08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gövde ve kafa

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

İki yıl önce Nürnberg’de 18 salonluk devasa bir sinema kompleksine girdiğimde hiç unutmayacağım bir manzarayla karşılaşmış, çok şaşırmıştım. Koca bir duvarda o hafta gösterilmekte olan 18 filmin afişleri asılıydı ve aralarında tek bir Alman filmi bile yoktu. Dahası, herhangi bir Avrupa ülkesinin filminin afişi de görülmüyordu. Salonların 16’ında Hollywood yapımları vardı, diğer ikisi ise bizim “Fetih 1453”e ayrılmıştı. Her salonun kapısında bulunan ve içerideki doluluk oranını gösteren küçük ekranlara bakıldığında da en fazla ilginin “Fetih 1453”e olduğu anlaşılıyordu.

Hollywood’un, büyük sinema geleneklerine ve birikime sahip, akımlar yaratmış, sinema sanatında devrimler gerçekleştirmiş İtalya, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde nasıl bir yıkıma yol açtığını az çok biliyordum da insanın gözüyle görmesi bir başka oluyor tabii. ABD’li düşünür Fredric Jameson’ın yıllar önce İstanbul’da verdiği bir konferansta, “Küreselleşmeye karşı koymanın en önemli yollarından biri ulusal sinemalardır ve Türk sinemasının bu konuda Yeşilçam’dan kaynaklanan çok önemli avantajları vardır” şeklindeki sözlerini anımsamıştım ister istemez, o soğuk Nürnberg gecesinde.

ENDÜSTRİ DEĞİL, DEVRİM

Yeşilçam döneminden beri Türk sineması, dünyada belki bir tek Hindistan sinema sektörü “Bollywood”la karşılaştırılabilecek ölçüde (ki aslında orada da çok başka dinamikler söz konusu) tamamen kendine özgü, hiçbir benzeri olmayan bir gelişim sürecine sahip. Opera ve baleye, tiyatroya, halk danslarına kol kanat gerip kollayan ve kurumsallaştıran devlet, örneğin SSCB’de yapılanların tam tersine Cumhuriyet’in başından itibaren sinemadan uzak durmuş, tiyatrocu Muhsin Ertuğrul’a “Bu sinema işinin sorumlusu sensin, bildiğin gibi yap” demenin ötesinde hep mesafeli kalmış. Bunun sonucunda da 100 yılı geride bırakmasına rağmen, yasası, ilkesi, kuralı, örgütlenmesi olmayan, teknolojisi geri, yıllarca sansür kurullarının saçma sapan gerekçeleriyle uğraşmış ve bir türlü endüstri halini alamayan, tümüyle bize özgü bir “sinema camiası” ortaya çıkmış. İlginç olan, ciddi kriz dönemleri hariç, su, yolunu hep bulmuş. Türkiye’de hiçbir zaman endüstrileşememiş olan sinema, tuhaf biçimde, bir “gelenek” yaratmış, işler böyle yürümüş. 

TÜRKLER NASIL BECERİYOR?

Geride kalan 2014 yılına bakıldığında da Türk sineması açısından işlerin genel anlamda yolunda gittiği söylenebilir. Antraktsinema.com’un verilerine göre yıl boyunca toplam 357 film gösterime girmiş. Bunların 108’i yerli yapım ki, son yılların rekoru. Altın Portakal’da yarışacak 10 yapımın bile bulunamadığı 1990’lı yıllar düşünüldüğünde, 108 film niceliksel olarak çok ciddi bir gelişmeye karşılık geliyor kuşkusuz. 2014 boyunca, yüzde 59’u yerli filmler olmak üzere 62 milyon bilet satılmış olduğunu da ekleyeyim. Buna göre yerli filmlerin seyirci ortalaması 331 bin, yabancılarınki ise 100 bin.

Şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde rastlanmayacak bir tablo bu. Yaklaşık 25 yıldır, ne yapar ne eder de Amerikan sinemasının egemenliğini kırarız diye kafa patlatıp çalışmalar yapan Avrupalı sinemacıların gıptayla baktığına, “Türkler bu işi nasıl beceriyor?” diye düşündüğüne eminim.

Öte yandan, bu sayılar işin nicelik kısmıyla ilgili ve gösterime giren 108 filmin sekiz on tanesi dışındakilerin kalitesinin çok tartışmalı olduğu açık. Bunun gibi, 62 milyon biletin satıldığı bir ülkede yalnızca iki tane aylık sinema dergisi yayımlanması ve toplam satışlarının beş bin civarında olması ise doğrudan doğruya “sinema kültürü”nün zayıflığıyla ilgili.

Gövde büyürken, kafa küçülüyor yani.