Hangi sanat hangi politika?
‘Zor Zamanlarda Sanat’ soruşturmasına katılan Çelenk Bafra, Murat Gülsoy ve Irmak Canevi, sanatın politikliğini baskı, sansür ve LGBT kavramlarına indirgedi. Üç isim de bağımsızlık, emek ve aydınlanma konularında sessiz kaldı


2019 yılından beri yayım yapan ArtDog Istanbul, dikkat çeken bir soruşturma başlattı. “Zor Zamanlarda Sanat” başlıklı soruşturma dizisine Çağla Köseoğulları, Süreyya Evren, Alp İşmen, Çelenk Bafra, Murat Gülsoy ve Irmak Canevi katıldı.
“Toplumsal kırılmaların, ekonomik sıkışmaların, politik baskıların, ifade özgürlüğü kısıtlamalarının ya da kişisel endişelerin gölgesinde sanat nasıl var olur? Zor zamanlarda sanat anlamını mı yitirir yoksa işlev mi değiştirir? Sanat üretmek, sunmak, sadece bir direnç biçimi mi yoksa aynı zamanda bir tanıklık ve aktarıcılık alanı mıdır?” sorusuna yanıt arayan soruşturmada, Gülsoy’un, Bafra’nın ve Canevi’nin yanıtları dikkat çekti. Öte yandan sanatın politik olduğunu dile getiren bu isimlerin Türkiye’nin bağımsızlık, emek ve aydınlanma mücadelelerinde yer almaması bir tür çelişki olarak değerlendirildi.
SANATIN POLİTİKLİĞİNİ OTOSANSÜRE İNDİRGEDİ
Sanatın düşünce ve eylem biçimi olduğunu ve dolayısıyla politik olduğunu belirten Bafra, bu tanımın altını ise doldurmaktan kaçındı. “Her yaratıcı eylem ve entelektüel faaliyet gibi hem oluşum süreci hem de paylaşımı doğası gereği politiktir” diyen Bafra, sanatçıların tam anlamıyla politik tutum alamamasının nedeni olarak da otosansürü ve “otoriter müdahaleler”i gösterdi.
Bafra soruşturmada, “Elbette kurumlar ve destekçiler statüye ve statükoya daha bağımlı olduklarından; kamuoyunun ve otoritenin baskılarından çekinerek, eleştirel sanata alan açma konusunda daha temkinli davranıyorlar. Bu durum, eleştirel sanatın imkanlarını ve mecralarını daraltıyor. Yine de özellikle sanatçıların ve bağımsız yaratıcı emekçilerin cesareti ve yaratıcılığı sayesinde, baskıcı rejimlere karşı güçlü bir direnç sergilediklerini; toplumun diğer kesimlerinde de umut ve farkındalık yarattıkları söylenebilir.” sözlerini kullandı.
TÜRKİYE’NİN AB İLE YAKINLAŞMASI BASKIYI AZALTMIŞ
Yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na destek veren isimlerden biri olan Murat Gülsoy ise, Türkiye’de siyasi baskıların arttığını ve tüm hak ve özgürlüklerin kısıtlandığını iddia etti.
1980’den beri baskıların olduğunu belirten Gülsoy, Türkiye’nin AB ile yakınlaşmasını “kazanım” olarak nitelendirdi. Gülsoy, şu ifadeleri kullandı:
“Son kırk yıldır birbirini takip eden sağ iktidarlar sanat ve kültürü diledikleri ölçüde boyunduruk altına alamamıştır. Tabii bu noktada son kırk yıla yayılan bu sürecin farklı dönemeçleri olduğunu, baskının görece azaldığı zamanlarda (1992’de rektörlük seçimlerinin geri getirilmesi gibi) önemli kazanımlar elde edildiğini; 2000’li yılların başındaki Avrupa Birliği ile yakınlaşma sürecinde sivil toplum ve entelektüel hayatın canlandığını ve dış dünyayla yakın ilişkiler kurulduğunu, tüm bu gelişmelerin kültür dünyamızda kalıcı etkilerinin olduğunu da not etmek gerekir.
Her ne kadar 2016 sonrası Türkiye’de otoriterleşme eğilimlerinin artmasıyla kültür hayatı daraltılmaya çalışılsa da yakın geçmişteki olumlu deneyimler toplumsal bellekte yerini korumuş, yeni direniş noktalarında geçmişin mirasından yararlanılabilmiştir.”
POLİTİK SANATTAN LGBTİ’Yİ ANLADI
Soruşturmaya katılan bir diğer isim olan Irmak Canevi ise sanatın politikliğini LGBTİ meselesine indirgedi. Canevi, “Çok renkli sanat pratiğim kasvetli ülke ve dünya gündeminde nasıl görünüyor merak ediyorum. Geçenlerde Macaristan’da düzenlenen “Gri Onur Yürüyüşü” aklıma geliyor. Mizahi ve muhalif kimliği ile bilinen İki Kuyruklu Köpek Partisi (MKKP) tarafından organize edilen ve parlamentodan geçerek Anayasalaşan LGBTİ+ karşıtı yeni kanun hükümlerini protesto etmek için gri kıyafetli bir kalabalığın gri renkte pankart açtığı oldukça gri bir yürüyüştü bu. Renksiz bir dünya göstererek rengin önemini ve çeşitliliğin ne kadar değerli olduğunu vurgulayan bu yürüyüş renge olan inancımı tazeliyor. İnadına daha renkli, içinden neşe fışkıran işler yapmalıyım o halde. Çünkü renk direniş demek.” dedi.
Sanatçılar Tam Bağımsız Türkiye için en önde
“Maden”, “Yol, “Sürü”, “Deli Deli Olma” gibi filmlerde rol alan Türk Sinemasının jönü Tarık Akan, doğum günü olan 13 Aralık’ta FETÖ’nün Ergenekon kumpaslarına karşı Silivri’de barikatların en önündeydi. Akan, hem sanatıyla hem de söylemleriyle politik sanat nedir sorusunun cevabını vermişti.
Politik güldürünün usta ismi Levent Kırca da sanatçının örgütlü olması gerektiğini savunarak Vatan Partisi’ne katılmıştı. Kırca partiye katılırken, “Ben herhangi bir davet almadım. Ben kendi rızamla, ayaklarımla geldim buraya. Hem de yürüyerek değil koşarak geldim. Herkese gelin buraya diyorum.” ifadelerini kullanmıştı.
Emek mücadelesinde sanat
Gülsoy, Bafra ve Canevi’nin demeçlerinde yer vermediği emek mücadelesi aslında sanatın ve sanatçının gündeminde yer aldı. En son Yabancı sermayeli Polonez Gıda fabrikasında 6 ay boyunca mücadele eden işçileri Müzisyen, Besteci Ekrem Ataer ziyaret etmişti. Ataer sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Polonez işçileriyle birlikteydik. Günlerdir direnmenin gücüyle şevkle ayaktalar... İstediklerini alana kadar bu direniş, bu eylemler devam edecek. Yayılarak.” ifadelerini kullanmıştı.”