz önüne alındığında statların kontrolü daha kolay olmalıydı. Stadyumlara koşanlar politikadan da hızla uzaklaşacaklardı. 12 Eylül'ün "gemisini kurtaran kaptan" anlayışı zaten futbolda var olan bireysellik, bu sayede statlardan topluma da yayılacak böylece her koyun kendi bacağından asılacaktı.

Devleti yönetenlerin en büyük açmazı şu oldu: Stadyumlarda olanları hoş görmek, stadyum ve dolayısıyla futbolun çevresinde oluşan emek ve çaba harcamadan edinilen paranın(rant) örgütlenmesi gerekiyordu. Kent meydanlarında insanlara göz açtırılmıyorsa stadyumların etrafındaki para nasıl örgütlenecekti? Devletin göz yummasıyla zaman içinde oluşan zararsız(!)çeteler Avrupa'nın altı büyük yayın gelirine sahip Türkiye Ligi'ne nasıl kayıtsız kalacaklardı?

Rant uğruna büyük şehirler şehir olmaktan çıkarken futbol kulüplerinin etrafında dönen yıllık 2,5 milyar dolara sırt çevirmek, kayıtsız kalmak olanaklı mıdır? Bugün Türk futbolunda ortaya çıkan sorunların büyük bir kısmı işte bu 2,5 milyar dolardan daha fazla pay alma savaşımıdır. Bir milyar dolar için, Ulusal Meclis'ten komşumuz Irak'a girme tezkeresi çıkartmaya kalkan bir devlet, futbolda dönen paradan habersiz olamaz. Bu bağlamda sorun futbolda danışıklı dövüş(şike) değil. Öyle olsaydı suç işleyenler hapse atılmaz, futbola ilişkin hakları ellerinden alınır, takımlar ise küme düşürülürdü. Ama işin gerçek nedeni rant olduğundan futbolun egemenleri ile ülkenin egemenleri arasındaki çatışmaya takımlar da, insanlar da meze yapılıyor. Başlangıçta çok kolay çözümlenebilecek olay ve olgular federasyonca yok sayılıp, üstü örtülmeye çalışılarak bugün hukuksal bir kirlilik haline getirildi, neredeyse kör düğüm edildi. Bugünkü kafa yapısıyla bu kördüğüm çözülemez. Çözülmüş gibi gösterilir ancak kamu vicdanının yarası asla sağaltılamaz...

Avustralya Açık'ta neler oluyor?

2014 Avustralya Açık Tenis Turnuvası beklenmedik sonuçlarla başladı. Kadınlarda Maria Sharapova ve Serena Williams'ın turnuva dışında kalmasından sonra, erkeklerde dünya 2 numarası Novak Dzokoviç'de çeyrek finalde İsviçreli Stanislas Wawrinka'ya 3-2 yenilerek elendi. Wawrinka bugüne kadar tenis kariyerinde sadece bir kez dünya dokuzunculuğu edinmesine karşın izlemesi son derece güzel bir maçtan sonra Sırp karşıtı Dzokoviç'i turnuva dışında bıraktı. Jhon Mc. Enroe Wawrinka'yı, yaşayan en iyi tek el beckhend vuran oyuncu olarak tanımlıyor.

Geçen yıl son derece sorunlu bir tenis dönemi geçiren dünya sıralamasında 6. Dereceye kadar gerileyen Roger Federer ise üst üste çok zor maçları kolay geçerek yarı finalde geleneksel karşıtı olarak bilinen İspanyol Rafael Nadal ile eşleşti. Ekselansları Federer ile Nadal'ın yollarının bir daha kesişeceğini düşünmüyordum. Çünkü onun gittiği yolda kendinden daha genç Fransız Tsonga ve artık büyük şampiyonluklar kazanan Andy Murray vardı. Federer bu yıla öylesine güçlü bir başlangıç yaptı ki, atletik yapısı, hızı, sert servisleri ve tekniğiyle "geleceğin tenisçi tipi" olarak algılanan Tsonga'yı 3-0 yendikten sonra çeyrek finalde ise sadece bir oyunu 19 dakika sürecek kadar izlemesi hoş bir maçta Murray'i 3-1 yenmeyi başardı. Federer'in servisleri ve file önü oyunu, genelde oyunu çeşitlendirme yeteneği önemli bir avantaj oluşturuyor. Dzokoviç-Wawrinka maçı da final havasındaydı ama Avustralya Açık'ın erken finali Federer ile Nadal arasında oynanacak. Siz bu satırları okurken belki de o müthiş maç sonuçlanmış olacak...

Cüneyt Çakır ve arkadaşlarını uğurluyoruz...

Doğan Babacan'dan tam 40 yıl sonra Dünya Kupası'nda düdük çalacak olan Cüneyt Çakır'ı anlamlı bir karşılaşma ile Brezilya'ya uğurluyoruz. 29 Ocak Çarşamba günü Selimiye Stadı'nda oynanacak Damlaspor-Modafen U 17 Türkiye Şampiyonası Eleme Grubu maçını Cüneyt Çakır ve arkadaşları Bahattin Duran ile Tarık Ongun yönetecek. Maçta Doğan Babacan'da hazır bulunacak. Doğan Babacan 1974 Dünya Kupası'nın açılış maçı olan Batı Almanya-Şili karşılaşmasını yönetmiş ve Şilili bir futbolcuya kırmızı kart göstererek, Dünya Kupaları tarihinin ilk kırmızı kartını gösteren hakem olarak tarihe geçmişti. Hakemliğimizin futbolumuzdan ileri olduğunu savunan biri olarak bu maçı izlemek benim için de anlamlı olacak. Hepinizi maça bekleriz...