Yandex
05 Aralık 2025 Cuma
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

En yakınındakilerin kaleminden Atatürk'ün son günleri: Son akşam yemeğinde ne sipariş etmişti?

Atatürk'ün yakın silah arkadaşı Kılıç Ali ile son Başbakanı Celal Bayar, Atatürk'ün son günlerini anlattı.

En yakınındakilerin kaleminden Atatürk'ün son günleri: Son akşam yemeğinde ne sipariş etmişti?

Vefatından dokuz ay önce, 2 Şubat 1938’de, çok sevdiği zeybeği son kez oynayan Mustafa Kemal Atatürk, Bursa’da katıldığı baloda hastalığına rağmen “Ayaktayım” mesajı verdi. 57 yıllık ömrünü bir milleti yeniden ayağa kaldırmaya adayan Atatürk, hasta yatağında bile aklında yalnızca vatanı vardı. Doktorlarının karşı çıkmasına rağmen Mersin ve Adana’yı ziyaret ederek halkını yalnız bırakmadı.

DOLMABAHÇE'YE YERLEŞTİ

Hastalığı her geçen gün ilerleyen Atatürk, 27 Mayıs 1938 günü tedavi için İstanbul'a gitti. Karaciğeri yorgundu, siroz teşhisi konuldu. Deniz havası iyi geldiği için bu günleri çok sevdiği Savarona yatında geçirdi. "Buranın bana hastane olacağını bilemezdim" diyecekti.

Temmuz sonlarına doğru daha da ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na yerleşti.

Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mesut Çapa, "Bir taraftan hastalığı ile uğraşırken diğer taraftan memleket meseleleri ile çok yakından ilgilenmiştir. Aynı zamanda doktorların da tavsiyelerine uymaktaydı. Elden geldiğince az konuşturulmaya çalışılmıştır" sözleriyle Atatürk'ün son günlerini anlattı.

GENÇLER ATATÜRK'E MARŞ SÖYLEDİ

26 Eylül'de ilk kez komaya girdi Atatürk. O günlerde en büyük isteği Cumhuriyetin 15'inci yıl dönümü kutlamalarına katılmaktı. Ama doktorlar, değil Ankara'ya gitmesini yatağından dahi çıkmasını istemiyordu.

Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri onu yalnız bırakmadı o gün. Vapurla Dolmabahçe Sarayı'na gidip hep bir ağızdan 10'uncu yıl marşını söylediler.

Ulu önder gençlerin sesini yatağında dinledi. Çapa, "Odasından denize bakan penceresinden gençlerin Sarayburnu'ndan geçişini izlemiştir. Ama ayağa kalkamamıştır. Gözleri ile takip edip duygulanmıştır" sözleriyle o anları anlattı.

SON SÖZLERİ...

6 Kasım günü Atatürk son kez kalktı yatağından. Son günlerinde çok sevdiği yemekleri bile artık yiyemiyordu. Karnındaki su iyice artmış ve göğsüne ve kalbine baskı yapmaya başlamıştı. Artık zor nefes alıyor, ızdırabı, yüzünden okunuyordu.

1,5 gün komada kaldı Atatürk. Geçirdiği şiddetli bir nöbetten sonra başını çevirip, "Aleykümselam" dedi. Bu Ata'nın son sözleri oldu. 10 Kasım 1938 sabahı saat 9'u 5 geçe hayata gözlerini yumdu.

EN YAKININDAKİLER ANLATTI

Cemal Granda, daha Atatürk’ün önce garsonu, sonra yakın hizmetkârı olarak başladığı görevini 1927’den 1938’e kadar sürdürdü. “Anlatan: Cemal Granda. Yazan: Turhan Gürkan Atatürk’ün Uşağı İdim” kitabı, 1971 yılında çıktı. Kitap, 2019’da “Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri” başlığı ile yayımlandı. Kitapta, Granda’nın Atatürk’ün son anlarıyla ilgili olarak şu anlatımı yer alıyor:

“9 Kasım’ı dalgın bir halde geçiren Atatürk, dakikadan dakikaya sönmeye başlamış. Gelen haberlere göre artık umut kalmamış. (...) Gözyaşlarımızı tutamıyorduk. Artık hayat bize zindan gibi görünmeye başlamıştı. O geceyi uykusuz geçirdik. (...) 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece Atatürk’ün harareti 37.5, nabzı 132, solunumu 33 imiş. Rengi tamamen solmuş. Gırtlağından bir ara ‘Hı.. . hı.. hı...’ diye bir ses çıkarmış. Doktor Mehmet Kâmil Berk başucunda bir yandan gözyaşlarını akıtırken, bir yandan da ıslattığı bir pamukla Atatürk’ün ağzına su vermeye uğraşıyormuş.”

SON İSTEĞİ ENGİNAR

Kılıç Ali, milli mücadelenin başlangıcından ölümüne kadar Atatürk’ün en yakınında bulunan isimlerden biriydi, silah arkadaşıydı. Hulusi Turgut’un “Atatürk’ün Sırdaşı - Kılıç Ali’nin Anıları” kitabında, Atatürk’ün 8 Kasım’da ikinci ağır komaya girmeden önceki hasta yatağındaki son günleri şöyle anlatılır:

“O günlerde Atatürk’ün canı enginar istemişti. Mevsimi olmadığı için Hasan Rıza Soyak, Hatay’dan telefonla enginar sipariş etmişti.

