08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 23°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Eleştiri, ödülden üstündür

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Ezilene, baskı görene, mağdur olana sempatiyle, dayanışma duygusuyla yaklaşmak, insanın doğasında, daha doğrusu “vicdanında” var. Elbette solcularda daha da fazla ve yaşamın her alanında geçerli...  “Muhalif” olan, çoğunlukla öncesine sonrasına bakmamıza gerek kalmadan saygımızı sevgimizi topluyor, kendimizi onun yanında hissediveriyoruz. O andan itibaren de nesnellik değil öznellik hüküm sürmeye başlıyor, ilkelerden ve gerçeklerden kolayca vazgeçilebiliyor. 

İran sinemasının en önemli isimlerinden, 2009’dan bu yana başı rejimle fena halde dertte bulunan, hapis cezası alıp film çekmesi yasaklanan ama uluslararası tepkiler sonucu serbest bırakılan yönetmen Cafer Penahi örneğin... “Beyaz Balon” (1995), “Ayna” (1997), “Daire” (2000), “Ofsayt” (2006) gibi hayranlık uyandırıcı filmlere imza atmış, sinemasını kişisel olarak da çok takdir ettiğim, sevdiğim bir sanatçı. Penahi’nin cezaevinden çıktıktan sonra yaptığı, geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde seyrettiğim, Berlin’de Altın Ayı ve FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ödüllerini kazanan ve bu hafta sinemalarımızda gösterime giren filmi “Taksi Tahran” ise kariyerinin kesinlikle en başarısız çalışması. Fakat, Berlin Film Festivali tarihinin en zayıf jürisi tarafından ödüllendirilmesi de es geçilerek, sırf Batı’da önemli bir ödül kazandı diye yere göğe konulamayan da aynı film! Penahi, “Taksi Tahran”ın iyi bir film olması nedeniyle değil, “İran’a muhalif” olduğu için ödüllendirildiğini anlamayacak kadar saf birisi değil kuşkusuz ama çalışmasına estetik kriterlerin ötesinde yaklaşılmasına itiraz ettiği de henüz duyulmadı. 

İranlı yönetmenlerin onlarca kez mükemmel örneğini ortaya koyduğu bir tarzın tekrarı “Taksi Tahran”. Hiçbiri “oynadığını ve filmde rol aldığını” bilmeyen sıradan insanların performanslarına dayalı, “has gerçekçilik” olarak tanımlanabilecek, kısacası bir tür gizli kamera anlayışına dayalı bir tarz bu. Örneğin Abbas Kiarostami “Yakın Plan”da (1990), Muhsin Makhmalbaf “Selam Sinema”da ve bizzat Penahi’nin kendisi “Ayna” ve “Ofsayt”ta adeta büyüleyici biçimde gerçekleştirmişlerdi bu işi. “Taksi Tahran” ise şaşırtıcı biçimde kaba, herkesin her şeyin farkında olduğunun seyirci tarafından da fark edildiği tipik bir taklit niteliğinde. Bir taksinin şoför koltuğuna oturan yönetmen, müşterilerle sohbet ediyor, bizler de ön panele yerleştirilmiş minik kameranın kaydettiği görüntülerle güya İran toplumuna dair gerçeklere tanıklık ediyoruz. Ama dediğim gibi kullanıla kullanıla suyu çıkmış, hiçbir özgünlüğü kalmamış, üstelik de baştan sona “taklit”e ve önceden belirlenmiş tesadüflere(!) dayanan bir yöntem olduğunu da hemen her sahnede hissediyoruz... 

‘MECLİS TAKSİ’ TAHRAN’DA

TRT Haber kanalının “Meclis Taksi” diye bir programı vardı; milletvekilleri ya da bakanlar bir ticari taksinin şoför koltuğuna oturuyor, aldıkları müşterilerle “Ne olacak bu memleketin hali?” tadında sohbetler ediliyordu. Penahi gibi yeteneklerinden kuşku duyulmayan bir sinemacı çok daha fazlasını özgün bir sinema diliyle gerçekleştirebilirdi elbette ama o kolayına kaçmayı tercih etmiş bu kez ve “Meclis Taksi”yi bile aşamamış.  

İran sinemasının bir başka usta yönetmeni Abbas Kiarostami, geçen yıl Altın Portakal’da yaptığı konuşmada, “Bizim ülkemizde en kötü filmleri yapan yönetmenler, sırf iktidar karşıtı kelimeleri kullanarak en iyi filmleri yaptıklarını söylediler. Ama bu filmler İran sinemasına en kötü etkiyi yapan filmler oldu” demişti ders niyetine. Gel de hak verme... 

“Taksi Tahran”ı seyredince Kiarostami’nin kulaklarını çınlattım bir kez daha. Dilerim Cafer Penahi de bu bol ödüllü fiyaskonun etkilerinden çabuk kurtulur ve eleştirmenlerimi z de “eleştiri”nin ödülden daha önemli olduğunu bu kadar kolay unutmazlar.