Doğru düzgün adresleri bile yoktu... Kemal Ateş’ten topraktan kovulanların hikâyesi
‘Toprak Kovgunları’, köyden kente göç eden insanların trajedisini konu ediniyor. Yazar Kemal Ateş romanıyla ilgili, ‘Bu insanların arasında yaşadım, onların dünyasını içerden göstermeye çalıştım.’ dedi
Türk dilinin ve edebiyatının usta isimlerinden Dr. Kemal Ateş’in ‘Toprak Kovgunları’ adlı romanı yeniden raflardaki yerini aldı. Roman, 1981 yılında Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü’nü kazandı. Köyden kente göçü, yoksulluğu ve gecekondu hayatını anlatan roman, topraktan kovulan insanı konu ediniyor.
Kemal Ateş’le hem kovgun sözcüğünü hem de romanını konuştuk.
KOVGUN SÖZCÜĞÜ TÜRKÇEDEN KOVULDU
- İlk olarak kovgun sözcüğünü konuşmak istiyorum. Nedir toprak kovgunları?
Bu sözcüğü anlatmam biraz uzun sürecek. Dilimize bizi öylesine yabancılaştırdılar ki, kovmak eyleminden türemiş, sürgün, vurgun gibi bir sözcüğü önce duyanlar bir şaşırıyorlar. Bakkal dükkânımızda, “Ben baba kovgunuyum.” diye babama içini döken bir müşteriden duymuştum ilkin. Baba kovgunu... Yani babası atmış başından, hiçbir yardım, destek görmemiş babadan. Köyden kente göçenleri de ekip diktikleri toprak başından attı, toprak doyuramadı onları, kovdu âdeta. Toprak doyursaydı göçmezlerdi. Bu nedenle gecekondularda yaşayanlara ben ‘Toprak Kovgunları’ dedim. Bu romanımı 1983 yılında ‘Arkası Yarın’ programı içinde radyoya uyarladılar. Halk anlamaz diye adını değiştirerek yayınladılar. Benim halktan duyduğum sözcüğe halk anlamaz dediler. Üstelik bu sözcüğü benden önce Ece Ayhan “İnsancıl okullardan kovgun” diye bir şiirinde kullanmış. Ondan çok önce Dadaloğlu kullanmış. Görüyorsunuz Türkçenin, daha doğrusu yazı dilimizi kuranların halini. Yazı dilinin kurulma aşamasında bunun gibi binlerce sözcüğe sahip çıkamamışız.
‘DİLLER MAĞARALARDA ORTAYA ÇIKTI’
Dilleri alt tabaka yarattı, diller mağaralarda ortaya çıktı, saraylarda değil. Osmanlı aydını bunu anlamadı. Cumhuriyet döneminde de vaktiyle sahip çıkılmamış sözcüklerin yerel olduğu sanıldı. Bence yerel sözcük yoktur, yerel söyleyiş vardır. Kar yerine gar, koşmak yerine goşmak demek yereldir. Ama “kovgun” sözcüğü gibi ihmal edilmiş binlerce sözcük yerel değildir. Bunları ben Saklı Sözlük’te topladım. İşin aslına bakarsanız, her sözcük başlangıçta yereldi, yani dar bir alanda kullanıldılar. El, kol, alın, ben, sen o, gelmek, gitmek gibi sözcükleri bir anda milyonlarca kişinin kullanmasına olanak var mı? Bu sözcükler de başlangıçta çok az kişi tarafından kullanıldı, sonra yaygınlaştılar. Yerel sözcük yok, yerel söyleyiş vardır.
BİR AD BİR NUMARA VERİLMEMİŞ YÜZLERCE SOKAK
- Roman, içerisinde pek çok trajediyi barındırıyor. Köyden kente göç, kadın erkek ilişkileri ve mahalle baskısı, geçim… Madalyonun öbür yüzünü anlatıyorsunuz diyebilir miyiz bir bakıma?