İkinci ponksiyonun (vücuttan iğneyle sıvı çekme) ertesi sabahı odasına girdiğimde bana sordu:

- Yahu doktorlar bana niçin enginar yedirmiyorlar?

Ben de kendisine enginar mevsimi olmadığı için Hatay’a sipariş edildiğini ve bu günlerde geleceğini söyledim. Memnun oldu. Bu enginar yemeği Atatürk’ün yanında bulunduğum uzun yıllar içinde içten arzu ederek sipariş ettiği ilk ve son yemekti. Maalesef bunu yemek kendisine nasip olmadı.”

‘BİR TARİH GÖÇÜYOR’

Kılıç Ali, Atatürk’ün vefat anını da şöyle anlatır: “Hayatına herhangi bir şekilde kastedilmemesi için icabında canımızı bile fedaya hazır olduğumuz Atatürk, gözümüzün önünde güpegündüz, fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük bir acz içinde duruyor ve kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. (...) Hasan Rıza Soyak ve İsmail Hakkı Tekçe ile birlikte ellerimizi kavuşturmuş, son saygı durumunda duruyorduk. Hasan Rıza dayanamadı, büyük üzüntü içinde şöyle dedi:

-Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor!

Saat tam dokuzu beş geçiyordu. Atatürk birdenbire gözlerini açtı. O güzel mavi gözlerini son olarak bize yöneltti. Ve hemen kapadı. (...)

O güzel gözler artık ebediyyen kapanmıştı.

VEKİLİ OLMADI

İsmet Bozdağ’ın “Bilinmeyen Atatürk-Celal Bayar Anlatıyor” kitabında, Atatürk’ün son günlerinde yerine vekil getirilmesi konusu ile ilgili şu ifadeler yer alıyor:

“Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ve bakan arkadaşlarım Dolmabahçe Sarayı’nın Başyaver Odası’nda toplandık. (...) Anayasanın emirlerini, vekilin vazifeye başlamasının muhtemel mahsurlarını saydım. (...) Dedim ki: Bu anlattığım sebeplerle Abdülhalik Bey’in vekil olarak vazifeye başlaması bazı mahsurları ihtiva ediyor. (...) Bugüne kadar işleri şahsi sorumluluğum altında yürüttüm. Bugün birlikte bir karar alarak bundan sonraki işlerin ortak sorumluluğumuz altında yürümesini istiyorum. (...) Bundan böyle de işleri vekilsiz yürütelim. Ben başvekil olarak hiçbir büyük icraata girişmeyeceğime size söz veririm. Cumhurbaşkanı’nın imzasına ihtiyaç gösteren acele işleri, imzalanmış gibi yürütmeye devam edelim. (...) Karar ittifakla alındı. Böylece komadaki Atatürk’ün yanı başında son Bakanlar Kurulu toplantımızı yapmış, nefes alıp verdiği sürece kendisine vekil göstermeyi şanına yakıştıramadığımızı karara bağlamıştık.”

‘GÖZLERİNDEN VEDA İŞARETİNİ ALDIM’

Bayar, aynı kitapta Atatürk ile komaya girmeden önceki son görüşmesini ise şöyle anlatıyor: “Veda için elimi uzatırken bu sefer: ‘Bilançoyu zengin buldum’ dedi. ‘Memleket için hayırlı muvaffakiyetli işler başarıldığını gördüm. Seni ve vekil arkadaşlarını tebrik ederim.’ Sağ eli yorganın dışında duruyordu. O dünyanın en güzel ve hastalıktan büsbütün incelmiş ellerini, bu en büyük Türk’ün elini iki elimle kuş okşar gibi tuttum, yeryüzünün en büyük tazim ve sevgi duyguları ile öptüm ve yanağımı yasladım. Ağlıyordum. Ben Başvekilliğimi, O Cumhurbaşkanlığını unutmuş gibiydik. Konuşmuyorduk. Artık kelimelerin bir değeri kalmamıştı. Gözlerimle gözlerinden veda işaretini alarak ayrıldım.”

SON 29 EKİM

Kılıç Ali; “Son Günleri’ kitabında da, 29 Ekim 1938’deki anısını şöyle anlatır: “Cumhuriyet bayramı münasebetiyle her taraf elektriklerle donanmıştı. Fakat her tarafta bir sükunet, her tarafta bir teessür ve sessizlik vardı. Millet içten içe ağlıyordu. Bu arada Kız Kulesi de donanmıştı. Fakat buradan atılan fişekler ve patlayıcı maddeler Atatürk’ü rahatsız etmiş olmalı ki zile basıp sofracı Kamil’i çağırdılar. Ben de yine arzu ettiklerini paravanın arkasından takip ediyordum. Sofracıya ‘Bu patırdılar nedir?’ diye sordular. Zavallı Kamil de, aklınca Atatürk’ün hüzün duymamaları ve müteessir olmamaları düşüncesiyle ‘Gök gürlüyor Paşam!’ diye cevap verdi. Atatürk, bu çocuğun verdiği cevabın samimiyetini anladılar ve gülerek ona; ‘Haydi enayi’ dediler ve tekrar yataklarına uzandılar.”

Atatürk