Emperyalizme karşı ortak ses: Akdeniz-Karadeniz bizimdir
Doğu Akdeniz-Karadeniz Konferansı 2025’in son gününde konuşmacılar, emperyalizm ve neoliberalizmin planlarını masaya yatırdı. Bölgedeki sorunlara çözümlerin ‘ithal değil, yerli olması gerektiği’ vurgulanırken, ‘hafızamızı geri kazanalım, geleceğimizi kuralım’ çağrısı yapıldı.
Ulusal Strateji Merkezi (USMER)’nin18-19 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da düzenledigi Doğu Akdeniz-Karadeniz Konferansı’25 (East Mediterranean-Black Sea Conferance’25-EMBC)’in ikinci gün oturum konuşmalarını yayınlamaya devam ediyoruz. 19 Temmuz Cumartesi günü konferansın dördüncü ve beşinci oturumları yapıldı, son oturumda da sonuç bildirisi okundu.
Konferansın dördüncü oturumu Halil Özsaraç başkanlığında başladı. Konuşmacılar arasında Çin Halk Cumhuriyeti Pekin Üniversitesi Bölge Çalışmaları Enstitüsü Dekan Yardımcısı, Tarih Profesörü Zan Tao, 24. Dönem CHP İstanbul Milletvekili, Hukukçu Ali Özgündüz, Türkiye Kafkasya Üniversiteler Birliği Başkanı Prof. Dr. Ramazan Korkmaz ve 24. Dönem Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri yer aldı.
‘ÇİN ALTERNATİF SUNUYOR’
Oturumun ilk konuşmacısı Zan Tao, “Sömürgecilik Karşıtı Bir Dünya Görüşü: Çin’in Yükselişi, Neoliberalizm ve Küresel Güney’in Stratejik Bilinci” başlıklı bir sunum yaptı. Tao, 21. yüzyılda emperyalizmin sadece tanklar veya işgallerle değil, farklı biçimlerde ortaya çıktığını vurgulayarak şöyle konuştu:
“Londra ve New York’ta tasarlanan üniversite sıralamaları, Washington ve Brüksel'de hazırlanan kalkınma çerçeveleri; Batı dışı yolları meşruiyetten mahrum bırakan ‘iyi yönetişim’ ve ‘serbest piyasa’ gibi normatif kavramlar… Bunlar epistemolojik emperyalizmin mimarisidir. Yani karşılaştığımız sadece güç dengesizliği değil, aynı zamanda anlam üzerinde kurulan bir tekel. Hâlâ sık sık ödünç alınan dillerle konuşuyor, ödünç alınan kategorilerle düşünüyor ve geleceği Batı’nın perspektifinden hayal ediyoruz.”
Neoliberalizmin piyasaların özgürleşmesi olmadığını söyleyen Tao, bu ideolojinin aslında kapitalizmin yeniden militarizasyonu olduğunu belirtti:
“Neoliberalizm, Afrika ve Latin Amerika’daki sömürge sonrası endüstrileri yok etti; ulusların egemenliğini ellerinden alan borç krizleri yarattı; IMF ve Dünya Bankası gibi kurumları, siyasi baskıyla desteklenen ekonomik disiplin dayatmak için bir silah olarak kullandı. Neoliberalizm devleti küçültmez, aksine devleti sermayeyi korumak ve muhalefeti cezalandırmak için yeniden işler hale getirir. Bize kapitalizmin doğal ve özgür olduğu öğretilir. Ancak tarih gösterir ki, kapitalizm kölelik, sömürgecilik ve savaş yoluyla doğmuştur. Hayatta kalması, küresel asimetriye ve epistemolojik boyun eğmeye bağlıdır.”
Çinli akademisyen, Çin’in yükselişinin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik ve yapısal bir anlam taşıdığını da vurguladı. Tao, 1978’den bu yana 800 milyondan fazla insanı yoksulluktan kurtaran Çin’in başarısının neoliberal reçetelerle değil, tam tersine onları reddederek gerçekleştiğini anlattı. Çin’in kalkınma modelini “piyasaların devlete, devletin halka hizmet ettiği bir sistem” olarak tanımladı ve bu yaklaşımın temelinde halkçı bir devlet aklının bulunduğunu söyledi. Dış politikada ise Çin’i “emperyalist olmayan enternasyonalizm” ekseninde değerlendiren Tao, “Kuşak ve Yol Girişimi, rejim ihracı, kültürel silme ya da ahlaki denetim taşımıyor.” dedi. Tao, Çin’in karşılıklı saygı ve müdahale etmeme ilkeleriyle hareket ettiğini ifade etti.
