27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Futbolumuzda “Victoria Dönemi” mi yaşanmaktadır?

Metin Tükenmez

Metin Tükenmez

Eski Yazar

A+ A-

Türk futbolu karmaşık ve danışıklı dövüş ilişkileri(şike) yüzünden belki de tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır. Futboldaki ekonomik, toplumsal, sosyal ve insani ilişkiler erezyona uğratılmış, bu olumsuz değişimin içinde gemisini kurtarana kaptan denilmiştir. Futbolu renklerin kardeşliği olarak gören anlamlı bir kesim ise futbol alanlarından hızla uzaklaşmış, gelinen noktada takımlar izleyici dilencisi durumuna düşmüştür. Futbol yorumculuğuna yüzeysel yaklaşan kesim, statlardan bu kaçışı Passolige bağlasalar da asıl nedenin futboldaki kirli ilişkiler olduğu yadsınmaktadır.

Ulusal takım kampında arkadaşına silah çeken,  birbirinin yüzüne tüküren, Ulusal takımın maçına çıkarken futbol alanını terk eden futbolcular, küfürbaz hocalar, futbolda danışıklı dövüşten tutuklanan yöneticiler, karşılaşmalara giriş çıkışları düzenlemek adına yandaşlarına peşkeş çekilen Passolig ihalesi, federasyon seçimlerinde iktidar partisinin etkisi, sporun içinden politikanın çıkmaması ve bunların doğal sonucu olarak da “kötü futbol” insanları stadyumlardan uzaklaştırıyor. Ülkeme ve futbola yakıştıramıyorum ama Türk futbolunun bugünkü durumu zamanında İngiltere’de yaşanan Victoria Dönemi’ni anımsatıyor. 

İngiltere Kraliçesi Victorya’nın hüküm sürdüğü 1837-1901 yılları arasındaki “Victoria Dönemi”, kendi içinde çelişkilerle dolu, İngiltere tarihinin en tutucu dönemi olarak bilinmektedir. Victoria Dönemi, kilise-bilim, inanç-akılcılık, refah, yoksulluk, insani ve etik değerlerin çatıştığı, çelişkilerin en yoğun şekilde yaşandığı dönem olarak bilinmektedir. Cinsellik baskı altına alınmış ve kadın, baştan çıkarıcı şeytan ya da azize gibi uç noktalarda yorumlanmıştır. Cinsel tercihlerin farklı olması cinayet suçundan daha ağır yargılanmalara yol açmıştır.. Baskıcı ahlakın her şeyden daha üstün tutulduğu, her türlü güdünün, duygunun, etkinliğin bastırıldığı, reddedildiği, İncil ve Shakespeare eserlerinin içindeki cinsel çağrışım yapan bölümlerin bile kesilip atılarak, değiştirilip yeniden basıldığı Kraliçe Victoria Dönemi’nde karşı düşüncelerin doğması da kaçınılmaz olmuştur.

Sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan varoşlar, kentlerde baş gösteren yoksulluk, dönemin yazarlarının dikkatini insanların yaşadığı zorluklara çekmiş, bu zor durumlara karşın dindar görünüp özünde dini kendi çıkarlarına alet eden kesimin desteklediği pek çok yardım kuruluşu ortaya çıkmıştır. Dindar çevrenin büyük çoğunluğu iş güç sahibi, varlıklı insanlar konumuna gelmiş uygulamaları, yaşam biçimleriyle kadın ve çocukları uzun saatler boyunca az bir ücretle çalıştırmışlar. Dindar görünüp olağanüstü servetler edinen insanların, yaşadıkları olağanüstü yaşamların sorgulanmaya başlanıldığı Victoria Dönemi’nin çok geçmeden toplumsal değerler üzerinde kurduğu baskı yüzünden ikiyüzlü olduğuna ilişkin inanç kendini göstermeye başlar. İşte, büyük doğa bilimci Charles Darwin, böylesi çürümüş, baskıcı, tutarsız, ahlak yoksunluğunun diz boyu olduğu bir dönemde ortaya çıkmış, İngiltere ve tüm Avrupa toplumunu kökünden sarsmıştır. Bu sorgulama dönemi ile birlikte ateistler, nihilistler, septikler, pesimistler de sayıca artmaya başlamış, hepsi ortak noktalarda buluşarak sorgulamayı sürdürmüştür.

Geldiğimiz noktada görünen şudur: Türkiye toplumsal yaşamında olduğu gibi futbolunda da çağın koşullarına uygun bir Victoria Dönemi yaşamaktadır. Ancak dönemin sonuna gelinmiştir. Toplum kendini sorgulamaya başlamış, malı götürenler artık götürecek mal bulamadıklarından ötürü daha önce dayanışma içerisinde olanlar çatışmaya dolayısıyla ilişkileri çatırdamaya başlamıştır. İnsan aklının gelişmesinin tinsel bedeli ağır olsa da, insanımız bu ağırlığın altından kalkıp, üstesinden gelmek için uykudan uyanmıştır. Bilim ve onun ürünü olan teknoloji hiçbir şeyin uzun süre gözlerden uzak kalmasına izin vermiyor. Bir toplum hep kötü olamaz. Toplumsal yaşamda geçerliliği olan bir gerçek şudur: Kötülüğün devamlı olarak, yok olma eğilimi vardır...

ARDA TURAN OLABİLMEK!

Dün öğleye kadar dersim vardı. Dersten çıktıktan sonra sesiletirimde(telefon) birçok çağrı aldığımı gördüm. Bazı televizyon kanalları haber izlencelerine konuk etmek istemişler beni. Konu da Arda Turan...  Arda “Futbolcuların büyük çoğunluğu varoşlardan çıktığı için psikolojik yardım almaları gerekir” demiş. Benden istenen ise bu görüş üzerine yorum yapmak.

Tam 30 yıldır bu konu üzerine yazılar yazarım da, kimsenin ilgisini çekmez. Ancak Arda Turan söyleyince olay oldu! Demek ki, Arda Turan olmadan konuşmanın pek de anlamı yok. Yeri gelmişken rahmetli Erdal İnönü’den bir öykücük aktarmak isterim. Erdal İnönü, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin rektörüdür. Yeni doçent olmuş hocalara törenle diplomaları verilecektir. Erdal Bey rektör olarak bir konuşma yapacaktır. Kısa ve öz olarak şunları söyler: “ Arkadaşlar doçentlik ve profesörlük unvanını almak bir akademisyene bilimsel olarak çok da katkı yapmaz. Ama bunu söylemek için bu unvanları almak gerekiyor.”

Böylece benim de yıllardır neden anlaşılamadığımın, sözümün kimseye geçmediğinin nedeni ortaya çıkıyor. Ne doçent ne profesör ne de Arda Turan olabildim! Bu arada televizyonlara gitmedim. Çünkü onların toplumbilimcilere taş çıkartacak yorumcuları var! Çıkıp yorumlasınlar da biz de bir şeyler öğrenelim!