Fotoğrafçılık ve Psikoloji! Görüntülerle duygularımızı keşfedebiliriz
Görseller bilgi ve hikâyeler barındırır, düşünce ve duyguları harekete geçirir. Her görsel, dünyadaki insanlar kadar farklı bir yorum taşır, çünkü her insan kendi bilişsel ve duygusal yükünü taşır. Bu, kendi hikâyemizi anlatmanın ve içinde yaşadığımız dünyayı tanımlamanın bir yoludur.
Fotoğrafçılık, görüntülerle en derin duygularımız arasındaki bağlantıları keşfetmemizi, kendimiz ve çevremizdeki dünya hakkında daha derin bir anlayışa sahip olmamızı sağlar.
Günümüzde görsellerin olmadığı bir dünyayı hayal etmek zor. Dünya giderek daha görsel hale geliyor. Günümüzde, yalnızca profesyoneller görüntü üretmiyor; cep telefonu veya görüntü kaydeden herhangi bir cihaza sahip olan herkes, herhangi bir uzmanlığa veya görsel beceriye ihtiyaç duymadan bile bunu yapabiliyor. Biz, benzersiz bakış açımızdan, görüntüler aracılığıyla hikâyeler anlatıyoruz. Fotoğrafçılık artık her zamankinden daha yakınımızda; gerçekliği yorumlamamıza ve tanımlamamıza, önemli anları yakalamamıza ve duyguları görsel ve yaratıcı yollarla ifade etmemize olanak sağlıyor.
ÇERÇEVENİN İÇİNE SIĞANLAR
Neyi fotoğraflayacağımıza karar verirken, dünya görüşümüz, eğitimimiz, kültürümüz, niyetlerimiz, ilgi alanlarımız ve takıntılarımızdan etkileniriz. Çerçevenin içine sığanları seçer, çerçevenin dışında kalanları atarız. Nerede olursanız olun, bir grup insandan bir fotoğraf çekmelerini isteseydiniz, her görüntü diğerlerinden tamamen farklı olurdu. Ve böylece bir fotoğraf, o andaki duygularımızın, düşüncelerimizin, ilgi alanlarımızın ve ruh hallerimizin bir yansıması olan bir otoportreye dönüşür.
Çağdaş sanat bile, hem sanatçı hem de izleyici için yaratıcılığı kişisel ifadeyle birleştirmenin terapötik değerine dair gerçek bir kanıt sunuyor. Örneğin, Sophie Calle’nin çalışmalarını düşünün. Müzelerde hem sözcükleri hem de resimleri kullanarak hikâye anlatma eğiliminin artması bu olguyu kanıtlıyor. Fotoğrafik eserler duyguları ve anıları uyandırır ve yalnızca bireysel değil, aynı zamanda evrensel ifadeler olarak da işlev görür.
Hiçbir fotoğraf masum ya da gerçek değildir; hem sanatçı hem de izleyici, görüntünün mesajını ifade etmek veya yorumlamak için kendi psikolojik ve kültürel referanslarını kullanır.
Fotoğrafçılık artık hiç kimseye yabancı değil; günlük hayatımızın bir parçası. Artık ruhumuzu çalmıyor olabilir ama açığa çıkarıyor.
Görsellerle yarattığımız ve ifade ettiğimiz hikâyeler, kişisel ve toplumsal dönüşümümüzü etkiler. Bugün yarattığımız görsellerin bir kısmı, gelecekte toplumsal ve bilimsel araştırmaların bir parçası olacaktır.
GÖRÜNTÜ, KELİMEDEN ÖNCE VARDIR
‘Görüntüler bana ne anlatıyor? Neden birçok olasılık arasından sadece bazıları dikkatimi çekiyor? Hem bir nesne hem de bir temsil olarak fotoğraf beni çevreliyor ve günlük hayatımın bir parçası.’
Psikoloji, imgelerin düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı etkileme gücünün farkındadır. İmgeler doğrudan amigdalamıza (kişinin beyninde yer alan, korku, öfke gibi duygu alanlarını yöneten bölge) ulaşarak hayatımızın en önemli, duygusal ve dönüştürücü yönlerini hatırlamamızı sağlar. İmgelerle düşünürüz; imgeler her şeyden önce gelir ve düşünceleri ve gücü somutlaştırır.
Bebek, annesinin ismini öğrenmeden önce, ilk olarak annesinin görüntüsünü tanır. Görüntü, kelimeden önce vardır; bu yüzden yüzleri tanırız.
Düşüncelerimizin hepsi birer imgedir. Anılarımız, hayallerimiz ve yanılsamalarımız da birer imgedir. Seyahat etmek istediğiniz o yeri düşünün; o bir imge değil mi?
EVRENSEL BİR DİL
Tarih boyunca, görsellerle çalışanlar toplumu güçlü bir şekilde etkilemiştir. Görseller fikir vericidir; bunu birçok ticari reklam biçiminde doğrulayabiliriz. Görseller, müşteri ve hayran kitlesi oluşturmak için eğitici bir strateji olabileceği gibi, haksız durumlara ışık tutup onları dönüştürebilir de.