‘KEMALİZM İLHAM VERDİ’
Batı Asya’nın derin bir devrimci hafızaya sahip olduğunu belirten Tao sözlerine şöyle devam etti:
“Özellikle 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, modern çağın ilk başarılı anti-sömürgeci bağımsızlık savaşlarından biriydi. Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimi, Batı işgali ve emperyalizmine karşı ulusal egemenlik ve kurtuluş mücadelesi, yerli kurumlara dayanan seküler modernite ve mezhepsel bölünmelerin üstünde cumhuriyetçi vatandaşlığı temsil etti. Kemalizm, Asya ve Afrika’daki nesiller boyu sömürge karşıtı düşünürlere ilham verdi. İmparatorluğun çöküş döneminde siyasi bağımsızlığın simgesi oldu.”
Günümüzde, Batı epistemolojik paradigmalarının etkisiyle, özellikle kimlik siyaseti ve postmodern liberalizm bağlamında, Kemalizm’in genellikle dışlama, otoriterlik veya ‘devletçilik’ anlatılarına indirgenmesine dikkat çeken Tao, bunun masum bir eleştiri olmadığını, aksine epistemolojik bir sabotaj olduğunu belirtti:
“Anti-emperyalist zaferleri silip, kolektif hafızayı parçalıyor; ulusal devleti bir kurtuluş aracı olarak meşruiyetini yitirmesine neden oluyor. Bu örnek bize şunu gösterir: anti-emperyalist devrimler bile, sonrasında yabancı anlatılar tarafından kolonize edilir. Bu yüzden entelektüel dekolonizasyon nostaljik değil, siyasi geleceği geri kazanmak için zorunludur.”
‘HAFIZALARIMIZI GERİ KAZANALIM’
Çinli akademisyen sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu tarih, adaletsiz ve eşitsiz dünya düzeninin yıkılması, gerçek anlamda demokratik, özerk ve eşitlikçi bir uluslararası düzenin kurulması çağrısıdır. Küresel Güney, sömürü bölgesi değil, hayal gücü bölgesidir. Hafızalarımızı geri kazanalım, dillerimizi yenileyelim ve geleceğimizi yeniden tesis edelim. Bu yüzyıl, sadece imparatorluğun çöküşüne değil, medeniyetin haysiyetinin yeniden doğuşuna da tanıklık etsin.”
‘NATO DOĞU’YA DOĞRU GENİŞLİYOR’
Oturum Ali Özgündüz’ün konuşmasıyla devam etti. Özgündüz, Güney Kafkasya ve İran üzerine bir konuşma yaptı. NATO’nun bölgeye yönelik hamlelerine dikkat çeken Özgündüz, “NATO doğuya doğru genişliyor. Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan üzerinden Türkiye çerçevelenmek isteniyor.” uyarısında bulundu. Karabağ’ın kurtarılmasının ardından barışın hâlâ sağlanamadığını hatırlatan Özgündüz, “Ateşkes var ama barış yok. Son görüşmeler Abu Dabi’de yapıldı aslında süreci daha önce Rusya yürütüyordu.” dedi.
Özgündüz, ABD Başkanı Donald Trump’ın Zengezur Koridorunun 100 yıllığına bir ABD’li şirketine verelim önerisinin de tesadüf olmadığını belirtti.
‘İRAN BÖLÜNÜRSE TÜRK DÜNYASI ZARAR GÖRÜR’
Özgündüz, “İran’a yapılan son saldırı bir bölme projesidir. Belucistan üzerinden Basra Körfezi kontrol altına alınmak isteniyor.” dedi. İran’daki Türk nüfusun da hedefte olduğunu vurgulayan Özgündüz, “Urumiye’den Iğdır’a kadar bir Kürdistan kurulmak isteniyor. Bu plan, Türkiye ile Türk dünyasının bağını koparmayı ve Zengezur’u işlevsizleştirmeyi hedefliyor” ifadelerini kullandı. Bazı çevrelerin “Tebriz ile Bakü birleşsin” propagandasına da değinen Özgündüz, “İran, Türkiye büyüsün diye bölünmez. Emperyalizm Türk bölgesi istemez.” dedi. İran’daki Türk varlığına dikkat çeken Özgündüz, “Dini lider Ali Hamaney Türk, yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan Türk, son saldırıda şehit edilen Genelkurmay Başkanı Bakıri Türk. İran’daki Türk, ‘biz bu devletin sahibiyiz’ diyor.” diye konuştu.