Kentlerin dışında, uzağında birden gecekondu semtleri oluştu. Bir ad, bir numara verilmemiş yüzlerce yol, sokak. Kapılarında numara olmayan tek katlı evler, bu insanların doğru dürüst adresleri bile yoktu. Yıkım korkusuyla yaşadılar. “Kurtlar adam yer.” denilen bu yerlerde kısa zamanda insanlar birbirini yemeye başladı. Gücün kadar, arkan kadar toprak sahibi olabiliyorsun. Bir karış yer yüzünden büyük kavgalar olurdu. Çoluk çocuk, kadın erkek birbirine girerdi. Kimsenin elinde tapusu yok. Bilek gücüne göre sınırların belirlendiği acayip bir dünya. Ülkenin farklı yerlerinden gelmiş, şuralı buralı diye anılan aileler, kültürleri, konuşmaları farklı insanların bir arada yaşama mücadelesi verirken, trajediler de yaşanıyor. Kavgalar, cinayetler oluyor. Kadınların özgürlüğü, üç yüz metre ötedeki su kuyusuna, iki yüz metre berideki bakkal dükkânına gitmekten ibaret. Bu insanların arasında yaşadım, onların dünyasını içerden göstermeye çalıştım.
Özellikle aşklar ve insanın içsel çatışmaları dikkat çekici. Ayten’in apartmanda oturma isteği, sınıf atlama çabası. İlhan’ın, Eşref’in yaşadığı bozukluklar. Ama siz bunun kaynağını bireyde aramıyorsunuz.
Ben toplumsal çevre içinde insanı anlattım her şeyden önce. Bu çevrelerde ortaya çıkan karakterleri, tipleri anlattım. Ben öncelikle insanı anlamak ve anlatmak isterim.
‘DÜŞMANIN MUTSUZLUĞUYLA MUTLU OLAN İNSANLAR’
- Biraz okurlara ipucu veriyoruz ama, “Kana kan, dişe diş sürüp giden bu yaşam kavgası içinde insanlar daha bir süre yanlış seçilmiş düşmanlarla uğraşacaklar.” diye bitiyor roman. Nedir bu yanlış düşman kavramı?
Bilinç yoksunluğu, örgütsüzlük, sömürü düzenini kavrayamama, ezilmişliklerinin acısını birbirlerinden çıkarma. Herkes bir düşman belliyor, düşman buluyor kendine, biri mutsuzsa, öteki mutlu oluyor. Düşmanın mutsuzluğuyla mutlu olan insanlar... Yanlış seçilmiş düşmanlar bunlar...
- Toprak Kovgunları Ankara’da geçiyor. Ankara’nın başka yüzünü görüyoruz aslında, Çankaya’nın ötesini...
Bir ara gecekondu nüfusu nerdeyse apartmanlardan fazlaydı. Toplumsal hareketlerde, devrimci mücadelede bu kesimden çok şey beklendi ama umulan kadar olmadı. Ne köye, ne kente benzeyen, ayrı bir dünya ortaya çıktı buralarda. Bir gözü köye, bir gözü kente bakan şaşı bir kültür ortaya çıktı.
- Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?
Benim okurlara değil de okurlar bana ne söyler aslında onu bilmek isterim. Toprak Kovgunları’nı ve yakında gene yeni baskısı yapılacak olan Çürük Kapı’yı okuyanlar, biz gecekonduları bilmiyormuşuz dediler bana. Bir de şunu söyleyeceğim. Bilgisayar bize büyük olanaklar getirdi. Ben kendi edebiyatımı ikiye ayırıyorum: Bilgisayardan önce, bilgisayardan sonra... Toprak Kovgunları’nın H2O Yayınevince yapılan 4. baskısını yer yer âdeta yeniden yazdım, okurlarım bu baskıyı yeğlesinler. Yakında çıkacak olan Çürük Kapı da yeniden yazılmış gibi oldu.