Psikoloji, gelişmiş teknik donanım ve bilgiye ihtiyaç duymadan fotoğrafçılıkla buluşuyor; erişilebilir ve anında. Önemli olan, görseller aracılığıyla keşfetme ve ifade etme isteği, kişisel doyum anlarına ulaşma ve kişinin dünyayı görme biçiminin kendine özgü yolunu anlama isteği.
Ayrıca fotoğrafçılık, topluluk ve iş birliği ortamlarında başkalarıyla bağlantı kurmamızı, çalışmalarımızı paylaşmamızı, başkalarının fotoğraflarında kendimizi tanımamızı ve öğrenmemizi sağlar. Fotoğrafçılık, bizi birleştiren ve dil engellerinin ötesinde iletişimi mümkün kılan evrensel bir dil haline gelir.
BİR TERAPİ ARACI
Günümüzde fotoğrafçılık, görsel algı, hafıza ve kimlik inşası gibi konularla ilgili psikolojik araştırmalarda kullanılmaktadır. Travma deneyimlerini keşfetmeye ve işlemeye, öz-yansıtma ve öz-bilgiyi geliştirmeye ve kişisel gelişimi desteklemeye yardımcı olan bir araç görevi görür.
Sanat terapisi çerçevesinde tıbbi ve sosyal projelerde görsellerin gücü bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Fotoğraf, yaratıcı bir yöntem olarak kullanılmasının yanı sıra sanatsal yaratıcılığı, kişisel gelişimi, yaşam öykülerinin bütünleşmesini, öz saygı ve güçlenmenin gelişimini destekler. Bu araç, insanları bağlamları ve adaptasyonları içerisinde en derin, bilinçdışı ve ruhsal kısımlarıyla etkili bir şekilde bağlar.
OTOPORTRENİN BİR PARÇASI
Fotoğrafçılığın bir terapi aracı olarak ortaya çıkışı 20. yüzyılın başlarındadır. Fotografía y Psicología Nöroloji ve tıbbi fotoğrafçılıkta öncü kabul edilen Fransız hekim ve klinik araştırmacı Duchenne de Boulogne (1806-1875), 1844 yılında İnsan Fizyonomisinin Mekanizması veya Plastik Sanatlar Pratiğine Uygulanabilir Tutkuların Elektrofizyolojik Analizi adlı kitabında şöyle diyor:
“Doktorlar Cornelison ve Absenian tarafından 1950’lerin sonlarında yürütülen ilginç bir çalışmada (Martínez, 2016), hastalarının Polaroid fotoğraflarını çektiler ve bu fotoğrafları hemen kendilerine gösterdiler. Amaç, hastaların kendi görüntüleriyle yüzleşmelerini ve ardından tepkilerini gözlemlemelerini sağlamak ve onları dört ana gruba ayırmaktı: Öz farkındalık, görüntülere tepkiler, portreler karşısında ifade edilen duygular ve cinsiyete göre gözle görülür farklılıklar. Doktorlar, bazı hastalarda iyileşme gösteren çalışmayı bizzat yayınladılar. Ancak bunlar otoportre değildi; kişinin kendi imajı üzerinde kontrolü yoktu. Bu görüntüler araştırmacının bakış açısıyla oluşturuldu.
“Tepki verdiğimiz şeyler, yaptığımız seçimler, hangi mercek, hangi açı, neyi neyden izole ettiğimiz; tüm bunlar, öznelerimizden çok kendimiz hakkında çok daha fazla şey söyler. Her şey bir otoportre veya bir otoportrenin bir parçasıdır.”
TİYATRO, MÜZİK, DANS…
Psikoterapi, bazıları kişisel ifade tekniklerini de içeren çeşitli yaklaşımların ve psikoloji okullarının gelişimine tanık olmuştur. Bu ilerleme, tiyatro, müzik, dans ve görsel sanatları içeren sanat terapisi modellerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunlara en son fotoğraf eklenmiştir. Bu teknikler, kişinin kendi fotobiyografisini veya aile albümünü incelemesiyle ilişkili bireysel karelerden, son derece dönüştürücü fotoğraf projeleri ve kişisel anlatılar yaratmaya doğru evrildi.
Fotoğrafçılık ve psikoloji, görüntüleri kullanarak veya yaratarak sağlık, esenlik ve kişisel gelişime katkıda bulunmak için bir araya gelir. Buradaki temel düşünce, düşüncenin görsel olduğudur; görüntüler aracılığıyla düşünürüz. Fotoğrafçılık aracılığıyla ifade alanlarını keşfediyor, duygularımızı keşfediyor, yorumluyor ve anlatıyor, anılarımızı yeniden canlandırıyor ve kim olduğumuza ulaşmak için hayatımızın önemli yönleri etrafında ritüeller yaratıyoruz.
Psikoloji ve fotoğrafçılık derinden iç içe geçmiştir; birbirlerine bakar ve dinlerler, umut verici sonuçlar doğuran etkili ve uyarlanabilir çerçeveler yaratırlar.