Özgündüz, “Emperyalizm halkları birbirine kırdırmak istiyor. Bu oyunlara gelinmemeli.” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
‘DİL MERKEZİ KURABİLİRİZ’
Dördüncü oturumun üçüncü konuşmacısı Ramazan Korkmazdı. Korkmaz, bölgedeki sorunlara ithal çözüm aramak yerine bölge ülkelerinin kendi aralarındaki sorunları çözebilecek ortaklıkta olduğunu kaydetti. Korkmaz dil merkezi kurma önerisi sundu:
“Bakın bölgede yedi bin tane dil var yüzde 80’i kaybolacak. Bununla ilgili bir çalışma yapmalıyız. Küresel güçlere bırakmamalıyız bunu da. Kafkasya’nın yüzleri projesi yaptık. İnanılmaz öyküler derledik. Kafkasya başka bir dünyanın adı. Dinlerin, dillerin harman olduğu yer. Bu bölgede herkesin ortak bir değeri var. Aynı değerlerin insanları bölgesel sorunlara küresel yanıtlar aramamalıyız, kendimiz çözmeliyiz. Dünya seyredilerek değiştirilemez ona müdahale etmeliyiz.”
Beşinci oturum, Özcan Yeniçeri başkanlığında toplandı. Bu oturumda Rusya Füze ve Topçuluk Bilimleri Akademisi Başkan Yardımcısı Amiral Konstantin Sivkov, 25., 26. ve 27. Dönem HDP Milletvekili Eski Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen, Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Elçisi Cong Song konuşmacılardı.
Oturumun ilk konuşmacısı Sivkov konferansa çevrimiçi katıldı. Dünya’da 3 modelin öne çiktiğini anlatan Sivkov, ilk iki modelin, küresel ve tek kutuplu modeller olduğunu söyledi. “Bugün tek bir bütün olarak işliyor ve öncelikle Batı medeniyetinin çıkarlarını temsil ediyor.” diyen Rus Amiral şöyle devam etti:
“Üçüncü dünya modeli ise, her halkın, her ülkenin kendi halkının çıkarlarına uygun olarak kendi yolunu bağımsız ve egemen bir şekilde seçme hakkına sahip olduğu eşit haklara sahip çok kutuplu bir dünya öngörmektedir. İlk iki model, yani küresel ve tek kutuplu modeller, bugün tek bir bütün olarak işliyor ve öncelikle Batı medeniyetinin çıkarlarını temsil ediyor.
“Çok kutuplu bir dünya, yani üçüncü dünya modelinin inşası için mücadele eden ülkelerin lideri ise Rusya'dır. Rusya, çok kutuplu dünya modelini ilan etmiş ve Şanghay İşbirliği Örgütü veya BRICS kapsamında bu modeli uygulamaya devam etmektedir.”
‘ÇİN ORTAK GELECEK İNŞA ETMEYE HAZIR’
Konferansın kapanış konuşmasını Büyükelçi Cong Song yaptı. Song, küresel güvenlik tehditlerine karşı Çin’in yaklaşımını anlattı. Song, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in “Küresel Kalkınma Girişimi”, “Küresel Güvenlik Girişimi” ve “Küresel Medeniyet Girişimi” önerilerini hatırlatarak, “Ülkeler dayanışma ruhuyla derin değişimlere uyum sağlamalı. Karmaşık güvenlik sorunları kazan-kazan anlayışıyla aşılmalı” dedi. “Savaş da yaptırımlar da çözüm değil.” diyen Song Çin’in dış politikadaki eylemlerini aktardı. Çin’in sürdürülebilir kalkınmayı güvenliğin temeli olarak gördüğünü belirten Song, “Kuşak ve Yol ile Orta Koridor girişimlerinin sinerjisini derinleştirmeye, ticaret, altyapı ve enerji alanlarında işbirliğini büyütmeye hazırız” mesajını verdi. Song, konuşmasını “Çin, tüm taraflarla birlikte ortak geleceği inşa etmeye ve kalıcı barışın yolunu açmaya hazırdır” sözleriyle tamamladı.
‘İŞTE, DİLDE, FİKİRDE BİRLİK’
Beşinci oturumun ikinci konuşmacısı Ayhan Bilgen’di. Bilgen “Akdeniz sıcağında değişim sancısı” başlıklı bir konuşma yaptı. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan statükonun çatırdamaya başladığında NATO’nun yeni tehdit algıları yaratmak adına ikiz kuleler saldırısını bahane ettiğini hatırlatan Bilgen, Irak ve Afganistan işgallerinin yeni direnç hatları oluşturduğuna dikkat çekti.
Bilgen sözlerine şöyle devam etti:
“Tek kutuplu dünyanın sürdürülemez hali hızla çok kutuplu dünyaya geçişin sancılarını başlattı.
“Üretim ve paylaşıma dayanmayan spekülatif, manipülatif finans kapital hegemonyası kırılmaya başladı. Savaş ekonomisi kara delikler oluşturdu. Bunun faturasını körfez ülkelerinden tahsil politikaları son uzatmaları oynuyor. Ekonomik ilerleme ve kültürel aydınlanmada Asya mirası ve güneyin öfkesi yeni bir uyanış yaşıyor.
“Egemenler, değişim süreçleri kaçınılmaz olduğunda iki yol izler. Sabotajla geciktirme ya da erken doğum ile içini boşaltarak göstermelik değişime mahkûm etme. Bin yıl önceki değişim, nasıl İskenderiye, Endülüs ve Anadolu üçgeninde Akdeniz çevresinde hayat buldu ise bugün de benzer fırsat ve tabi tehditler ile karşı karşıyayız.
“Güvenlik mi özgürlük mü safsatası doğmadan öldü. Batı desteğiyle ayakta tutulan halkıyla kavgalı yönetimler güvenilirliğini tümüyle yitirdi.
“NATO genişlemesi finans edilemeyen provokasyondur. Aktif ve pasif riskler içermektedir. Gerçekçi bir kopuş yol haritası planlanması zorunludur.
“1908/1915 arası Ermeni politikasının yeni Kürt versiyonu haritaları değiştirir mi? Toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarını koruyarak, barış inşası, kalkınma ve özgürlük hamlesi neden mümkün olmasın?
“Boşluk analizi yaptığımızda, Suriye stratejisini yeniden ele almak zorundayız. Netanyahu'nun hedefleri nedeniyle, Irak deneyimiyle, federal çözümsüzlük yeniden denenmemeli.
“Sularda ortaklaşma, kıta sahanlığı, sınır aşan sular gibi enerji nakil güvenliği, bölgesel barış ve ekonomik bağımsızlık, işbirliği bağlamında ele alınmalı.
“Etnik, inançsal, mezhepsel, kültürel zenginlik çatışma konusu olmaktan çıkarılıp tek cephe, ortak uygarlık hamlesine dönüştürülmeli.
KOLAYCILIK TERK EDİLMELİ
“Küçük olsun benim olsun yerine büyük olsun, birlikte olsun politikasına odaklanılmalı.
“Yurtseverlik bazen unutmayı bilmektir. Ders çıkarmaktır. Coğrafyanın kaderi mi tarihi kavgalar esareti mi? Çaldıran sendromundan kurtulmanın zorunluluğu içinde, Türkiye İran ilişkilerini yeniden güncelleme ihtiyacı son derece can yakıcıdır.
“İç sorunlar karşısında kolaycılık hastalığı terk edilmeli. Komşularla ilişkide, düşmanımın düşmanı dostumuz olamaz.
“İşte, dilde, fikirde birlik yol haritası değerlendirilmeli.”
‘Tedbirlerimiz ortak olmalı’
Dördüncü oturumun son konuşması Özcan Yeniçeri’ydi. Yeniçeri bölgesel tehditlere dikkat çekti, şunları anlattı:
“Akdeniz, Karadeniz jeopolitiği insanlığın medeniyetinin merkezidir. Burası aynı zamanda İslam, Hristiyan, Musevi ve Mazdeizm gibi inançların doğduğu yerlerdir. İlk yerleşik hayatın Nil Nehri çevresinde olduğu bilinmektedir. Hamurabi de Kanuni de buralıdır.
“Günümüzde emperyalizmin ayır -buyur ya da böl-yönet taktiğinin etkisiz kalınması için bölge ülkelerin işbirliği içinde olmaları ve ortak hareket etmeleri ontolojik bir sorun halini almıştır. Birer birer, tek başına emperyalist güçlere karşı hareket ettiğinde yenilenler bir araya geldiklerinde yenilemez hale gelirler.
‘ODED YİNON PLANI’
“Siyonistlerin 1982 yılında ortaya koyduğu ‘Oded Yinon Planı’ dikkate değerdir. ‘1980’lerde İsrail için Strateji’ başlığıyla sunulan bu planda, bölgede bugün yaşanacak gelişmeler 43 yıl önce şu başlıklar altında sıralanmıştı: Irak’ın; Güneyde bir Şii devleti, Kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi, Ortada ise Bağdat çevresinde bir Sünni devleti olmak üzere üçe bölünmesi öngörülüyordu. Lübnan’ın ise; Maruni Hristiyan bölgesi, Müslüman bölgesi, Dürzi bölgesi, Şii bölgesi ve İsrail’in denetiminde bir bölge olmak üzere beş parçaya ayrılması hedefleniyordu. Suriye için de; kıyıda bir Alevi devleti, Halep'te bir Sünni devleti, Şam'da ayrı bir Sünni devleti, Golan ve Kuzey Ürdün'de bir Dürzi devleti kurulması öngörülüyordu. İsrail'in güvenliği için Suriye'nin parçalanması bu planda açıkça ifade edilmişti.”
‘SINIRLAR DEĞİŞECEK’
“ABD’nin 1970’li yıllarda, Başkan Carter döneminde başlattığı “Yeşil Kuşak Projesi”ni yürürlüğe koyduğu biliniyor. Komünizme karşı İslam’ı bir kalkan olarak gören bu yaklaşım, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Başkan Truman tarafından ortaya atılan ‘Komünizmi Çevreleme Stratejisi’nin bir uzantısıydı. Zbigniew Brzezinski’nin fikir babalığını yaptığı bir diğer strateji de Avrasya’daki stratejik enerjinin ABD kontrolü altında tutulmasıydı. Brzezinski, Avrasya’yı büyük bir satranç tahtasına benzetmiş ve ABD’nin öncelikli görevinin; Avrupa, Asya ve Ortadoğu’daki anlaşmazlıkları kullanmak ve herhangi bir rakip süper gücün Amerikan çıkarlarını tehdit edecek şekilde ortaya çıkmasını engellemek olduğunu ileri sürmüştü. Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi de bu ‘gordiyon bağı’nın çözülmesiyle ilgiliydi. Bu bağlamda dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice şöyle demişti: ‘Ortadoğu’da, Türkiye de dahil 22 ülkenin sınırları değişecek.’
MONROE DOKTRİNİ
“İbrahimi Dinler İttifakı, Yüzyılın Anlaşması gibi onlarca yaklaşım da yine bu bağlamda ABD'li stratejistlerce ortaya atılmıştır.
“Bugün küresel emperyalizmin uygulayıcısı olan ABD’nin, geçmişte Avrupa sömürgeciliğine karşı nasıl bir tutum geliştirdiğini hatırlamak gerekir. ABD Başkanı James Monroe, 2 Aralık 1823’te dış politikasını şu şekilde açıklamıştır:
‘Amerika, hiçbir şekilde Avrupa’nın içişlerine karışmayacak; aynı şekilde Avrupa da Amerika’nın içişlerine karışmamalıdır.’ Başka bir ifadeyle: ‘Amerika, Amerikalılarındır!’ uyarısında bulunmuştur.
Tarihe Monroe Doktrini olarak geçen bu yaklaşım, üç temel kavram üzerine oturtulmuştur:
1. Anti-kolonyalizm: Amerika kıtası, Avrupa devletlerinin sömürgeleştirme girişimlerine kapalıdır.
2. Karşılıklı Müdahalesizlik İlkesi: Avrupa, Amerika kıtasındaki mevcut kolonilerine veya bağlı bölgelerine müdahale etmemelidir. Aynı şekilde, Amerika da Avrupa'nın iç işlerine karışmayacak; Avrupa da Amerika’nın iç işlerine karışmamalıdır.
3. Yalnızlık Politikası: Amerika, Avrupa'nın savaşlarına taraf olmayacak ve kendi iç meselelerine odaklanacaktır.
ABD, henüz tam anlamıyla bir emperyalist güç haline gelmeden önce Amerika kıtası üzerindeki egemenliğini sürdürebilmek amacıyla bu doktrini geliştirmişti. Ancak ABD, emperyalist bir güç haline geldikten sonra, dünya üzerindeki tüm ülkelerin iç işlerine müdahale etmeyi ve bu ülkeleri karıştırmayı strateji haline getirmiştir.
Günümüzde emperyalist tehdit altındaki Batı Asya ve Ön Asya ülkelerinin de benzer bir anlayışla hareket etmemesi, artık *ontolojik bir sorun* hâline gelmiştir. Bölgedeki hiçbir ülke, kendi toprakları üzerine konuşlanmış emperyalist güçlere izin vermemelidir.
Bölge ülkeleri üzerindeki emperyal tehdit ortaktır; bu tehdide karşı alınacak tedbirler de ortak olmalıdır. Jeopolitiği tehdit altında olan ülkeler, ortak bir manifesto ile:
‘Akdeniz, Akdenizlilerindir!’ deme cesaretini göstermelidir. Elbette Karadeniz için de aynı şey geçerlidir:
‘Karadeniz, Karadenizlilerindir!
